Rusya lideri Putin 24 Şubat’ta Ukrayna’nın işgali için orduyu harekete geçirdiğinde dünyadan bu ölçekte bir tepki beklemiyordu muhtemelen.
Rusya, geçen yirmi yılda Batı ve NATO’nun içinde bulunduğu dağınıklıktan yararlanarak askeri ve jeopolitik etkinlik alanını büyük oranda genişletmişti. Rusya, 2008 yılında Gürcistan’a müdahale ederek Güney Osetya ve Ahbazya’yı kendine bağladığında ciddi bir engelle karşılaşmamıştı. 2014 yılında Kırım’ı işgal ettiğinde ve Ukrayna’dan Donetsk ile Luhansk’ı koparttığında karşısında ne bölgesel ne de küresel bir güç bulmuştu. O dönemde ABD ve AB’nin üzerinde uzlaşmakta zorlandığı kimi yaptırımları çok az bir hasarla atlatmıştı. 2015 yılında Suriye’ye yerleştiğindeyse ABD’nin hiç bir tepkisiyle karşılaşmamış, bir ölçüye kadar onun tarafından teşvik edilmiş, Libya’ya kadar askeri varlığını genişletmişti.
Ancak bu kez Putin’in evdeki hesabı çarşıdakine uymadı, Ukrayna’ya gerçekleştirdiği kolonyal işgal hareketi beklenmedik bir tepkiyle karşılandı.
Bir süre öncesine kadar beyin ölümü gerçekleştiği iddia edilen NATO, Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı bir anda kenetlendi. Rusya’nın bu açık saldırgan tutumuna karşı İsveç ve Finlandiya gibi tarafsız ülkeler bile ABD ve AB’nin yanında saf tutarak NATO’ya üyeliği gündeme getirdi. Almanya gibi silaha sınırlı bir kaynak ayıran bir ülke, savunma bütçesini iki katına çıkardı. NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerine önemli askeri yığınak yapıldı. Başka bir ifade ile Rusya’nın Ukrayna işgali ciddi bir dağınıklık görünümü veren NATO için bir hayat öpücüğü işlevi gördü.
Öte yandan Batı dünyası, Rusya’nın Ukrayna saldırısına karşı şimdiye kadar görülmemiş kapsamda bir yaptırım paketini hayata geçirdi. Rusya’yı ekonomik olarak çökertmeyi amaçlayan ekonomik yaptırımlar daha şimdiden etkisini göstermiş görünüyor. Rusya borsası üç haftadır açılmazken, Rus rublesi yüzde elli dolayında değer kaybetti. Rusya’yı ekonomik olarak cezalandırma kapsamında ABD, AB, İngiltere, Kanada, Japonya ve Avusturalya hava sahasını Rus uçaklarına kapattı. Bu ülkelerdeki bütün Rus varlıkları donduruldu. Rusya’nın enerjisine büyük oranda muhtaç olan Almanya, bu ülke ile imzaladığı Kuzey Akım 2 Boru Hattı’nı iptal etti. Rusya’nın saldırgan tutumu BM tarafından oy çokluğuyla kınanırken, Rusya’nın Avrupa Konseyi’ndeki üyeliği askıya alındı.
Batı dünyasının bu kez bu denli sert tepki vermesinin nedeni, Rusya’nın son saldırgan tutumundan ve sert gücünü pervasızca kullanmaya çalışmasından duyduğu tedirginlikten kaynaklanıyor. Putin’in son dönemde nükleer saldırı tehdidinde bulunmasının da Batının kenetlenmesinde etkisi büyük oldu.
Başka bir ifadeyle Rusya Ukrayna’yı işgal ederek NATO’nun doğuya gelişmesini engellemeye çalışırken Batı ittifakını daha da güçlendirdi. NATO’nun ilk kez 40 bin askerden oluşan bir askeri gücü Rusya’ya karşı harekete geçirmesi, Balkan ülkelerinden Kosova’nın NATO üyesi olmak amacıyla ABD’ye askeri üs vermeyi teklif etmesi Ukrayna işgalinin Rusya bakımından ne kadar ters teptiğinin göstergesi. Rusya saldırganlığının yol açtığı tehdit tarafsızlığıyla dikkat çeken İsviçre’yi bile AB yaptırımlarına destek verme noktasına getirdi. Son olarak AB sembolik anlamda da olsa Ukrayna’nın üyelik sürecini başlatmaya karar verdi.
Rusya’nın emperyal hedefleri
Rusya’nın Ukrayna saldırısının tümüyle emperyal ve sömürgeci bir amaçla gerçekleştirildiği açıktır. Ukrayna’nın ordu gücüyle topyekûn bir biçimde işgal edilmesi hem uluslararası hukukun ihlali hem de bölgesel ve küresel barışa dönük ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Rus lideri Putin’in Çarlık Rusya’sının ihtişamlı imparatorluk dönemine büyük bir özlem duyduğu bütün açıklamalarında açıkça görülmektedir. Soğuk savaşın bitiminden sonra Sovyetler Birliği’nin yaşadığı dağılma süreci, eskiye dönüş özlemini daha da travmatik hale getirmiştir.
Sovyetler Birliği 1990’lu yıllarda bir değil, iki yönlü bir dağılma süreci geçirdi. İlkin Varşova Paktı üyesi 15 ülke Sovyetler Birliği’nin etkisinden kurtularak Avrupa Birliği ya da NATO’ya katıldı. Ardından da Sovyetler Birliği bünyesinde bulunan onlarca ülke ayrılarak bağımsızlıkları ilan etti. Altı çizilmesi gereken bir nokta şu ki, Sovyetler Birliği’nden ayrılan cumhuriyetlerin hemen hepsi o dönemde bağımsız devlet kurma süreçlerini barışçıl bir biçimde gerçekleştirdi. Varşova Paktı üyesi ülkelerin AB ve NATO üyelikleri de bu ülkelerin talebi doğrultusunda ve barışçıl bir biçimde hayat buldu. 2000’li yıllarda Rusya’nın bile NATO’ya katılması tartışma gündemine geldi.
Başka bir ifadeyle Sovyetler Birliği dış faktörlerden çok, sistemin iç işleyişinden kaynaklı nedenlerden dolayı dağıldı. Sovyetlerin dağılması Varşova Paktı’nın da sonunu getirdi. Her iki durumda da NATO ve Batı’nın etkisinden çok sistemik etkenler belirleyici oldu. Bu çerçevede bakıldığında NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve böylece Rusya’nın kuşatılmasından söz etmek yerine, Sovyetler Birliği’nin etkisinden çıkan ülkelerin gönüllü olarak NATO’ya katılımından bahsetmek daha doğru bir değerlendirme olur.
1991 yılında başlayan dağılma sürecinin ardından kendi iç sorunlarıyla boğulan Rusya, o dönemde yaşanan söz konusu gelişmelere seyirci kalırken, 2000’li yıllardaki toparlanmayla birlikte küresel rekabet alanına ihtiraslı bir biçimde geri döndü. Putin, son yılarda belirli aralıklarla yaptığı açıklamalarında bir yandan Rusya’nın küresel ve emperyal vizyonunu yeniden tanımlarken öte yandan da bu yeni vizyon doğrultusunda önemli hamlelerde bulundu. 2008 yılındaki Gürcistan Müdahalesi, 2014 Kırım’ın ilhakı, 2015 sonrasında Suriye, Libya ve Kafkaslar’daki askeri girişimleri bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Rusya Lideri Putin Ukrayna işgali öncesinde yaptığı bir konuşmasında Rusya’nın yeni dönemdeki küresel ve emperyal hedeflerini çıplak bir biçimde dile getirdi. Putin açıklamasının bir yerinde “Ukrayna diye bir ülke yoktu. Ukrayna, Lenin’in eseridir ve varlığını komünizme borçludur. Bolşevikler, Rus Çarlığı toprakları üstünde birçok devlet kurdu. Bu devletler, Rusya’nın kaynakları ve Rusların kanıyla kuruldu. Lenin ve Stalin, tarihsel Rus topraklarını aldı ve başka uluslara verdi. Hukuki temelleri olmayan devletler kuruldu. Bunun sonuçlarını bugün dahi görebiliyoruz. Her ulusun milliyetçiliğini desteklemeye gerek yok. Ama Bolşevikler bunu yaptı. Her ulusun milliyetçiliğini desteklediler. Ukrayna kendi tarihimizin, kültürümüzün ve manevi alanımızın ayrılmaz bir parçasıdır…” dedi. (https://tr.euronews.com/2022/02/24/vladimir-putin-in-ukrayna-y-isgalinin-arkas-ndaki-gercek-ne) Putin’in bu açıklaması Hitler’in 2. Dünya Savaşı’na götüren gerekçelerini hatırlattı. Hitler, Avusturya’daki Almanca konuşanların varlığını sürerek 1938 yılında bu ülkeyi işgal etmiş, bu süreç 2. Dünya Savaşı’na giden yolu açmıştı.
Putin Ukrayna işgaline dünya kamuoyunun desteğini almak için ayrıca bu ülkedeki Rus azınlığın varlığını, Ukrayna’da güçlenen Neonazi hareketini ve bu ülkenin NATO üyeliği yönündeki girişimlerini sıraladı. Oysa bunların hiç biri bir ülkenin işgali için geçerli mazeretler değildir.
Günümüz dünyasında etnik açıdan homojen bir yapıya sahip neredeyse tek bir ülke yok. Bir devletin başka bir ülkedeki soydaşlarının varlığını işgal gerekçesi yapması halinde dünyanın bir savaş alanına dönüşmesi kaçınılmaz.
Nazilerin ve ya aynı çizgideki faşist partilerin varlığına gelince, bunlar her ülkede az çok varlar. Bugün ileri demokratik ülkelerde bile önemli kitle desteğine sahip Neonazi partiler söz konusu. Hiç kimse bu partilerin varlığına dayanarak söz konusu ülkeleri işgal etmeyi aklının köşesinden geçirmez.
NATO’ya üyelik ise her ülkenin kendi tercihine bağlı olan bir durumdur. Ukrayna ya da başka bir ülkenin NATO’ya üyeliği tamamen o ülkede yaşayan halkın iradesi çerçevesinde şekillenecek bir konudur.
Özetle bu gerekçelerden hiç biri Rusya’nın Ukrayna işgalini haklı çıkartmaz, tersine onun açık bir kolonyal işgal girişimi ve uluslararası barış ve istikrarı hedef alan bir tehdit olduğunu ortaya koyar.
Rusya saldırısı Ukraynalılara ulusal kimlik kazandırdı
2014 Kırım işgali deneyiminden yola çıkarak Ukrayna işgalini kısa sürede bitireceğini öngören Putin’in hesabı bu kez suya düştü. Ukrayna lideri Zelensky başta olmak üzere Ukrayna halkı Rusya saldırısına karşı umulmadık bir direniş sergiledi. Başka bir ifadeyle Ukrayna kimliğini yok sayan Rus lideri Putin, Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşla Ukrayna halkına kendi eliyle bir ulusal kimlik kazandırdı. Rusya işgaline karşı sergilenen direnişte Batı dünyasının verdiği maddi katkının, silah ve moral desteğinin payı olsa bile Ukrayna halkı kendi ülkesini savunmak ve batı dünyasının bir parçası olarak kalmak için büyük bir direniş sergiliyor.
Gelinen aşamada Ukrayna savaşı Rusya ile Batı ve NATO arasında bir bilek güreşine dönüşmüş durumda. Rusya’nın uluslararası sistemdeki küresel oyunculuğunu tescil ettirmek için Ukrayna’da savaşı daha da yıkıcı boyutlara ulaştırması şaşırtıcı olmaz. Batı ise Ukrayna’daki savaşı zamana yayarak bu savaşı Rusya için bir bataklığa dönüştürmenin peşinde.
Ancak sonuçta olan Ukrayna halkına oluyor. Bu makalenin yazıldığı tarihe (14.03.2022) kadar geçen 20 günlük bir çatışma sürecinde iki milyon Ukraynalı ülkesinden göç etmek zorunda kaldı. Savaşın devamına bağlı olarak bu sayının artması bekleniyor. İnsanlık bir kez daha Avrupa’nın ortasındaki bir ülkede savaşın yol açtığı yıkım manzaralarını dehşetle seyrediyor. Bir kez daha ve en çok savunmasız çocuklar ve sivil insanlar savaşta hayatlarını kaybediyor. Doğa tahrip ediliyor, nükleer santral tesislerinden sızan radyoaktif maddeler çevre için risk seviyesini artırıyor. Dünya 30 yıllık geçici bir yumuşama sürecinden sonra yeniden soğuk savaş iklimine dönüyor.
Soğuk Savaşın Dönüşü
Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra dünya buz gibi bir iklime geri döndü. Batı dünyasının Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımların kapsamı ve etkisi düşünüldüğünde dünyanın yeniden soğuk savaşa döndüğünü söylemek mümkün. Elbette bu kez Rusya, Sovyetler Birliği dönemi kadar güçlü değil, ancak elindeki nükleer silahların varlığı onu dünya için önemli bir tehdit unsuru haline getiriyor.
Önümüzdeki dönemde Rusya’nın Ukrayna işgalinden kaynaklı gerilimin daha da artması kaçınılmaz. Kısa dönemde savaşa son verilmez ve diplomatik çözüm kanalları açılmazsa Batı dünyası ve NATO’nun Rusya’ya dönük yaptırımların dozunu artırarak sürdüreceği görülüyor.
Bu durumda her iki tarafın daha çok içe kapanması, karşılıklı gerilim ve düşmanlaştırmanın daha da artması, toplumlararası milliyetçilik ve çatışma potansiyelinin yükselmesi sürpriz sayılmaz. Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı çok yönlü siyasi, ekonomik ve askeri ambargo sadece Rusya’yı çökertmekle kalmayacak, aynı yaptırımlardan Batı ülkeleri de büyük oranda etkilenecek. Ekonominin küreselleştiği ve iç içe geçtiği bir dönemde bütün ülkeler ekonomik ve siyasi olarak daralmayla karşı karşıya kalacak. Ukrayna savaşı başlar başlamaz, başta petrol, gaz ve enerjide olmak üzere emtia fiyatlarının bütün dünyada arttığını, böylece insanların alım gücünün düştüğünü, üretimin azaldığını görmek mümkün.
Daha da önemlisi yeni dönemde hem Batı’da hem de Rusya’da silahlanma yarışının artışına ve siyasi kutuplaşmanın derinleşmesine daha çok tanıklık edeceğiz.
Savaşın Türkiye ve Kürt meselesine olası yansımaları
Türkiye uzun bir zamandan beri Batı ve Rusya arasında bir denge politikası izliyor. Şimdi ise Ukrayna ve Rusya arasında bir denge politikası yürüterek bu süreçten en az zararla çıkmak istiyor.
Türkiye’nin söz konusu denge politikası geçmişte Batı ve NATO’yla ilişkilerinde bir gerilim konusu ola geldi. Türkiye’nin, ABD’nin kendisine karşı uyguladığı bazı ambargoları ve son olarak F-35 programından çıkartılmasını gerekçe göstererek Rusya’dan stratejik nitelikteki S 400 füzelerini alması Batı ile olan ilişkilerini daha da gerdi. NATO üyesi olan Türkiye’nin Rusya’dan S 400 füzelerini alması onun NATO ile olan yükümlülükleri açısından yeni bir sorun odağı olarak değerlendiriliyor.
Öte yandan Türkiye Rusya’nın önemli bir gaz alıcısı durumunda ve her yıl Rusya’dan 8 milyon turist tatil için Türkiye’ye geliyor. Yapımı sürdürülen Akkuyu Nükleer Santrali esas olarak Rusya’nın desteği ile sürdürülüyor. Türkiye Rusya ile yoğun ekonomik ilişkilerinin yanı sıra Suriye’de de bu ülkeyle belirli bir işbirliği içinde bulunuyor.
Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya karşı kenetlenen Batı dünyası Türkiye’yi yanına almak için yoğun girişimlere başlamış durumda. Başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin Türkiye’den iki yönlü bir beklentileri var. Birincisi, Türkiye’nin Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katılımını sağlamak, ikincisi ise Kafkasya ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya taşınacak enerji naklinde Türkiye’nin konumundan faydalanmak. .
Batı dünyası Türkiye’nin Rusya’ya olan gaz ve enerji bağımlılığını dikkate alarak ona belli muafiyetler tanıyabilir, ancak NATO üyesi olarak Türkiye’yi Rusya’ya karşı daha açık bir tutum almaya zorlayacağı kesin.
Başka bir ifade ile Rusya ve Ukrayna savaşından, her iki ülke ile yakın ekonomik ve ticari ilişkileri olan Türkiye’nin kısa ve orta vadede zararlı çıkması muhtemel. Buna karşı Rusya’ya karşı bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin yeniden ilgi odağı olması ve Batı ülkeleri nezdinde jeopolitik konumu nedeniyle yeniden ön plana çıkması şaşırtıcı olmaz.
Ukrayna krizinin Kürt meselesine yansımasına gelince.
Bazı yorumcuların Rusya’nın Ukrayna işgalinin Kürt meselesine olumlu etkilerinin olacağı yönündeki iddialarının aksine ben bu krizin Kürt meselesini iki açıdan olumsuz yönde etkileme potansiyeli taşıdığını düşünüyorum.
Birincisi, Ukrayna krizinin dünyanın bir numaralı gündem maddesine dönüşmesi, benzer konu başlıkları gibi Kürt meselesine dönük ilgiyi de kaçınılmaz bir şekilde azaltacaktır. Başka bir ifadeyle Ukrayna savaşının dünyanın ilgi ve enerjisinin yoğunlaştığı bir odağa dönüştüğü bir konjonktürde Kürt meselesinin ikinci plana düşmesi ve ötelenme riski altı çizilmesi gereken bir konudur.
Öte yandan dünyanın siyasi olarak kutuplaştığı ve uluslararası ilişkilerin donuklaştığı bir ortamda Kürt meselesi gibi bölgesel sorunların ikinci plana düşmesi kaçınılmazdır. Geçen yüzyılda Kürt meselesinin çözümsüz kalmasının bir nedeni de onun iki kutuplu dünya iklimi içinde donmuşluğa terkedilmesiydi. Soğuk savaş koşullarında birçok etnik ve ulusal sorun ilgili ülkelerin iç sorunu sayılarak soğuk savaş perdesi altında unutulmuştu.
Kürt meselesinin 1991 yılında gün yüzüne çıkması tesadüfi bir durum değildi. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından soğuk savaş son bulmuş, bu ise Kürt meselesi gibi bölgesel sorunların ön plana çıkmasına imkan vermişti.
Yakın gelecekte Ukrayna savaşından kaynaklı olarak uluslararası düzeyde kutuplaşmanın derinleşmesine bağlı olarak Kürt meselesinin uluslararası plandan geri düşme ihtimali yabana atılmamalıdır. Ukrayna krizinden kaynaklı olarak Türkiye’nin Batı ve NATO nezdindeki öneminin yeniden tartışıldığı, enerji ihtiyacından dolayı İran’a dönük ambargonun bile gündeme geldiği bir dönemde uluslararası toplumun Kürt sorununun çözüm girişimlerine olan ilgisinin azalması sürpriz bir gelişme sayılmaz.
Kürt siyasi aktörlerinin olası böyle bir gelişmeye karşı ortak bir akıl oluşturmaları şimdi daha çok önem kazanmaktadır.