7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e havadan ve karadan gerçekleştirdiği şok saldırıyla başlayan bölgedeki savaş her türlü ahlaki, hukuki ve vicdani sınırları aşarak topyekûn bir kıyıma dönüşmüş bulunuyor.
7 Ekim’de İsrail’e gerçekleştirilen söz konusu askeri operasyonda Hamas’a bağlı El-Kasam Tugayları 300 İsrail askeri olmak üzere 1400 civarında insan öldürdü. Hamas’ın öldürdükleri arasında bebekler, kadınlar, yaşlılar ve göçmen işçiler de var. Aynı saldırıda 5 binden fazla İsrailli yaralandı. Hamas tarafından öldürülenlerin çoğu sivil ve çok büyük kısmı dans partisine katılan gençlerdi. Hamas ayrıca aralarında bebek, çocuk ve yaşlıların olduğu 200 civarında sivili rehin aldı.
Hamas’ın söz konusu saldırısı hem İsrail hem de dünyada şok etkisi yarattı. 1948’den bu yana hiçbir zaman tek bir günde bu kadar insan öldürülmedi.
Hamas’ın kanlı saldırısı İsrail’de sağcı Netanyahu hükümeti için altın bir fırsat yarattı. Hamas saldırısının yol açtığı şokun ardından, İsrail Gazze’ye dönük korkunç bir saldırı başlattı. Geçen 20 gün içinde İsrail ordusu Gazze’de insanlığa dair ne varsa ayaklar altına alan bir katliam yürütüyor. Hastaneler, okullar, sivil yerleşim merkezleri bombalanıyor, bölgenin su, elektrik ve enerji kaynakları kesiliyor, altyapısı yok ediliyor, bir milyondan fazla insan Gazze’nin güneyine göçe zorlanıyor. İsrail Gazze’de iki milyondan fazla insanın yaşam hakkını tehdit eden ağır bir abluka uyguluyor. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılarda yaşanan sivil kayıplar şimdiden 10 binleri aşmış durumda ve bunların çoğu çocuk ve kadın.
İsrail’in gerçekleştirmekte olduğu çok yönlü bombardıman, Hamas’a karşı bir savaşı çoktan aşarak Gazze’yi Filistin halkından boşaltıp burayı kalıcı işgal etme noktası ulaşmıştır. Gelinen aşamada İsrail ordusu kendisi doğrudan ve silahlı yerleşimci milisler eliyle Filistin halkına karşı etnik temizliği hedefleyen bir soykırım suçu işliyor.
Bildik kural; şiddet daha şiddeti doğurur
1948’de Filistinlilerin bir kısmının yaşadıkları topraklardan kovulmasıyla başlayan İsrail’in süregelen ilhakçı politikasının beslediği İsrail Filistin çatışması, tarafların birbirilerini insanlık dışı yaratıklar olarak gördükleri bir aşmaya geldi (İsrail Savunma Bakanı Filistinlileri kastederek “insansı hayvanlar” ifadesini kullandı). İsrail devletinin ısrarla başvurduğu ayrımcı ve şiddet politikaları kendi karşıtını doğurdu. Karşılıklı kin, öfke ve korku sarmalı her iki tarafı esir aldı, milliyetçi, militarist ve cihadist kanatları güçlendirdi. Bir yanda İsrail’in haritadan silinmesini hedefleyen Hamas gibi radikal İslamcı-millyetçi örgütler, diğer yanda Akdeniz’den Ürdün’e Tevrat’taki Büyük İsrail’in topraklarına sahip olmayı İsrail’in temel politikası haline getiren radikal militarist hareketlerin besleyip büyüttüğü bir şiddet döngüsü...
İsrail devletinin ısrarla ve sistematik olarak yürüttüğü Filistin topraklarına el koyma ve Filistinsizleştirme politikasının yanında, işgal edilen topraklarda kurduğu rejim bizatihi İsrailli aydın ve siyasetçiler tarafından “apartheid” olarak tanımlanıp eleştiriliyor. Sorunun kangrenleşmesinde İsrail’in izlediği ilhakçı ve ayrımcı politika belirleyici rol oynuyor.
Öte yandan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yönetiminin yolsuzluğa bulaşması ve İsrail ile işbirliği yapan bir kuruma dönüşmesi Hamas gibi radikal bir örgüte alan açtı. İlginç olan nokta FKÖ’yü bölmek amacıyla Netanyahu hükümetinin yakın zamana kadar Hamas’a ehveni-i şer olarak bakmasıydı. 2006 seçimlerinden sonra Hamas El Fetih’i Gazze’den çıkardı, bölgede dinci ve baskıcı bir yönetim kurdu. Ardından İran ve benzeri merkezlerden aldığı destekle İsrail’e yönelik yok etme söylemi ve askeri saldırıları artırması şiddet döngüsünün artarak bu noktaya gelmesine yol açtı.
Gelinen aşamada Hamas, izlediği cihadist politikalar nedeniyle uluslararası alanda Filistin hareketine yönelik sempati ve desteği azaltarak Filistin direnişine büyük zarar verdi. Artık Filistin meselesinden çok Hamas’ın başvurduğu terör ve yol açtığı sivil katliam gündemde yer alıyor. Başka bir ifadeyle Filistin’de iktidarın bir bölümünü gasp etmiş Hamas Filistin davasının meşruiyetinin erimesinde büyük bir rol oynadı.
Öte yandan Hamas’ın 7 Ekim saldırıları nedeniyle İsrail’de barışçıl sesler artık duyulmaz oldu. Netanyahu hükümeti yaşadığı meşruiyet krizini öteleyerek toplumu askeri çözüm konusunda seferber etmeyi başardı. Gazze’de katliamlarına devam eden Netanyahu İsrail toplumunu hiç olmadığı kadar militarize ediyor, zaten can çekişmekte olan barışçıl çözümden yana muhalefeti yok ediyor. Şu anda İsrail’i militarist bir blok yönetiyor ve bu blok toplumun çok büyük bir bölümünün desteğine sahip.
Arap-İslam dünyasının riyakâr yaklaşımı
Filistin meselesinin bu aşamaya gelmesinde Arap dünyası ve diğer Müslüman olarak bilinen ülkelerin payı büyük. Arap ülkeleri hiçbir zaman Filistin halkının özgürlük mücadelesine gerekli desteği sunmadı. Tersine Filistin meselesini kendi gayri meşru yönetimlerine meşruiyet devşirecek bir enstrüman olarak kullandı, bu meseleyi istismar etti ve bilinçli olarak çözümsüzlüğe bıraktı.
Son yıllarda Filistin davası üzerinden bolca hamasetin yapıldığı Türkiye ise İsrail’i ilk tanıyan devlet. Türkiye içerde bolca Müslüman kardeşliğinden ve Filistin dayanışmasından söz ederken, İsrail ile askeri ve ekonomik düzeyde stratejik ilişkiler sürdürdü.
Filistin meselesi son yıllarda ise mezhepçi ve emperyal İran rejiminin insafına terkedilmiş durumda. Coğrafyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi İran’ın Filistin’de yaptığı Hamas üzerinden mezhepçi yayılmacı emellerini gerçekleştirmek, böylece Filistin hareketini bölerek çözümsüzlük girdabına terk etmek. İran’ın soruna müdahalesi ve Hamas’ın cihadist politikaları dünya kamuoyunun Filistin davasına olan desteğini zaman içinde azaltarak yok noktasına getirdi.
Gelinen aşamada Filistin halkı Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da yozlaşmış Abbas liderliği, riyakâr Arap dünyası ve acımasız İsrail devleti arasında zayıf, çaresiz ve korumasız kalmış durumda.
Savaşın bölgesel boyutlar kazanma ihtimali zayıf
İsrail ile Hamas arasında başlayan savaşın genişleyerek bölgesel boyutlar kazanma ihtimali zayıf görünüyor. İlk başlarda Lübnan’da Hizbullah’ın devreye girmesi ve İran’ın müdahalesiyle savaşın yayılmasından söz edilse bile, ABD’nin Uçak gemileri eşliğinde Akdeniz’e yoğun askeri yığınak yapması ve Batılı güçlerin bir bütün olarak İsrail’in arkasında durması bu ihtimali azaltmış görünüyor. İsrail ise ABD uçak gemisi grubunu arkasına alarak aynı anda hem Suriye hem de Lübnan’ı vurarak dışarıdan olası bir müdahaleyi baştan caydırmış oldu.
Olan sivil masum Filistin halkına olacak. Büyük bir ihtimalle Filistin halkı önemli oranda Gazze’den sürülecek, bölgede Hamas yönetiminin etkinliği kırılacak, Gazze’deki mevcut yönetimin içi boşaltılacak. Böylece Gazze’de İsrail’in istediği kıvamda bir statü kurulacak. Karşılıklı rehine takasının ardından bölgede çatışmaların şiddeti azalabilir, ancak bu durum savaşın sona ereceği anlamına gelmeyecektir.
Kalıcı çözüm ufukta gözükmüyor, acil görev bölgede ateşkesi sağlamak
Filistin meselesinde kalıcı çözüm bölgede iki devletli bir statükonun inşa edilmesidir. İsrail devletinin varlığını tanıyan, Filistin halkının kendi ülkesinde özgürce yaşamasına imkan veren iki devletli bir sistem… Yada aynı devlet çatısı altında iki bölgeli federal bir yapı… Ancak bu seçeneğin şimdilik gündeme gelme şansı yok.
Geriye bölgede acil olarak bir ateşkes ortamı sağlama seçeneği kalıyor. Ancak BM Güvenlik Konseyi’nde bu yöndeki girişim şimdilik sonuçsuz kaldı. Her şeye rağmen yapılacak şey bölgede bir an önce ateşkesi sağlamak, sivil can kayıplarını durdurmak, Gazze’de yaşanan insanlık dramına son vermektir.
Aksi halde bugün savaş, şiddet ve ağır bombardımanların biriktirdiği kin, öfke ve düşmanlıklar yarın bir başka bölgede, beklenmedik başka bir anda ve öngörülemez bir şiddette karşımıza çıkıp eskisinden daha yıkıcı bir biçimde patlayacaktır.
İsrail Hamas çatışmasının Kürt meselesine yansımalarını gelecek yazıda ele almaya çalışacağım…
27.10.2023