Zaho katliamı; şerden hayır çıkarmak | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

Zaho katliamı; şerden hayır çıkarmak

YazarResmi


20 Temmuz tarihinde Türk havan topçu saldırısı sonucunda Kürdistan Bölgesi Zaho ilçesine bağlı bir tatil beldesinde 9 sivilin yaşamını yitirmesi ve 33 insanın yararlanmasının ardından yükselen tepkiler devam ediyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve merkezi Bağdat hükümeti, Zaho saldırısının faili olarak Türkiye’yi hedef gösterip sert tepkiler ortaya koyarken, Arap ülkelerinden ABD ve Rusya’ya kadar birçok merkezden Türkiye’yi kınayan açıklamalar geldi. Irak hükümetinin saldırıyla ilgili Türkiye’yi şikayet ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ise gerçekleştirdiği toplantı sonucunda Irak’ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne sayı çağrısında bulunarak Zaho’da yaşanan katliamı ser şekilde kınadığını bildirdi.


Bu yoğun tepkiler karşısında Türk Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin söz konusu saldırıyla ilgisinin olmadığını açıkladı ve sivil kayıpların sorumluluğunu PKK’ye yükleme yolunu seçti.


Önce bir noktanın altını çizmekte yarar var.


Türkiye’nin yıllardır bölgede sürdürdüğü askeri operasyon ve saldırılar sonucunda yaşanan sivil kayıplar –bu çapta olmasa da- yeni değil. Değişik kaynaklara göre şimdiye dek 200 dolayında sivil insan bu tür saldırılarda yaşamını yitirdi. Dahası, Türkiye, PKK bahanesiyle Kürdistan Bölgesi’ni son dönemde yolgeçen hanına çevirdi. Sınır bölgesini kevgire dönüştürdü. Türkiye geçen zaman içinde Kürdistan Bölgesi’nde yüzlerce askeri nokta kurdu. Bölgenin bu denli militarize edilmesi ve askeri güç yığınağına gidilmesi sivil yaşam alanlarını ciddi bir biçimde tehdit eder noktaya ulaştı. Son sivil katliamın yaşandığı Zaho’daki turistik beldeye yakın bir noktada Türk askeri birimlerinin bulunuyor olması, sorunun boyutlarını yeterince ortaya koyuyor zaten. Yaşanan askeri operasyon ve çatışmalar nedeniyle ekonomik yaşam felç oldu. Irak Dışişleri Bakanlığı’nın BM Güvenlik Konseyi yaptığı şikâyette Türkiye’nin bölgede şimdiye kadar 22 740 ihlale yol açtığı bildiriliyor.


Peki, Türkiye Kürdistan Bölgesi’nde böylesine pervasız ve kontrolsüz bir biçimde hareket ederken, kimlerden cesaret alıyordu? Hiç kuşkusuz uluslararası toplumun sessizliğinden…


Türkiye’nin PKK bahanesiyle Kürdistan Bölgesi’nde günbegün ayağına yer açtığını, Kürdistan Bölgesi’nin nefes kanallarını kestiğini ve böylece Kürt siyasi iradesini kırmaya çalıştığını bilmeyen yok.


Kürdistan Bölge Yönetimi ise yaşadığı iç bölünme ve parçalanmadan dolayı Türkiye’nin söz konusu sindirme siyasetine güçlü bir tepkiyi şimdiye kadar ortaya koymadı, koydukları da çok cılız kaldı.


Merkezi Irak yönetimine gelince, buradaki tablo içler acısı. Genel seçimlerin üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçtiği halde hala hükümet kuramamış bir ülkeden bahsediyoruz. Merkezi Irak hükümetinin Türkiye’nin müdahalelerine sessiz kalışının bir nedeni mevcut siyasi bölünmüşlük ise, asıl neden Kürdistan Bölgesi’nin Türkiye’nin eliyle hırpalanmasından kendisinin de bir ölçüde medet umması. Bu konuda zaman zaman göstermelik tepkiler gösterse de Bağdat yönetimi Kürt iradesini zayıflatmaya dönük Türkiye’nin girişimlerine bugüne kadar bilerek sessiz kalmayı seçti.


Bu tablo içinde uluslararası düzeyde Türkiye’yi Irak’ın egemenliğini hiçe sayan süregelen keyfi müdahalelerden caydıracak bir tepki belenemezdi. Zaten Türkiye siyasi denklemin söz konusu açıklarından faydalanarak bugüne değin bu keyfilikte ve çapta güç kullanımına başvurmayı sürdürdü.


Kırılma noktası


Yıllar sonra ilk kez gözler Türkiye ile başka aktörlerin Kürdistan Bölgesi’ndeki istikrarsızlaştırıcı rolüne çevrilmiş durumda. Zaho katliamı bu konuda bir kırılma noktasına dönüşebilir. Kürdistan Bölgesi’ne dönük yıkıcı ve kirli planların bu vesileyle dünya kamuoyunun girmesi hayırlı bir gelişmedir. Son gelişmeler Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ndeki askeri varlığının sorgulanması için bir zemin oluşturmuş görünüyor.


Bu aşamada bütün tarafların beklentisi güvenli ve kapsamlı bir soruşturma sonucunda saldırının faillerinin tespit edilmesi ve olayın bütün boyutlarıyla açığa kavuşturulmasıdır. Böyle bir soruşturma sonucunda Türkiye ya da başka aktörlerin bu saldırıdaki dahlinin tespit edilmesi önemlidir. Daha da önemlisi Türkiye’nin bölgenin bu düzeyde militarize edilmesinde oynadığı belirleyici roldür. Bölgedeki askeri gücün ve çatışmanın bu denli yoğunlaşmasının sivil yaşamı tehdit etmesi kaçınılmazdır. Türkiye’nin bölgedeki askeri yığınağının düzeyi ve PKK’nin silahlı varlığı birlikte düşünüldüğünde, bölgede yaşayan ve seyahat eden sivillerin hiçbiri için can güvenliği söz konusu değildir.


Türkiye’nin ve PKK’nin askeri varlığı sürdükçe, Kürdistan Bölgesi’nde can güvenliğini sağlamak bir yana, ekonomik ve sosyal yaşamın devamlılığı sürdürülemez. Eğitim, sağlık, seyahat gibi temel hizmetlerin hiçbiri yerine getirilemez. Böyle bir tablonun Kürdistan Bölgesi’nin geleceği açısında yol açacağı yıkıcı sonuçları öngörmek zor değildir.


Son gelişmeler içinde en dikkat çekici nokta, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in BM Güvenlik Konseyine yaptığı Türkiye ve PKK’nin Irak’tan askeri güçlerini çekme yönündeki çağrısıdır. Bölgede yaşanan sorunların çözümü için en gerçekçi yaklaşım, öncelikle Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne yönelik askeri saldırıları durdurması ve bölgedeki varlığını çekmesidir. Benzer şekilde, PKK Türkiye ile silahlı mücadele yöntemini sonlandırmalı, Kürdistan Bölgesi’ne sorun olacak her türlü girişimden uzak durmalıdır.


BM Güvenlik Konseyi’nin bu konuda nasıl bir inisiyatif geliştireceğini izlemek gerekir. Öte yandan Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayan yeni soğuk savaşın belirlediği uluslararası iklimde Türkiye’nin artan rolü dikkate alındığında bu konuda iyimser olmak için erken görünüyor.


Bu aşamada kesin sonuç elde etme için iki faktörün etkin çalışmasına ihtiyaç var.


Birincisi, Kürdistan Bölgesi’nin siyasi, idari, askeri ve mali olarak toparlanması, güçlü ve ortak bir ulusal iradenin ortaya konulmasıdır. Bütün gözlerin Kürdistan’a çevrildiği bu süreç iyi fırsata dönüştürülmelidir. Dünyadaki bütün Kürtlerin birikim ve desteğini harekete geçirebilecek böylesi bir iradenin bölgesel düzeyde ve uluslararası alanda daha etkin bir karşılık bulacağına kuşku yok.


İkincisi, bu konuda sonuç almak için Irak merkezi yönetiminin görünür bir duruş ortaya koymasına ihtiyaç var. Ancak Iraktaki siyasi yapının parçalanmışlığı kısa vadede buna engel. Bağdat’a görece bir istikrarlı yönetimin oluşması bakımından da Kürtlerin desteği önemlidir. Erbil’den çıkacak güçlü bir irade ve sinerji Bağdat’ta taşların yerli yerine oturmasına sanılanın ötesinde katkı sunabilir.


Boşuna dememişlerdir; her şerde bir hayır vardır, diye.