Türkiye kritik bir seçime giderken | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

Türkiye kritik bir seçime giderken

YazarResmi

 

 

Türkiye bu yıl içinde çok önemli iki seçime hazırlanıyor, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi. Yasaya göre hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı seçiminin 18 Haziran 2023 tarihinde yapılması gerekiyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan basına yaptığı açıklamada yasal yetkisini kullanarak seçim tarihinin 14 Mayıs’a alınacağını bildirdi.

6 Şubat’ta Maraş merkezli yaşanan ve 10 ilde büyük bir felakete dönüşen depremin ardından seçimlerin yapılıp yapılmayacağına ilişkin yeni bir belirsizlik ortaya çıktı. Depremin üzerinden 20 gün geçtikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Mart tarihindeki grup toplantısında seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını bir kez daha yinelemesiyle seçim tarihi bir bakıma netleşmiş oldu.

Buna rağmen bu yazının yazıldığı tarihlerde seçim tarihi henüz resmi olarak ilan edilmediği gibi, bu konuya ilişkin tartışmalar da son bulmuş değil.

Bu yıl yapılacak seçimleri önemli kılan faktörler

Türkiye’de iktidarı ve muhalefetiyle bütün kesimler bu yıl yapılacak seçimlerin önemi konusunda hemfikir.  Bu yıl yapılacak seçimleri bir rejim ya da kader seçimi olarak nitelendirenler de var. Bu seçimleri önemli kılan faktörlerin başında sürecin sistem değişikliği ekseninde yaşanıyor olmasıdır. Türkiye’de ana muhalefet konumundaki 6’lı Masa temel hedefini mevcut cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirip “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş” olarak tanımlarken, mevcut iktidar koalisyonu cumhurbaşkanlığı sistemini sürdürmekte kararlı olduğunu ifade ediyor. Bu durum kaçınılmaz olarak seçimlerde çok büyük bir kutuplaşma ve gerilime yol açıyor.

Başka bir ifade ile Türkiye bu seçimde sistem tartışmaları ekseninde iki kutba ayrışmış durumda.

Birincisi mevcut cumhurbaşkanlığı sisteminin devamından yan olan AKP-MHP koalisyonunun omurgasını oluşturduğu Cumhur İttifakı, ikincisi ise parlamenter sisteme geçişişi savunan CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Partiden oluşan Millet İttifakı.  Muhalefetin geriye kalan kesimleri de farklı görüşlere sahip olmakla birlikte parlamenter sisteme geçiş konusunda önemli oranda birleşiyor.

Ayrışma noktası sistem tartışmaları

Türkiye’de tartışma konusu olan cumhurbaşkanlığı sistemi dünyada bilinen hiçbir hükümet sistemine benzemiyor, tersine tümüyle Türkiye’ye özgü ucube bir sistem. Türkiye’de son birkaç yılda yaşanan bütün sorunların ana nedenlerinden biri mevcut sistemin kendisi.

16 Nisan 2017 tarihinde kabul edilen anayasa değişikliği ardından Türkiye mevcut cumhurbaşkanlığı sistemine geçti. Mevcut sistemde yasama organı olan parlamento işlevsiz hale getirildi, yargı organı tek adama bağlı işleyen bir aygıta dönüştürüldü, devlet işleyişindeki denge denetleme mekanizması yok edildi ve ülkeyi yönetme erki bir tek kişiye, cumhurbaşkanına devredildi.

Söz konusu sistem kısıtlı olan demokrasinin son kalıntılarını da ortadan kaldırdı.

Böylece muhalefetin sesi kesildi, basının üzerindeki baskılar arttı, iktidara yönelik her türlü eleştiri vatan hainliği ile özdeş hale getirildi.

Başka bir ifade ile cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş Türkiye’deki siyasal sistemin hızla otoriterleşmesine ve tek adam rejimine dönüşmesine yol açtı.

Sistem konusu Kürt meselesinden ayrı değerlendirilemez

Türkiye’de uygulanmakta olan hükümet sistemi ve onun doğurduğu sonuçları Kürt meselesinden ayrı değerlendirmek mümkün değil.

Elbette Türkiye’de Kürt sorununun geçmişi yeni değil, bu mesele Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuyla ortaya çıkmış bir sorun. Benzer şekilde Türkiye’de otoriter devlet geleneğinin de geçmişi Türk devletinin kuruluşuyla yaşıt bir konu. Ancak son 7-8 yılda Kürt meselesinde izlenen şiddet ve çatışma politikasıyla siyasal sistemin otoriterleşmesi arasında çok yakın bir bağın olduğu bir gerçek.

Türkiye’deki dönemin iktidarı ve devlet aklı 2015 yılında çözüm sürecinin çökmesinden sonra Kürt meselesini bir “beka sorunu” olarak tanımlaya başladı. Bu durum Türkiye’nin yepyeni bir kulvara girmesine ve ardından başka gelişmelerin zincirleme reaksiyonlar şeklinde yaşanmasına yol açtı.

Türkiye’nin Kürt meselesini bir “beka sorunu” olarak tanımlaması, bu meseleyi kendi geleceği için bir hayat memat sorunu, bir tehdit olarak gördüğü anlamına geliyordu. Türkiye’nin Kürt meselesini kendi geleceği için bir tehdit olarak görmesi ise, onu, bu sorunu bastırmak için topyekûn bir savaş seçeneği ile karşı karşıya getiriyordu. Söz konusu savaşın kazanılması için bütün yetkilerin çok güçlü bir liderin elinde toplanmasını gerektiriyordu. Başka bir ifade ile Türkiye’nin  “beka sorunu” olarak tanımladığı yeni tehditle başa çıkması, bütün devlet erkini elinde toplamış güçlü bir lidere, bir OHAL rejimine ve her türlü aykırı ve muhalif sesin bastırıldığı mutlak bir sessizlik ortamına bağlıydı.

Türkiye’de 2015 yılından bu yana yaşanan otoriterleşme ve tek adam rejimini inşa süreci tümüyle yukarıda ifade edilen mantığa göre hayat buldu.

Türkiye’de inşa edilen ve adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen tek adam rejimi giderek devletin bütün kurumlarının çökmesine ve siyasal sistemin her yönden tıkanmasına yol açtı. Türkiye’de bugünlerde yaşanmakta olan siyasi krizin ana nedeni budur.

Kürt tehdidiyle başa çıkmak için inşa edilen yeni sistemin bir de ekonomik sonuçları oldu.

Türkiye’nin 2015 yılından sonra Kürt meselesinde yaptığı politika değişikliği sadece sistemin otoriterleşmesiyle sınırlı kalmadı aynı zamanda Kürt meselesine karşı içerde ve dışarda topyekûn bir savaşın açılmasına yol açtı. Böylesi bir savaşın maliyeti de kaçınılmaz olarak büyük oldu. Çünkü Türkiye kapsamlı bir savaşı finanse edecek doğal kaynaklardan yoksundu. Bu durumda bir savaş ancak toplumun aşına, ekmeğine ve sağlığına giden kaynakların kısılmasıyla, giderek dışarıdan büyük faizler karşılığında alınacak borçlarla yürütülebilirdi.

Bu sürecin sonucu ise son birkaç yılda katlanarak artan dev ekonomik kriz oldu.  

Kürt karşıtı sistem çözülüyor, ufuktaki değişim potansiyeli

Kürt karşıtlığı üzerinden inşa edilen mevcut otoriter rejiminin gelinen aşamada sürdürülemez olduğu net olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.  Devlet bütün kurumlarıyla felç olmuş, siyasal sistem tıkanmış ve ekonomi dip yapmış durumdadır.

Sistemin tıkanması ve ekonomik krizin sonucu olarak toplumun büyük kesimleri daha çok yoksullaşmış, artan fiyatlar ve zamlar milyonlarca insanın ekonomik, sosyal ve eğitim yaşamında büyük sıkıntılara yol açmıştır.

Bu durum mevcut iktidara olan halkın desteğini azaltmış ve yapılacak seçimde iktidarın kaybetme ihtimalini artırmıştır.  Yapılan bütün anketler halkın mevcut iktidara verdiği desteğin her geçen gün azaldığını ortaya koymaktadır.

Öte yandan toplumu sarsan çok yönlü ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlaki sorunlar Türkiye’deki mevcut sistemin daha çok sorgulanmasına yol açmakta, sistemle bağlantılı olarak yeni bir anayasa konusunun gündeme gelmesine zemin hazırlamaktadır. Diğer önemli bir gelişme ise Türkiye’de yaşanmakta olan mevcut krizin Kürt meselesiyle olan bağının gelinen aşamada daha çok görünür hale gelmiş olmasıdır.

Mevcut cumhurbaşkanlığı sistemi ve seçim uygulaması paradoksal bir biçimde kendi karşıtını da bir biçimde şekillendirmektedir. İktidar alternatifi olarak oluşan 6’lı Masa, diğer adıyla Millet İttifakı mevcut sisteme bir tepki olarak oluşmuş bulunuyor.  6’lı Masa şimdiye kadar kamuoyuna açıkladığı ortak tutum belgeleriyle güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmeyi hedeflediğini açıklamaktadır. 6’lı Masa diğer adıyla Millet İttifakı yasama ve yargıya tekrar işlerlik kazandıracağını ifade etmekte, OHAL ve kayyum gibi antidemokratik uygulamalara son verileceğini ilan etmektedir. Başka bir ifade ile Millet İttifakı aşınarak tıkanma noktasına gelen devlet sistemini onarmayı ve Türkiye için normale dönmeyi vaat etmektedir.

Buna karşın Millet İttifakı şimdiye kadar Kürt meselesiyle ilgili olarak somut bir vaatte bulunmamıştır. Hatta büyük oranda Kürt oylarıyla parlamentoda temsil edilen HDP’nin bütün görüşme ve diyalog tekliflerine karşı kapalı durmuştur.

Altılı Masa bakımından altı çizilmesi gereken birkaç nokta daha var.

Kürt meselesine ilişkin Millet İttifak’ının blok olarak bir tutumu olmasa dahi, bu ittifakın İyi Parti dışındaki bileşenlerinin (CHP, DEVA, GELECEK, SAADET, DP) geçmişe kıyasla Kürt meselesiyle daha ilgili oldukları, Kürt meselesine ilişkin katı red ve inkar anlayışını terk ettiklerini söylemek mümkün.  Söz gelimi DEVA Partisi’nin Kürtçe anadille eğitim ve anayasadaki vatandaşlık tanımıyla ilgili açıklamalarının bu açıdan altı çizilmelidir.

Başka bir ifade ile Millet İttifakı bir blok halinde Kürt meselesi ve köklü bir demokratikleşme açısından kapsamlı bir proje ortaya koymamaktadır. Buna karşın söz konusu ittifakın iktidara gelmesi Türkiye’de sürecin normalleşmesine ve süregiden keyfi ve baskı ortamının son bulmasına yol açabilir ki bu yeni bir dönemin başlaması anlamına gelir. Olası yeni dönemin Kürtlerin lehine dönüşüp dönüşmeyeceği ise Kürt siyasi aktörlerinin bu sürece koyacağı ağırlıkla orantılı olarak şekillenecektir.

Bu satırların yazıldığı sıralarda, 2 Mart 2023 tarihinde toplanan 6’lı Masa’da ortak cumhurbaşkanı adayını belirleme konusunda bir kriz çıktı ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener 6’lı Masa’yı terk etti. Millet İttifak’ındaki 5 parti liderinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ortak cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesine karşın İyi Parti lideri CHP’nin İstanbul ve Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’a aday olma çağrısında bulundu. Bu her iki belediye başkanı ise Akşener’in çağrısını reddederek Kılıçdaroğlu’na bağlılıklarını bildirdi.

Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığından kaynaklanan kriz bir anda hem Millet İttifakı hem de siyasal sürecin tümü bakımından yeni belirsizlikler ortaya çıkardı.

Ancak taraflar arasında sürdürülen yoğun görüşmeler ve kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine İYİ Parti lideri tekrar 6’lı Masa’ya döndü. İYİ Parti’nin öne sürdüğü Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun seçilecek Millet İttifakı cumhurbaşkanı yardımcılığına getirilmesi önerisinin Kılıçdaroğlu tarafından kabul edilmesiyle uzlaşı sağlandı. Böylece 6 Mart günü toplanan 6’lı Masa toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak kamuoyuna ilan edildi.  

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenmesi ve hemen ardından sol ve muhalif güçlerle diyalog kurma çabaları Millet İttifakı’nın seçimdeki şansını bir miktar arttırmış görünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kendi inisiyatifiyle muhalif kesimlerle kucağı ilişkiler sayesinde İYİ Parti’nin daraltıcı etkisini bir miktar ve Millet İttifakı dışındaki seçmenlerin desteğini alması ihtimal dahilindedir.

Kürtler seçimde nasıl bir yol izlemeli

Kürt siyasi aktörleri arasında işbirliği ve ittifak çalışmaları geçmişte hep olmuştur, bundan böyle de bu konu güncelliğini korumaya devam edecektir.

Şimdi gündemde önemli bir seçim var.

Kürt siyasi aktörlerinin bu aşamada yapması gereken şey; mevcut siyasi koşulları, değişim yönünde ortaya çıkan imkanları doğru analiz etmesi ve Kürt halkının bu süreçten azami sonuçlar elde etmesi için en genişlikte bir ulusal demokratik işbirliği mekanizması oluşturmalarıdır. Bunun için seçim öncesi ve sonrasını kapsayan orta vadeli bir politik yol haritasına ihtiyaç var.

Bu süreçte öne çıkarılacak talepler yelpazesinin Kürt halkının tümü bakımından sahip çıkılacak, gerçekçi, kabul edilebilir ve ortak nitelikte olması önemlidir.

Yakın ve orta vadede Kürt siyasi aktörlerinin üzerinde uzlaşacağı talepler; Kürt kimliğinin tanınması, Kürt dilinin eğitim ve resmi dil statüsüne kavuşması, Kürtçe yerleşim, tarihi ve coğrafi yerlerin iade edilmesi, Kürtlerin kendi kimlikleriyle örgütlenme hakkı, Kürt liderlerinin kaybedilen mezarlarının ortaya çıkartılması ve kapsamlı bir siyasi ve düşünce affı vs. olabilir.

Söz konusu talepler Kürt siyasi aktörlerinin hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı seçimleri için oluşturacakları ittifaklar için temel bir çerçeve olabilir.

Bahsi geçen taleplerin diğer bir özelliği ise bunların hem Kürt halkının bir bütün olarak sahiplenip üzerinde uzlaştığı hem de Türk kamuoyunda kabul edilebilirliği mümkün olan talepler olmalarıdır.

Kürt siyasi aktörleri seçim politikasını söz konusu temel talepler programı üzerine inşa edebilir, söz konusu talepleri seçim süreçlerinin bütün aşamalarına, bütün tartışma ve propaganda platformlarına taşıyabilir. Söz konusu temel talepler programı etrafında cumhurbaşkanı adaylarıyla müzakere edilebilir ve herhangi bir adayın desteklenmesinin koşuluna dönüştürülebilir. Hangi adayın ve ittifakın destekleneceğinden bağımsız olarak seçim sürecinde söz konusu taleplerin güncellenmesi ve kamuoyuna mal olması için yoğun bir kampanya yürütülebilir.

Seçim sonrası süreçte ise parlamentoda temsil edilecek Kürt temsilciler ile bir bütün olarak Kürt siyasi aktörleri bu talepler temelinde, oluşacak hükümet sürecine yaklaşabilir, parlamentodaki siyasi çevrelerle işbirliği imkanları geliştirilebilir, söz konusu taleplerin yasallaşması için etkin bir çalışma yürütebilir.

Seçim sürecinde başarmanın yolu bütün Kürt siyasi aktörlerinin ulusal demokratik talepler konusunda en geniş kapsamlı bir ulusal mutabakat kurmalarından geçer.

Bu genişlikte bir Kürt ulusal ittifakı ya da işbirliği önümüzdeki süreçte Kürt halkının hak ve özgürlükleri bakımından yeni mevzilerin elde edilmesine imkan sunabilir, siyasal iklimin demokratikleşme ve Kürt meselesinin barışçıl ve eşitlik temelinde çözümü yönünde verilmesine katkıda bulunabilir.

Deprem felaketi ve erken seçim atağının nedenleri

İktidarın keyfi ve hukuksuz uygulamalarına bakarak, AKP-MHP koalisyonunun iktidarı bırakmamak için seçimleri erteleyeceği yönündeki yaygın kuşku ve tartışmalara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerin zamanından bir ay önce 14 Mayıs’ta yapılacağını açıkladı. 6 Şubat deprem felaketinden sonra seçimlerin yapılıp yapılmayacağıyla ilgili yeniden bir belirsizlik ortamı oluştu. Çünkü 6 Şubat’ta depremin yerle bir ettiği Adıyaman, Maraş, Hatay ve Malatya olmak üzere depremin yaşandığı bölgelerde üç milyon dolayında insan yerini yurdunu terk etmiş ve sağlıklı bir seçimi yapmanın imkanları ortadan kalkmıştır. Bu tabloya rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Mart’taki grup toplantısında seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağının altını çizdi.

İktidarın bu hamlesi haklı olarak yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Türkiye’de yaşanan siyasi ve ekonomik krizin yol açtığı yıkımın sonuçları bir yana, 6 Şubat’ta Maraş merkezli yaşanan deprem eşi görülmemiş insan ve mal kayıplarına yol açtı. 6 Şubat depreminin vurduğu on ildeki 14 milyonun yaşamını altüst eden depremde resmi verilere göre şimdiye kadar 46 bin insan yaşamını yitirmiş, yüzbinlerce kişi yaralanmış, milyonlarca insan evini yurdunu terk ederek başka yerlere göç etmiştir. Gerçek rakamın daha yüksek olduğuna kuşku yoktur.

Gerçek şu ki mevcut iktidar söz konusu deprem felaketine müdahalede açıkça sınıfta kalmıştır. Felaketin ilk üç gününde hükümetin hiçbir kurumu enkaz altındaki insanların yardımına ulaşamamış, bu durum can kayıplarının katlanarak artmasına yol açmıştır. Bütün devlet erkinin tek elde toplandığı mevcut iktidar sadece deprem felaketini izlemekle kalmamış bu konuda yardım ve kurtarma girişiminde bulunan STK ve yerel yönetimlerin inisiyatif kullanmalarını da engellemiştir.

İktidarın deprem felaketindeki bu acizliği can ve mal kayıplarını arttırırken aynı zamanda iktidara kaşı toplumsal tepkiyi büyük oranda arttırmıştır.

Bu tabloya karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değişik gerekçeler öne sürerek seçimleri ertelemek yerine 14 Mayıs tarihinde ısrar etmesi kimi çevrelerde tartışma konusu olmuştur.

Görünen o ki her geçen gün iktidarın aleyhine işlemektedir. Seçimi değişik gerekçelerle ertelemek mevcut iktidarı kurtarmak yerine ona daha çok zarar verebilir.

Diğer yandan Erdoğan yönetimi 2023 yılının başından itibaren asgari ücrette ve emeklilerin maaşlarında yaptığı artışların ve EYT’liler ile ilgili yaptığı düzenlemeler gibi adımların etkisi soğumadan seçimlere gitmeyi planlamaktadır. Önümüzdeki birkaç ay içinde ekonominin dengelerine bakmaksızın yapacağı yeni maaş artışları, piyasaya sıkacağı bolca sıcak para ve toplu konut açışlarıyla dengeleri lehine çevirmeye çalışacaktır.

Bu tabloda mevcut iktidarın seçimi tekrar kazanma ihtimali oldukça zayıftır. Buna rağmen Cumhur İttifakı’nın iktidarı kazanma seçeneği ihtimal dışında değildir. AKP MHP blokunun iktidarı yeniden kazanması halinde bu mevcut yönetimin başarısı olarak değil, muhalefetin ona armağanı olarak değerlendirilmelidir.