
Her şeyden önce bir yanlışı özellikle de Kuzey’de yapılan bir yanlışı düzeltmek gerekiyor. Kuzey Kürdistan’da, 1946 yılında, Doğu Kürdistan’ın Muhabad kentinde ilan edilen yapı Muhabad Cumhuriyeti olarak adlandırılıyor. Bunun nedeni ise yabancı yazar ve araştırmacıların konuya ilişkin çalışmalarında Muhabad Cumhuriyeti demeleridir. Oysa bu doğru bir adlandırma değil.
Cumhuriyetin Muhabad’ta ilan edildiği, tüm doğu Kürdistan’da hakimiyetini oluşturamadığı, Bokan, Şino, Serdeşt, Bane ve Sakız kentinin bir bölümünde hakimiyet kurduğu doğrudur. Ayrıca cumhuriyetin kurucu partisi PDK-İran’ın programında bağımsız devlet yoktu, otonomi talebi vardı
Ama tüm bunlara rağmen, o dönemdeki belgeler ve yayınların da gösterdiği gibi, “2ê Rêbandan” (22 Ocak) tarihinde Çarçıra Meydanı’nda ilan edilen Cumhuriyet idi. Çünkü Ölümsüz Pêşava Qazi Muhammed’in ilan ederken yaptığı konuşmanın içeriği bunu gösteriyor. 22 Ocak günü, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği gün çıkan Kürdistan gazetesinin manşeti de “Bugün Kürdistan İstiklal günüdür” idi.
İran bayrağının indirilip yerine Kürdistan Bayrağı’nın çekilmesi, ulusal ordu (Peşmerge güçleri) oluşturulması, Kürdistan Cumhuriyeti’nin başta Sovyetler Birliği ve Demokratik Azerbaycan Hükümeti ile kurduğu diplomatik ilişkiler ve bu ülkeler ile imzalanan anlaşmalar, diğer parçalardaki Kürd örgütleri ve şahsiyetlerin koşulsuz destekleri, ordu ve yönetimde yer almaları, 22 Ocak günü ilan edilen yapının otonomiden çok ileride bir devlet yapılanması olduğunu gösteriyor.
Düzeltilmesi gereken bir başka şey ise Kürdistan Cumhuriyeti’nin Sovyetlerin desteği ile kurulduğu bu destek çekildiğinde de yıkıldığı tespitidir.
Cumhuriyet Uygun Ulusal ve Uluslararası Şartların Ürünüdür
Elbette Cumhuriyetin ilanı sürecinde olduğu gibi yıkılmasında da Sovyetler Birliği’nin etkisi büyüktür. Ama gelişmeleri sadece dış faktörlerle açıklamak, iç dinamikleri görmezden gelmektir. Ki, Kürdistan Cumhuriyeti konusunda kısmen yaşanan budur. Bu nedenle kısaca bu dönemde İran ve Doğu Kürdistan’da yaşanan siyasal gelişmelere bakmak gerekiyor.
Cumhuriyet öncesi Doğu Kürdistan’ın birçok kentinde yerel bazda da olsa ulusal nitelikli hareketler, direnişler vardı. Bunların en derli toplusu ve uzun süreni İsmail Simko önderliğinde olanıdır.
Bir başka ifade ile Kürdistan Cumhuriyeti bu hareketlerin devamı, zirve noktasıdır.
İkinci Dünya Savaşı sürecinde Sovyet orduları Kuzey’den İran’a girip Ormiye’ye kadar ilerlediler. İngilizler ise güneyden ilerleyip Sine ve Sakız’a kadar geldiler. Bu iki büyük devletin işgal ettiği bölgeler arasında kalan bölgede ne adı geçen devletlerin ne de zayıflayan merkezi hükümetin hakimiyeti bulunuyordu. İktidar yerel güçler tarafından kullanılıyor, bölge onlar tarafından yönetiliyordu.
Yerelde hakim olan güçlerden birisi de Muhabad ve çevresinde etkin olan JE-KAF (Komelayê Jiyaneweyê Kurd-Kürd Yaşatma Örgütü) idi. (Bazı Kürd araştırmacılar örgütün adının Komelayê Jiyaneweyi Kurdistan olduğunu iddia ediyorlar. Ama gördüğüm döneme ait bazı belgelerde Kürdistan değil Kürd terimi geçiyor.)
Başta Muhabad olmak üzere çevre il ve ilçelerde yaşayan yurtsever aydınların, kanat önderleri ile kent münevverlerinin etkin olduğu JE-KAF kapalı bir örgüt idi, bölgede yaşanan siyasal gelişmelere cevap vermekten, her kesimi kucaklamaktan uzak bir yapıya sahipti.
Bu durum bölgede siyasi bir muhatap arayışında olan Sovyetlerin de dikkatini çekti. Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkin kişilerden oluşan Kürd heyetleri ile yaptığı görüşmelerde her kesime açık, demokratik ve kitlesel bir parti ihtiyacı gündeme geldi. Kürd heyetinin Sovyetler Birliği’nde yaptığı iki görüşmeden sonra JE-KAF temelinde açık ve kitlesel bir parti kurulması konusunda hemfikir olundu ve böylece PDK-İ kuruldu. PDK-İ’nin kuruluş günü olarak JE-KAF’ın kuruluş günü olan 25ê Gelawej (15 Ağustos) kabul edildi ve Pêşava Qazi partinin genel başkanlığına getirildi.
PDK-İ kısa sürede Muhabad ve çevresinde kitleleri kapsayan bir yapıya dönüştü ve Cumhuriyet’in ilanından önce önemli çalışmalara imza attı.
Cumhuriyet öncesi gelişmelerden bahsederken “Peymana Sê Sinor”’dan (3 Sınır Anlaşması) bahsetmezsek konuyu eksik bırakmış oluruz. Türkiye-İran ve Irak sınırlarının birleştiği Dalamper Dağı eteklerinde bir köyde, Doğu, Güney ve Kuzey-Batı Kürdistan heyetleri arasında yapılan ve tarihe Peymana Sê Sinor olarak geçen bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre toplantıya katılan heyetler birlikte hareket edeceklerdi. (Peymana Sê Sinor hakkında bilgilerimiz az. Özellikle biz Kuzeyli Kürdler konuya yabancıyız. Elde edilen bilgilere göre toplantıya Doğu Kürdistan’dan JE-KAF, Güney Kürdistan’dan HİWA ve kuzey ve Batı Kürdistan’ı temsilen bir heyet katıldı.)
Azerbaycan Kürdistan İlişkileri
Tarihi belgeler Şahlık rejimi tarafından ezilen Azeri ve Kürdler arasındaki ilişkilerin, her zaman iki ezilen ulus arasında olması gereken yapıda olmadığını, sorunlar yaşandığını ortaya koyuyor. Kürdlerin her hak talepli hareketleri merkezi hükümetin duvarından önce Azeri duvarına çarptığı da tarihi bir gerçektir.
Tüm bu olumsuz tarihi arka plana rağmen, Sovyetlerin etkisi ve Kürdistanlı liderlerin duyarlı tavırları sayesinde Kürdistan Cumhuriyeti ve ondan önce ilan Azerbaycan Milli Demokratik Hükümeti arasında iyi ilişkiler kuruldu, birisine yapılan saldırının ötekine de yapılmış sayıldığı bir ortam oluştu, karşılıklı yardımlaşmalar yapıldı ve anlaşmalar imzalandı. Kuşkusuz bu geçici bir durumdu ve bu noktaya sorunsuz gelinmemişti ve uzun da sürmedi.
Azerbaycan ve Kürdistan Cumhuriyetleri kurulmadan önce dönemin Azeri liderleri Bakırof, Pişewari ve Beria ortaklaşa Stalin’e bir mektup yazarak İran’da Doğu Kürdistan’ı da kapsayan bir Azerbaycan devletinin kurulmasını talep ediyorlar.
Bu talep Sovyet yönetimi tarafından kabul görmüyor. Çünkü o dönemdeki Sovyet politikası parçalanmış bir İran’ı çıkarları için daha uygun buluyor. Bu nedenle sadece Azerbaycan ve Kürdistan’da değil, İran’ın öteki bölgelerinde örneğin Horasan ve Mezendaran’da da “ayrılıkçı” hareketler oluşturmak için çabalıyor, ama adı geçen son iki bölgede başarılı olamıyor.
Uluslararası Şartlar Değişince…
Cumhuriyet döneminde yapılanlar ve Pêşava’nın mahkemesi diğer konuşmacılar tarafından ele alınacak. Bu nedenle ben kısaca kaderleri birbirine bağlı olan Azerbaycan ve Kürdistan hükümetlerinin yıkılış sürecine değinmek istiyorum.
İkinci Dünya Savaşı’nın Nazilerin yenilgisiyle sona ermesi, yapılan anlaşmalarla galip devletlerin savaş sürecinde işgal ettikleri bazı bölgelerden çekilmelerinin karar altına alınması ve bu bağlamda Sovyetlerin İran’dan çekilmesinin gündeme gelmesiyle, Kürdistan ve Azerbaycan için tehlike çanları daha güçlü çalmaya başladı.
Bu arada Şah, Qewema Saltana adında kurnaz bir politikacıyı yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi. Qewema Saltana’nın yaptığı ilk işlerden birisi Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurma, Hazar Denizi’ndeki petrol yataklarını Sovyetlerle birlikte işletme anlaşmasını imzalama oldu. Qewema Saltana amacına ulaştığında, yani Azerbaycan ve Kürdistan hükümetleri yıkıldıktan sonra Sovyetler ile imzaladığı petrol anlaşmasını İran Parlamentosu’na sundu ve onaylanmaması için çaba sarf etti. Beklendiği gibi İran Parlamentosu anlaşmayı onaylamadı ve anlaşma akim oldu, geçersiz sayıldı.
Qewema’nın attığı adımlardan birisi de özellikle ordu ve emekçiler içinde güçlü olan TUDEH partisine kabinesinde yer vermek oldu. Böylece Tahran’daki konumunu güçlendiren Saltana, Azerbaycan’da yapılacak seçimlere nezaret etme bahanesiyle Azerbaycan’a ordu gönderme kararı aldı ve bunu bir mektupla Sovyet yönetimine bildirdi.
Ordunun gelmesine karşı çıkan Azerbaycan yöneticileri başlangıçta savunma için hazırlıklara başladılar ve hatta Doğu Azerbaycan’ın bazı yerlerinde küçük çaplı çatışmalar da yaşandı.
Bu gelişmeler yaşanırken, Azeriler ülkelerini savunmak için hazırlıklar yaparken, Stalin Azerbaycan lideri Pişewari’ye bir mektup yazdı. Stalin mektubunda İran’ın meşru başbakanı olan Saltana’nın ülkenin her yerine asker gönderme hakkı bulunduğunu, direnmenin faydasız olduğunu, direnmemeleri gerektiğini bildirdi. Özcesi bu, direnirseniz eğer bize bel bağlamayın, bizi unutun demekti.
Azerbaycan yöneticileri Şaha ve Qewema’ya inanmıyorlardı. Ama yine de Stalin’in telkinleri uyarınca Şah’a ve Saltana’ya mektup yazarak halkı ve ülke çıkarlarını korumak amacıyla silahlı direnişi durduklarını belirttiler ve Azerbaycan Halk Fırkası yöneticileri ile hükümetin ileri gelen askeri ve sivil yöneticileri Sovyet Azerbaycan’ının yolunu tuttular.
(Bu arada Bakırof Stalin’e bir mektup yazarak Sovyet Azerbaycan’ına gelenlerin hepsinin kabul edilmesini talep ediyor. Ama Stalin hepsinin değil bir kısmının kabul edilmesine onay veriyor.)
Bazı ufak çaplı çatışmalarla Azerbaycan’a giren İran ordusu, büyük katliamlar yaptı. On binlerce insan öldürüldü, tutuklandı. Binlerce asker kurşuna dizildi. İlk birkaç günde yüzlerce Azeri idam edildi.
Bu gelişmeler, yaptıkları anlaşma uyarınca Azerbaycan’a yardıma gitmek için hazırlıklar yapan Kürdistan Cumhuriyeti üzerinde olumsuz bir etki bıraktı, moralleri bozdu.
Özellikle merkezi hükümet ile gizli ilişki içinde olan bazı feodaller ile bazı yöneticiler direnmenin gereksiz olduğunu söylüyorlardı, bir kısmı ise Cumhuriyet’in saflarını terk ederek henüz Kürdistan’a yönelmemiş olan orduya katıldılar.
Gelişmeler üzerine Muhabad’ta, askeri ve sivil yöneticilerle halkın katıldığı bir toplantı yapan Pêşava Qazi, içinde bulunulan durumu özetleyerek ne yapılması gerektiğini soruyor. İki kişi hariç toplantıya katılanlar direnmenin faydasız olduğunu dile getiriyorlar. Direnmekten yana tavır koyanlardan birisi de Mela Mustafa Barzani. (Barzanilerin, özellikle de Mela Mustafa Barzani’nin Cumhuriyet’teki rolü ayrı incelenmesi gereken bir konudur.)
Halkın bu tavrı üzerine direnmeme kararı alan Pêşava, Mela Mustafa’nın başımıza geç mücadelemizi dağlarda sürdürelim önerisini de kabul etmeyerek Muhabad’ta kaldı. İran ordusu hiçbir direnişle karşılaşmadan Muhabad’a girerek 11 ayı aşkın ömrü olan Kürdistan Cumhuriyeti’nin varlığına son verdi. Olumlu ulusal ve uluslararası şartların ürünü olan Kurdistan Cumhuriyeti, söz konus şartların değişmesi sonucu yıkıldı ve tarihteki yerini aldı.
Pêşava’nın bu tavrı bugün bile tartışma konusu. Bazıları halkı zarar görmesin diye Qazi’nin kendini feda ettiğini ileri sürüyorlar ve bu tavrı destekliyorlar. Bir başka görüş ise, Pêşava’nın bu tavrı halkın direniş ruhuna darbe vurduğunu söylüyor, eğer Qazi Mela Mustafa’nın önerisini kabul edip mücadeleyi başka biçimde sürdürseydi, halk içinde direniş ruhunu yükseltirdi diyor.
Bazı katkılar
Diğer konuşmacı arkadaşlar Kürdistan Cumhuriyeti’nin yaptıklarıyla Pêşava’nın mahkemesi konusunda değerli bilgilerini bizimle paylaşacaklar. Ben biz Kuzeyli Kürdlerin yeterince haberdar olmadığı bir iki noktayı eklemek istiyorum.
Bunlardan birisi Güney Kürdistanlı HİWA örgütünün katkılarıdır. HİWA örgütü sadece JE-KAF örgütünün yapılanmasında değil aynı zamanda Cumhuriyet öncesi dönemde Kürd dili ile eğitim konusunda önemli görevler üstlendi. Cumhuriyet Hükümeti’nin Başbakanı Mir Haç aynı zamanda HİWA örgütünün de üyesiydi.
Pêşmerge güçlerinin örgütlenmesinde önemli görevler üstelenen Irak ordusunun eski subayları da öyle. Bu subaylardan dördü Cumhuriyet sonrasında Mela Mustafa Barzani ile Sovyetlere gitmeyip geçtikleri Irak’ta idam edildiler.
Cumhuriyet öncesi dönemde başlamak üzere okullarda Fransızca eğitim yerine Rusça dersler verildi.
Bunun yanı sıra Muhabad’ta azımsanmayacak sayıda bulunan Kelimiler (Yahudiler) de kendi okullarında kendi dilleriyle eğitim görüyorlardı.
Bir diğer önemli nokta ise… İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İran’da giderek etkisini artıran ABD elçisinin, idamından birkaç saat önce Pêşava’yı ziyaret edip kendisine pişmanlık belirtmesi durumunda özgür kalacağını söylemesidir. Pêşava ise mahkemede gösterdiği tavrını sürdürerek bu öneriyi elinin tersi ile itiyor.
Sonsöz
Pêşava Qazi ve arkadaşları, Kürdlerin bağımsızlık özleminin somut ifadesi olan Kurdistan Cumhuriyeti tarihimize altın harflerle yazıldılar. Onların bazı eksiklikleri bu gerçeği değiştirmez. Kürdistan Cumhuriyeti ülkemizin üzerine doğan bir güneştir.
Pêşava kendisini ziyaret edip bağlılıklarını bildiren Kadri Cemil Paşa başkanlığındaki Kuzey ve Batı Kürdistan’dan şahsiyetlerin oluşturduğu heyete şunları söylüyor: Muhabad’ta doğan güneşin şavkı bir gün mutlaka Diyarbekir’e de vuracaktır.
O şavk bugün Hewlêr’de yansıyor.
Hiç kuşku yok Pêşava’nın dileği gerçekleşecek, Muhabad’ta yükselen Kurdistan Cumhuriyeti’nin güneşi bizi de aydınlatacaktır.
* 22 Ocak 2020 tarihinde PAK ve PSK tarafından organize edilen panelde irticalen yaptığım Kürtçe konuşmanın, tuttuğum notlarına dayanılarak hazırlanan özetidir.