Uzun soluklu mücadeleye hazırlanmak | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

Uzun soluklu mücadeleye hazırlanmak

YazarResmi

Türkiye’de 14-28 Mayıs tarihlerinde yapılan meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde öngörülen değişim beklentisi gerçekleşmedi. Bu durumun yol açtığı hayal kırıklığı muhalefet cephesinde yeni bir sorgulama ve iç tartışma süreci başlatmış görünüyor. Türkiye’nin mevcut kaotik durumu aşması ve bir değişim sürecine girmesi için köklü bir tartışma ve değerlendirmeye ihtiyaç var. Görünen o ki hem Kürt halkını hem de bir bütün olarak demokrasi ve değişim güçlerini zor bir dönem bekliyor.

14-28 Mayıs seçim sonuçları çok yönlü ve kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Ortaya çıkan seçim sonuçları bakımından bir değil birden çok faktörün etkisinden söz edilebilir.  Küresel ve bölgesel faktörlerin yanı sıra Türkiye’deki iç dinamiklerin her birinin seçim sonrasında ortaya çıkan tabloda etkisi söz konusu.

Küresel düzeyde yükselen milliyetçilik

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve soğuk savaşın son bulmasından sonra barış ve demokrasi yönünde oluşan yumuşama beklentisi çok sürmedi. Hemen ardından dünyada yeni kutuplaşmalar boy göstermeye başladı.  Buna çok kutuplu dünya deniliyor. Bu süreçte toplumlar içe kapanmaya başladı, bölgesel ve etnik çatışmalar arttı, yabancı düşmanlığı yükseldi. Bu durum küresel düzeyde demokrasilerin gerilemesine ve popülist hareketlerin yükselmesine yol açtı.  Yaşanan ekonomik, siyasi ve toplumsal krizleri yabancıların/göçmenlerin varlığına dayandıran popülist hareketler hızla yükselişe geçti. Popülist ve gerici hareketlerin en büyük özelliği bir öteki/düşman yaratmak ve korku üzerinden toplumu kenetleyip harekete geçirmek. Bir “beka sorunu” olduğuna inandırılan, geleceği tehdit altında olduğuna ikna edilen bir toplumu her türlü seferberliğe katmak mümkün. Rusya’da, Hindistan’da, Trump’ın Amerikası ya da Bolsonaro’nun Brezilya’sında yaşanan budur. AB üyesi Macaristan yıllardır böylesi popülist bir lider Viktor Orban tarafından yönetiliyor.

1990’lı yıllarda cezbedici bir demokrasi modeli olarak yıldızı parlayan Avrupa Birliği de geçen dönem içinde etkinlik ve cazibesini yitirdi. 1990’lı yıllardan 2010 yılına kadar Türkiye’nin demokratikleşme sürecini yakından gözetleyen ve böylece Türkiye’de demokratik normların hayata geçirilmesinde bir denge unsuru olarak etkili olan Avrupa Birliği artık yok.

Dünyada yaşanan bu kırılgan ve dengesiz ortam Türkiye gibi ülkelerde popülist liderler için elverişli bir iklim oluşturuyor. Soğuk savaş döneminin iki kutuplu güç dengesi geçmişte uluslararası sistemde görece bir istikrar sağlarken, soğuk savaşın son bulması Türkiye, İran, Brezilya gibi ülkeleri serbest bıraktı, bölgesel güç olmalarının önünü açtı. Söz konusu dış koşulların uygun iç koşullarla örtüşmesiyle adı geçen ülkelerde keyfi ve otoriter yönetimler güçlendi. Son yıllarda Türkiye’nin bölgesel ölçekte izlediği yayılmacı politika ve Erdoğan gibi popülist bir liderin bunca güç kazanmasında söz konusu küresel çaptaki kaotik ortamın etkisi büyüktür. 

Kürtlerin Güç Kaybı

2000’li yılların başı Kürtlerin yıldızının hızla parladığı bir dönem oldu. Irak’ta Saddam rejimi sonrası 2005 yılında yapılan anayasa yapımında ve yeni rejimin inşasında Kürtler belirleyici bir rol oynadı. 2005 yılında yapılan anayasa Kürtlere federe bir statü sağlarken aynı zamanda Kürt varlığının uluslararası alanda tanınmasına yol açtı.

Aynı yıllarda birçok faktörün etkisiyle Kürtler Türkiye’de siyasetin merkezine taşındı. AKP iktidarı izlediği açılım ve çözüm süreçleriyle Kürt meselesinin barışçıl çözüm imkanları güçlendi. Kürt meselesi bir anda Türkiye gündeminin merkezine yerleşti. Kürtler devlet tarafından tanınır oldu, belli kültürel hakların önü açıldı. Kürt siyasi aktörleri fiili bir meşruiyet kazandı.

2014 yılında IŞİD’in ortaya çıkışı Kürtlere Irak ve Suriye’de hızla tarih sahnesine çıkma imkanı sundu. IŞİD’e karşı verilen mücadelede Kürtlerin verdikleri insanüstü mücadele ve ortaya koydukları fedakârlıklar dünyada büyük bir sempati topladı.

Kürtlerin bölgesel düzeyde yıldızı hızla parlıyordu ve süreç 25 Eylül 2017 bağımsızlık referandumuna kadar uzandı. 25 Eylül 2017’de yapılan bağımsızlık referandumu, Kürtlerin bağımsızlık iradesini güçlü bir biçimde ortaya çıkardı.

Ancak o noktada Kürt düşmanları harekete geçti. Başta ABD ve İngiltere’nin yol vermesi ve Türkiye ve İran ve Bağdat’ın ortak saldırısı ile Kürtler lehine oluşan denklem tersine döndü. Güney Kürdistan’daki kazanımlar büyük ölçüde kaybedildi. Türkiye’de Kürt çözümü, Kürt karşıtı savaşa dönüştü. Suriye’de elde edilen kazanımlar büyük ölçüde kaybedildi.

Özetle Türkiye’nin, Kürt hareketinin geri çekildiği ve güç kaybettiği bir konjonktürde 14-28 Mayıs seçimlerine gittiğini söylemek mümkün.

Seçim öncesi tablo ve toplumsal beklentiler

14 Mayıs seçim öncesinde ortaya çıkan toplumsal değişim talebine ilişkin analizler afaki değil,  Türkiye’nin içinde bulunduğu çok yönlü krize dayanıyordu.

Türkiye’de izlenen Kürt karşıtlığı ve çatışmacı siyasetin ülkeyi derin bir darboğaza soktuğu bir sır değil. Ekonomi dibe vurmuş, toplumun ezici çoğunluğu yoksulluk sınırları altındaki koşullara mahkum edilmiş, muhalefetin sesinin sansür ve hapis cezalarıyla bastırıldığı bir tablodan söz ediyoruz.

Kürtlere karşı ise doludizgin sürdürülen çatışma ve baskı politikası had safhaya ulaşmıştı; yüzlerce belediyeye kayyum atanmış, binlerce siyasetçi tutuklanmış, haklarında açılan kapatma davalarıyla Kürt partileri nefessiz bırakılmıştı ve söz konusu durum benzer şekilde devam ediyor.

Başka bir ifade ile iktidar izlediği otoriter, baskıcı ve Kürt karşıtı politikalarıyla toplumsal desteğini kaybediyor, meşruiyeti giderek zayıflıyordu. Bu tablo içinde bir iktidar değişimi kaçınılmaz gibi görünüyordu.

14 Mayıs sonuçları bu beklentiyi bir miktar doğrular nitelikteydi. AKP’nin oyları bir önceki 2018 seçimlerine göre %42 den 35’e indi, daha önce iki kez üst üste birinci turda seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kez birinci turda % 50 +1 barajını geçemeyip seçilemedi.

Buna karşın iktidar blokunu oluşturan Cumhur İttifakı 14 Mayıs’ta yapılan milletvekili seçimlerinde parlamentoda üstünlüğü ele geçirdi. Cumhur İttifakı adayı Erdoğan ise ilk turdaki seçimi önde bitirdi. Bu durum yapılan ikinci tur seçimlerinde Erdoğan lehine bir psikolojik üstünlük oluşturdu.

Bu tablo içinde Erdoğan 28 Mayıs’ta % 52 küsur oyla yeniden cumhurbaşkanlığına seçildi. Türkiye’de yaşanan bunca olumsuzluğa karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilmesinde iki faktörden söz edilebilir. Birincisi, Cumhur İttifakı’nın devletin bütün olanaklarını seçim kampanyasında kendi lehine harekete geçirmesi. Devletin bütün kurumları, yüzlerce basın kuruluşu, devletin radyo ve televizyonu, bütün devlet aygıtları iktidarın propaganda aygıtlarına dönüştü. Buna karşı muhalefet partilerinin yaptığı seçim kampanyalarına birçok zorluk çıkartıldı, bütünüyle demokratik olmayan eşitsiz koşullarda bir seçim kampanyası yürütüldü.

Öte yandan 2023 seçimlerinde AKP-MHP öncülüğünde Türkiye’nin en sağcı ve milliyetçi ittifakının oluştuğunu söylemek mümkün. Topluma sunacağı hiçbir vaadi kalmayan İktidar bloku son çare olarak milliyetçiliğe ve korku üzerinde toplumu yanında tutmaya yöneldi. Son bir kaç yılda sürekli köpürtülüp bir yönetme anlayışına dönüştürülen Kürt düşmanlığı sadece milliyetçi oyları bloke etmek için değil, aynı zamanda muhalefeti manipüle etmek için de çok etkili bir biçimde kullanıldı. İktidar bloku korku ve bölünme korkusuyla sadece muhalefeti sıkıştırmakla kalmadı, aynı zamanda onu da milliyetçilik kıskacına alarak değişim yönünde daha fazla açılım yapma cesaretini kırdı.

Bütün bu tablo içinde Cumhur İttifakı ve Erdoğan bakımından gerçek bir galibiyet ve güçlü bir zaferden söz edilemez. Çünkü toplumun yaklaşık yarısının karşı oy kullandığı ve oldukça tartışmalı bir seçimde kotarılan bir iktidarın Türkiye’de istikrar sağlaması çok zor.

Muhalefetin avantaj ve açmazları

CHP ve İyi Parti’nin öncülük ettiği Millet İttifakı’nın seçim sürecinde yakaladığı kazanma beklentisinde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun izlediği kucaklayıcı anlayışın etkisi büyük oldu. Kemal Kılıçdaroğlu, uzun bir zamandan beri CHP’yi geleneksel statükocu kalıplardan kurtarma yönünde önemli çabalar sarf etti. Muhalefetin değişik kanatlarıyla diyaloğu geliştirdi, uzlaşı ve helalleşme yönünde mesajlar verdi. Kılıçdaroğlu, kotardığı bu uzlaşı ve ittifak politikasıyla 2019 seçimlerinde İstanbul ve Ankara gibi metropol şehir belediyelerini alarak 2023 seçimleri için bir umut yarattı. 6 partinin içinde yer aldığı Millet İttifakı önüne koyduğu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ve normalleşme vaatleriyle güçlü bir iktidar alternatifi imajını güçlendirdi.

20 yıllık aşınmış, yozlaşmış ve toplumun desteğini kaybetmiş bir iktidara karşı Millet İttifakı’nın 14-28Mayıs seçimlerinde yenilmesinin iki temel nedeninden söz edilebilir.

Birincisi, muhalefet açısından ilk planda avantaj gibi görünen bir faktörün, çoklu ve parçalı yapının giderek muhalefet açısından bir dezavantaja dönüşmesi. Muhalefet partileri arasındaki tartışmalar güven kaybına yol açtı.

İkinci ve temel faktör ise Millet İttifakı’nın milliyetçi ve Kürt karşıtı saldırılarına karşı cesaretli bir alternatif ortaya koymaması, tersine iktidarın söz konusu argümanlarına teslim olmasıdır.  

14 Mayıs seçimlerinin ardından cumhurbaşkanı adayı K. Klıçdaroğlu’nun milliyetçi oyları almak adına Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’la yaptığı protokol, muhalefetin bu konudaki zaafını iyice açığa çıkardı. Kürtlerin % 70 oranında kendisine verdiği desteği hiçe sayan Kılıçdaroğlu, 1-2 puanlık milliyetçi oylar için seçim vaatlerini bir yana iterek demokrasi ve değişim konusunda muhalefetin açmazlarını ortaya koydu.

Kürt siyasetinin hadikapları

14-28 Mayıs seçimlerinde tartışma konularından biri de Kürtler ve Kürtler adına siyaset yapma iddiasındaki HDP.

Arzulanan şey Kürtlerin asgari ulusal talepler ekseninde ve en geniş bir ittifakla 14 Mayıs seçim sürecine katılmasıydı. Kürt tarafı hem seçim sürecini ulusal talepleri gündeme taşıma için bir fırsata dönüştürülebilir, hem de iktidarın oluşumda bir anahtar aktör haline gelebilirdi. Ancak bu gerçekleşmedi.

Kapatılma tehdidi nedeniyle HDP yerine seçime giren Yeşil Sol Parti, 2018 seçimlerine göre 1 puandan fazla gerileyerek, birçok yerde vekil kaybetti.

HDP/YSP’nin kaybetmesinde siyasal iklimin Kürt karşıtı niteliği oldukça etkili oldu. Son 7 yılda kesintisiz süren baskı, sindirme ve operasyonlar HDP’nin güç kaybına yol açtı. 2015 yılındaki hendek politikaları ve ardından gelen kayyum ve tutuklama dalgaları toplumda bir kırılma ve içe kapanmaya sebep verdi. HDP başta olmak üzere Kürdistan isimli partiler hakkında açılmış ve sürmekte olan kapatma davaları Kürt siyasi partilerinin çalışma alanlarını iyice daralttı.

Öte yandan seçim barajının % 10’dan 7’e düşürülmesinin HDP’nin oylarının düşmesinde etkili olması mümkündür.  Önceki seçimlerde barajı aşması için HDP’ye oy verme yönünde oluşan seferberlik motivasyonu bu seçimde zayıflamış görünüyor.

HDP’nin cumhurbaşkanlığı için aday göstermemiş olması da Kürt seçmenin kenetlenme duygusunu zayıflatan bir etken olarak dikkate alınabilir.

HDP’nin 2015 yılından bu yana yaşadığı oy kaybında temel etken bu partinin yaşadığı kimlik bunalımı ve izlediği Türkiyelileşme politikası.

HDP’nin netlikten yoksun politikası kısa vadede ona manevra alanı sağlasa bile uzun vadede kitlelerde güven kaybına yol açıyor. HDP esas olarak Kürt halkının mücadele birikimi üzerinde varlığını sürdüren, baskı ve inkar politikalarına karşı tepkiyi arkasına alarak mücadele eden  bir parti. Ancak HDP Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini net bir biçimde ortaya koymaktan kaçınarak Türkiyelileşme gibi muğlak bir siyasetle ufuk kaybına yol açtı. HDP Türkiye’ye ilişkin genel geçer demokrasi taleplerini dile getirirken Kürt kimliğini silikleştirdi, Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini ikinci planda bıraktı. Bu durum Kürt toplumunda hem oy kaybına hem de ulusal duygunun zayıflamasına yol açıyor.

HDP’nin söz konusu politik perspektif bulanıklığı, onun ittifaklar politikasını yanlış kurmasının da temel nedenidir.

HDP Türkiyelileşme söyleminde vurguda bulunduğu oranda İttifaklar konusunda yüzünü Türk soluna çevirdi ve eforunu Türk sol hareketiyle yapacağı ittifaklarda yoğunlaştırdı. Bu çerçevede 14 Mayıs seçimlerinden bir yıl öncesinde değişik Türk sol partilerinin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurdu. HDP ve son anda onun yerine seçime giren Yeşil sol Parti’nin seçim bildirgesi de esas olarak Emek ve Özgürlük Bloku’nun ortak metinleri temel alınarak hazırlandı. Başka bir ifadeyle HDP, gövdesi Kürt,  politikaları ise Türkiyeci bir partiye dönüştü.

Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı

HDP, Kürt siyasi partileriyle ittifak çalışmalarını seçim sürecine girildikten sonra, son ana bıraktı. Kürt partileriyle diyalog sürecinin dar bir zamana sığdırılması, bu çalışmanın yeterince sağlıklı inşa edilmesine ve daha kapsamlı ve katılımlı bir şekilde kurulmasına engel oldu.

Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı, bir Kürt ittifakı için olması gereken en iyi programla ortaya çıktı. 02 Nisan 2023 tarihinde kamuoyuna ilan edilen deklarasyondan Kürt halkının talepleri ilk kez derli toplu ve anlaşılır bir biçimde kamuoyu ile paylaşıldı ve toplumdan tepki aldı.

Ancak sürecin son ana bırakılması Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın yeterince etkili ve görünür olmasını engelledi.

Kürtleri zor bir dönem bekliyor

14-28 Mayıs’ta yapılan seçimlerde beklenen iktidar değişimi gerçekleşmedi ve Cumhur ittifakı yeniden iktidar oldu. Öte yandan seçimi kazandığı halde ne Cumhurbaşkanı Erdoğan eskisi gibi rahat ne de Cumhur İttifakı parlamentoda eskisi kadar güçlü. Geçmişte birikerek ötelenen dev sorunlar yumağı yeni iktidarın önünde duruyor.  Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kurduğu yeni hükümetin mevcut sorunların üstesinden gelmesi çok zor. Seçim sonrası başlayan yüksek zam ve fırlayan fiyat artışları Türkiye bakımından krizin artarak devam edeceğini gösteriyor.

Bu koşullarda mevcut iktidar, yaşanan krizle baş etmek ve toplumsal gerilimi düşürmek için kutuplaştırıcı söylemler yerine siyaset tarzında bir yumuşamaya gidebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet üyelerinin çoğunu değiştirmekle hem dışarıya hem de içeriye bir yumuşama mesajı veriyor olabilir. Yumuşama yönünde verilen bu tür mesajlar dış sermaye girişini teşvik etmek için yararlı olabileceği gibi Millet İttifakı arasında yeni çelişkilere yol açabilir.  Yeni hükümet daha şimdiden yeni bir anayasa konusunu gündeme getirdi ve muhalefet içinde yeni tartışmaları başlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim zaferinin kesinleştiği gece 2024 yılında yapılacak yerel seçimlere ilişkin mesajlar verdi ve İstanbul gibi büyük şehirlerin alınmasından söz etti. Mevut iktidarın önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde İstanbul ve benzeri şehirleri almak için de daha kapsayıcı mesaj vermeye ihtiyacı var. Böylece hem AKP’den kopan Kürtlerin bir kısmı tekrar kazanılabilir hem de muhalefetin bütünlüklü hareket etmesinin önüne geçilebilir.

Madalyonun bir başka boyutu daha var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçimde Türkiye’nin en şoven ve milliyetçi ittifakı sayesinde seçimi kazandı. Seçim sürecinde izlenen politikanın saldırgan ve kutuplaştırıcı dili hiç olmadığı kadar sertleşti. Başka bir ifade ile potansiyel olarak son yılların en şoven ve Kürt karşıtı iktidar bloku ile karşı karşıyayız. Bölgesel düzeyde farklı gelişmeler yaşanmadığı sürece iktidarın Kürt karşıtı politikasının devam edeceği görülüyor. Yakın zamanda bir erken seçim ya da iktidar değişikliği ise ufukta yok.

Bu durum Kürtleri zor bir dönemin beklediğinin işareti.

O halde ne yapmalı?

Kazanmak için güçlü ve net bir ulusal duruşa ihtiyaç var

Kürtlerin haklı ulusal talepleri var, Kürtlerin tümünün üzerinde uzlaştığı ve kimsenin reddedemeyeceği insani talepler.

Kürt kimliğinin anayasada tanınması, Kürt dilinin eğitim dili ve resmi dil olarak kabul edilmesi, Kürtlerin özgürce örgütlenebilme hakkı, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme hakkı vb.

Bu hakların tümü meşru, insani ve evrensel hukukun güvence altına aldığı niteliktedir.

Kazanmak için iki koşula ihtiyaç var.

Birincisi, Kürt halkının temel taleplerinin çok açık ve net bir biçimde ortaya konulmasıdır. Kürt tarafının temel haklar konusunda sergileyeceği netlik hem Kürt halkının muhataplarına güven telkin eder,  hem de Kürt halkının seferber edilmesinde etkili olur.

İkincisi; Bütün farklılıklarına rağmen Kürt siyasi aktörleri temel haklar etrafında kararlı bir ulusal birlik/duruş sergileyebilir ve etmelidir de.

Kürt tarafı ulusal talepler etrafında güçlü bir duruş sergilediğinde, Kürt halkının azami desteğini arkasına alacağına kuşku yoktur. Bu süreçte Kürtçe diline odaklı yapılacak çalışmalar son derece önemlidir. Kürtçe dilini koruma ve konuşmaya dönük yürütülecek kampanyalar Kürt halkı tarafından sahiplenileceği gibi toplumda yeni bir seferberlik duygusu geliştirebilir. Kürt tarafı söz konusu mücadeleyi barışçıl ve diplomatik temelde sürdürdüğünde içerde ve dışarıda güçlü bir destek alabilir.

Bunun için sabırlı ve uzun soluklu bir mücadeleye ihtiyaç var. Ulusal demokratik hakları için bir bütün olarak ayağa kalkan bir halkın başarmaması için neden yok.

Kürtler dün olduğu gibi gelecekte de demokrasi mücadelesini önemsemeli ve Türkiye’nin demokratikleşme çabalarına destek vermeye devam etmelidir. Bu çerçevede Türk değişim ve demokrat güçleriyle işbirliği ve diyalog çabaları kararlı bir biçimde sürdürülmeli. Türkiye’de demokratik bir iklimin varlığı Kürt haklarının tanınmasını hiç kuşkusuz kolaylaştıracaktır.

Öte yanda Kürt tarafı çözümü sadece Ankara’da bir iktidar değişimine endekslemek zorunda olmamalıdır. Tersine doğrudan Türk devletini muhatap alan, iktidarı ve muhalefetiyle eşzamanlı bir müzakere süreciyle devleti çözüme zorlayan bir siyaset geliştirmelidir. Herhangi bir iktidar değişiminden bağımsız olarak Kürtler ulusal haklarını kazanmak için Türkiye’de bütün toplumsal kesimleriyle etkili bir diyalog ve işbirliği anlayışıyla hareket etmeli.

Lozan Antlaşması’nın 100. Yılını geride bıraktığımız bu koşullarda, uluslararası denklemin Kürt meselesindeki etkisini yeniden hatırlatmakta yarar var. 100 yıl önce Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasında uluslararası güçlerin belirleyici bir rol oynadığını biliyoruz. Elbette Kürt halkının özgürlüğü esas olarak onun mücadelesinin eseri olacak. Ancak bunun için uluslararası destek ve dayanışma hayati bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde dünya kamuoyunun desteğini almaya dönük lobi çalışmaları ve diplomatik girişimlere her zamandan daha çok ağırlık verilmelidir.