Çoktandır bu konuda bir şeyler yazmak istiyordum. İnsanlığın büyük medeniyetler kurduğu, son iki yüz yılda çağ atladığı ve her alanda dev adımlarla ilerleyerek imkânsız olanı gerçekleştirdiğine ilişkin anlatıları sıkça dinler, okuruz. Elbette bu anlatılarda gerçeklik payı yok değil. Ancak bu durum insan soyunun yıkıcılıkta sınır tanımayan, hedonist, benmerkezci ve ihtiraslı bir varlık olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Benzer şekilde uygarlık serüveninde kat edilen onca mesafe ve eldeki kazanımlara karşın insanlığın geldiği nokta son derece kırılgandır. Mevcut dünya düzeni ise kartondan bir kaplanı andırmaktadır.
Bir süredir dünyayı kaplayan Coronavirüs salgını karşısında insanlığın içine düştüğü acizliği ve zavallı hallini ibretle izliyoruz.
Büyük pencereden bakınca, aslında insanoğlunun kendisine biçtiği yüce misyona uygun bir duruşunun olmadığı ve afra tafrayla anlatılan bir başarı hikayesinin bulunmadığı rahatça görülür.
Bir kere insanın at koşturduğu şu gezegenin koca evrendeki ağırlığı bir iğne ucu bile değildir. Peki ya insan soyumuzun ömrü? Şunun şurasında insanın tarihini en çok 300 bin yıl geriye götürmek mümkün. Dünyamızın 4,5 milyar yıllık ömrünün yanında bu bir göz açıp kapama süresi bile değildir.
İnsan homo cinsine mensup bir hayvan anlamına gelir, homo sapiens yani zeki insan. Eğer insanın zeki olanı (homo sapiens) varsa, bu insanın başka türlerinin de olmuş olduğunu bize ifade eder.
İnsanlar iki buçuk milyon yıl önce (Güney Maymunu) Australopithecus adı verilen bir maymun cinsinden evrimleşti. Bunlar iki milyon yıl önce ana yurtlarını terk ederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’nın çeşitli yerlerine göç ettiler. Tabii gittikleri coğrafyaların iklim koşullarına göre farklı yönde evirildiler. Bu evrimleşme sürecine göre birçok farklı tür ortaya çıktı. Bunlardan Avrupa ve Batı Asya’yı mesken edinenler Neandertal (Neandertal Vadisi insanı) olarak adlandırıldı. Neandertaller Sapienslerden daha güçlü ve kaslıydı. Asya’nın doğu bölgelerinde ise Dik Adam anlamına gelen Homo Erectus yaşıyordu. Endonezya’nın Java adasında “Solo Vadisi İnsanı” anlamına gelen Homo Soloensis yaşamaktaydı. Sibirya’da Homo Denisova adlı bir insan türü daha yaşamıştır.
Başka bir ifade ile dünya bundan 30 bin yıl öncesine kadar aynı anda birden çok insan türüne ev sahipliği yaptı.
İnsan türünün en önemli özelliği diğer canlılara göre daha büyük bir beyine sahip olmasıydı. Örneğin 60 km ağırlığındaki memelilerin beyin hacmi 200 cm küp iken, eski insanın beyni yaklaşık 600 cm küptü. Modern sapienslerin beyniyse 1200-1400 cm küptür.
İnsanın diğer bir özelliği iki ayak üzerinde duruşudur, bu elleri serbest bıraktı. Evrimsel süreç avuç ve parmaklarda yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişimini sağladı. Büyük bir beyin, alet kullanımı, öğrenme becerisi ve karmaşık toplumsal yapılar insanlara büyük avantaj sağlamıştır.
İnsanlar 300 bin yıldan bu yana ateşi günlük yaşamlarında kullanmaya başladılar. Ateşin iki önemli etkisi oldu. Birincisi yabani hayvanlardan korunmak, ikincisi ise besinleri pişirmek. Pişirme işlemi insanların yiyecekleri daha kolay çiğnemelerini sağladı. Örneğin şempanzenler günde beş saat vakitlerini çiğ besinleri çiğnemeye harcarken, insanların pişmiş yemekleri yemeleri için bir saat yetiyordu. Yiyecekleri pişirme, bağırsakları kısaltıp enerji tüketimlerini azaltarak Neandertaller ve sapienslerin devasa beyinlerinin önünü açtı. İsnan soyunun fark yaratmasında diğer bir etken ise dildi. İnsan dili olağanüstü esnek bir yapıya sahiptir. Dilin gelişiminde insanın sosyal bir varlık olması önemli bir yer tutar
Şimdi tekrar soy çizgimize, atalarımız olan sapienslere dönelim.
70 bin yıl önce Doğu Afrika kökenli sapinesler Arap yarımadasına ve oradan da tüm Avrasya’ya yayıldılar. Homo sapiensler Afrika’dan yola çıktıklarında Avrasya’nın çoğu diğer insan türleri tarafından mesken tutulmuştu.
Ancak her ne olduysa Homo Sapienslerin gittikleri her yerde yerli nüfus tükendi, diğer insan türleri yok oldu. Örneğin Homo soloensis’in kalıntıları 50 bin yıl önceye tarihlenmektedir. Homo denisova da bundan kısa sonra yok oldu. Nenadertaller ise yaklaşık 30 bin yıl önce yok oldular. Folres adasındaki son cüce insanlar 12 bin yıl önce yok oldular.
Yaklaşık 45 bin yıl önce sapiensler denizleri aşarak Avusturalya kıtasına ulaştılar. Bunda, 70 bin yıl önceki ile 45 bin yıl önceki tarihler arasında yaşanan bilişsel devrimin payı var. Bilişsel devrim sapiens yaşamında yeni düşünce ve iletişim biçimleri anlamına gelir. Bilişsel devrim aynı zamanda tarihin biyolojiden bağımsızlığını ilan ettiği andır. Bilişsel devrim öncesi insan hikayesi biyoloji alanına girer, daha sonrası ise tarih alanına girer.
Yukarıda ifade edildiği gibi bilişsel devrim sayesinde Sapiens Asya-Afrika’dan çıkarak başka kıtalara yerleşmek için gerekli imkanları elde etti. İnsanın 45 bin yıl önce Avusturalya’ya yerleşmesi bu sayede mümkün oldu.
Diğer insan türlerinin yok edilmesinde Homo sapienslerin etkisi nedir bilinmez, ancak soyumuzun ihtiraslı ve yıkıcı pratiği 45 bin yıl öncesinden görülmeye başlandı.
İnsanlar girdikleri Avustralya ekosistemini tanınmayacak bir biçimde bozup tahrip ettiler.
İnsanlar adaya adım bastığında burada dünyanın geri kalanında olmayan dev canlılar, daha çok da keseli memeliler yaşıyordu. Birkaç bin yıl içinde nerdeyse bütün bu dev türler yok oldu. 50 kilogramdan daha ağır 24 Avusturalya türünün 23’ü bugün yok.
Aynı durum Amerika kıtasında yaşandı.
Batı Yarımküresine ulaşan ilk ve tek tür insan Homo Sapiens oldu. MÖ yaklaşık 12 bin civarında insanlar Kuzey Sibirya ile Kuzeybatı Alaska’dan yürüyerek Amerika kıtasına ulaştılar. O dönemde deniz seviyesi böyle bir geçişe imkân verecek kadar düşüktü. İnsanın Amerika’ya bir baştan diğer başa yerleşmesi iki bin yıl içinde gerçekleşti.
İnsanın buraya gelişinden önce Amerika kıtası çok çeşitli bitki ve hayvanın geliştiği büyük bir laboratuvar gibiydi. 8 ton ağırlığında ve 6 metre yükseklikte dev tembel hayvanlar olmak üzere çok değişik hayvanlar bu kıtada yaşıyordu.
Ancak Sapiensin gelişinden sonraki iki bin yıl içinde bu endemik türlerin çoğu ortadan kalktı. Geçen zaman aralığı içinde Kuzey Amerika’da büyük memeli cinslerin 47’sinden 34’ü kayboldu. Güney Amerika’da ise 60’tan 50’si yok oldu.
Bilişsel devrimin gerçekleştiği dönemde dünyada 50 kilogramdan daha ağır 200 civarında büyük kara memelisi yaşıyordu. Tarım Devrimi döneminde sadece 100 tanesi kalmıştı.
Burada altını çizmek istediğim nokta şu. İnsanın yayılmacı, yıkıcı, ekosistemi bozan eğilim ve davranışları sadece bügüne özgü değil. Bu nedenle Homo Sapiens’in bir ekolojik seri katil olduğunu söylemek mümkün.
Yüzyıllar boyunca birbirlerinden kopuk küçük gruplar halinde avcılık ve toplayıcılıkla geçinen insanlar MÖ 10 bin yıl önce tarım faaliyetlerine başladılar.
Tarıma geçiş MÖ 9500-8500 yıllarında ilkin Kürdistan, Batı İran ve Levant bölgesinde (Altın Hilal) başladı. Bu dönemde buğday ve keçiler evcilleştirildi. Ergani Çayönü (Hilara Mağarası) ile Urfa’daki Göbekli Tepe’de o döneme ilişkin buluntuları hala bulmak mümkün. İşin ilginç yanı şu ki tarım Ortadoğu’dan dünyanın çeşitli yerlerine ihraç edilerek değil, dünyanın çeşitli yerlerinde bağımsız olarak gelişti. Örneğin Orta Amerika’da insanlar mısır ve fasulyeyi evcilleştirirken, Ortadoğu’da buğday ve bezelye tarımından habersizdiler. Benzer gelişmeler Çin’de, Afrika’da, Güney ve Orta Amerika’da yaşandı.
Tarım devriminin insan yaşamına derin etkileri oldu.
Tarım devrimi ilkin -insanlar için daha iyi beslenme ve keyifli zaman yaratmasa da- insanlığın toplam gıda miktarını arttırdı. Toplam gelirin artması, insanların yaşaması için zorunlu gelirden fazla bir artı değerin ortaya çıkması demekti. Artı değerin ortaya çıkması ise buna el koyacak bir egemen sınıfın tarih sahnesine çıkmasına zemin hazırladı. Bu durum ise tarihte sınıflar mücadelesinin başladığı andır.
Tarım devriminin diğer bir sonucu insanların yerleşik yaşama geçmesi, köy ve şehirlerin kurulması, giderek devlet ve hukuk sistemine olan ihtiyacı gündeme getirmesiydi.
MÖ 5000 ile 4000 arasında Bereketli Hilal bölgesinde on binlik şehirler ortaya çıktı.
İnsanlar geniş topluluklar halinde etkin işbirliği yapmak için değişik dini ve siyasal düzenler oluşturdular. İmparatorluklar ve dinler 2500 yıl boyunca insanlığın evrenselliği adına dünyada iş gördüler.
MÖ 3110’de tüm Aşağı Nil Mısır Krallığı altında toplandı.
MÖ 2250’de Büyük Sargon ilk büyük İmparatorluk Akkad İmparatorluğu’nu kurdu
MÖ 1000 ile 500 arasında Ortadoğu’da ilk mega imparatorluklar ortaya çıktı. Geç Asur, Babil ve Pers imparatorlukları. Bu imparatorluklar on binlerce askerden oluşan ordulara ve milyonlarca kişilik nüfuslara hükmettiler.
MÖ 221’de Qin hanedanı Çini birleştirdi ve sonradan Roma Akdeniz havzalarını birleştirdi. Çin’in nüfusu 40 milyondu.
Roma İmparatorluğu 100 milyon kişiden vergi toplamaktaydı.
Hammurabi Kanunları (MÖ 1776) Babil toplumunun düzeninin tanrılar tarafından belirlenmiş evrensel ve ebedi adalet ilkeleri temelinde olacağını iddia etti.
Dünya, 1450 yıllarına kadar sadece Avrasya-Afrika’dan ibaret olarak biliniyordu. Çünkü insanın MÖ 12 bin tarihinde Amerika kıtasına geçişinden sonra dünyada buzulların erimesiyle birlikte deniz seviyesi yükselmiş ve eski dünyanın (Avrasya-Afrika’nın) Amerika ve Avusturalya kıtası ile ilişkisi kopmuştu. Başka bir ifade ile 1450 yıllarından önce Avrasya-Afrika dışında birkaç dünya daha vardı. Ve tabi ki, bunların ne dünyanın geri kalanından ne de insan eseri olan din ve imparatorluklardan haberi vardı.
Bunlardan biri Orta Amerika’nın büyük bir bölümünü ve Kuzey Amerika’nın bir kısmını kapsayan Mezoamerika’ydı.
Diğeri Güney Amerika’nın batısının büyük bölümünü kapsayan And dünyasıydı.
Üçüncüsü Avusturalya ve,
Son olarak Güneybatı Pasifik’in Hawaii’den Yeni Zellanda’ya pek çok adasını kapsayan Okyanusya dünyası.
Sonraki üç yüz yılda Afrika-Asya devi diğer tüm dünyaları yuttu.
1521’de İspanyollar Aztek İmparatorluğunu fethettiğinde Mezoamerikayı yok etti. 1532’de İspanyollar İnka İmparatorluğunu fethettiğinde And dünyası çöktü. Avusturalya’ya ilk Avrupalı ise 1606’da ulaştı ve bu el değmemiş dünya 1788’de İngiliz kolonisi kurulunca ortadan kalktı. On beş yıl sonra İngilizler Tazmanya’daki ilk yerleşimleri inşa ettiler. Böylelikle dünyanın geri kalan coğrafyaların tümü Afrka-Asya etki alanına girdi.1
Avrupa’lı sömürgecilerin 15. Yüzyıldan itbaren Amerika ve Avusturalya’da gerçekleştirdiği insani ve ekolojik yıkımın yanında, Homo safiensin MÖ 45 bin ve MÖ 12 bin yıllarında bu kıtalarda yaptıkları devede kulak bile değildi. Avrupalılar işgal ettikleri kıtaların sadece ekosistemini değil, aynı zamanda buraların insan ırklarını da yok edip ortadan kaldırdılar.
1600’lü yıllara gelindiğinde Afrika ve Asya’nın önemli bir bölümü Avrupalı sömürgeciler tarafından işgal edilmişti.
1775’te Asya hala, dünya ekonomisinin yüzde 80’i demekti. Hindistan ve Çin’in ekonomileri dünya üretiminin üçte ikisini karşılıyordu; Avrupa ekonomik bir cüceydi.
Küresel gücün merkezi ancak 1850’li yıllarda, Avrupa’lılar Asya güçlerini bir dizi savaşta yenip Asya’nın geniş alanlarını fethedince Avrupa’ya kaydı. 1900 yılında Avrupalılar dünya ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol ediyordu.
1950’ye gelindiğinde Batı Avrupa ve ABD, küresel üretimin yarısından fazlasını gerçekleştiriyordu, Çin’in payı ise yüzde 5’e inmişti. Nereden nereye…
Özetle ortada insanlık adına sanıldığı kadar uzun ve anlı şanlı bir tarihten söz edilemez. Homo sapines üzerinden soy kütüğümüzü geriye doğru izlediğimizde en çok 70 000 yılık bir geçmişe gidilebilir. İnsanın yerleşik hayata geçişini medeniyetin başlangıcı kabul edersek topu topu 12 000 yıllık bir tarihten söz edebiliriz. Bilim ve teknik alanındaki gelişmelerin temel oluşturduğu modern uygarlık hikayemizin ise 200 yılık bir geçmişi söz konusu.
Geçmişe dönüp bir muhasebe yaptığımızda insanoğlunun yazdığı hikâyenin adil, ahlaki ve insani olmadığı, bu anlamda da öyle gurur duyulacak bir tablonun olmadığı çok açık. Gerçek şu ki, homo sapiens hedonist ve doyumsuz iştahıyla yerküreyi kısa bir sürede yaşanmaz hale getirmeyi başardı. Gelinen noktada onun açısından olsa olsa bir “pirus zaferi”nden söz edilebilir. İnsan soyu her şeyi yüzüne gözüne bulaştırarak kendisiyle övünebilir. 16.03.2020
Devam edecek…
(1)Yuval Noah Harari
HAYVANLARDAN TANRILARA
SAPİENS
İnsan Türünün kısa bir tarihi
Kollektif Kitap