İZLİ BELGELER IŞIĞINDA DERSİM'DE SOYKIRIM VE TASFİYE [Te'dib, Tenkil, Taqtil, Tehcir, Temsil, Temdin, Tasfiye] | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

İZLİ BELGELER IŞIĞINDA DERSİM'DE SOYKIRIM VE TASFİYE [Te'dib, Tenkil, Taqtil, Tehcir, Temsil, Temdin, Tasfiye]

YazarResmi

İZLİ BELGELER IŞIĞINDA DERSİM'DE SOYKIRIM VE TASFİYE 

[Te'dib, Tenkil, Taqtil, Tehcir, Temsil, Temdin, Tasfiye] 

 

A-Giriş 

 

Türkçü İttihad ve Terakki yönetimi, genişleme uğruna Alman militarizmiyle 1914-1918 yılları arasında Birinci Emperyalist Savaşa girmiş, savaş sonunda yenilgiye uğramış ve toprakları galip devletlerce işgal edilmişti. Aslında, daha 1913 yılında sonranın İstiklâl Marşı şairi Mehmed Akif ve Osmanlı/Türk ulemasından bir heyet Almanya’ya çağrılarak eğitilmiş ve başlatılacak bu savaş bir “Harb-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş) , “Cihad-ı Ekber” (Büyük Din Savaşı) olarak ilan edilmiş ve konuya ilişkin Şeyhülislamlık fetvası, fetva emini tarafından kamuoyuna tebliğ edilmişti. 

Yenilgiden sonra M. Kemal, yanına Süleyman Nazif ve Faik Ali (Ozansoy) Bey gibi Kürt aydın ve şairlerini alarak, geçmişte şiddetle bu savaşa karşı çıkarak, 1915’te vefat eden aydınlanmacı şair Tevfik Fikret’in Aşiyan’daki mezarını ziyaret ederek, anı defterinde şu ithaf ve itirafta bulunmuşlardı: “Tavaf-ı tahatturunda bulunmakla mübahi, perestişkârân-ı Fikret” (Anma ziyaretinde bulunmakla övünerek, Fikret’e tapanlar…)” (Fikret’in konuya ilişkin şiirini ilk kez, ilk kitabım Tevfik Fikret’te yayımlamıştım, Tel yay. İst. 1973). 

Aslında, sonucu ta baştan belli olan bu yenilgi, İttihad ve Terakki hareketini alabildiğine geriletmiş, oluşan boşluğu bu Türkçü harekete muhalif diğer Osmanlı partileri doldurmaya başlamıştı. Zaten, bu hareketin ilk kurucularından olan Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sükuti ve İhsan Nuri gibi Kürt aydınları bu hareketten koparak, kendi öz örgütlerine geçmişlerdi. Nitekim, salt 1908- 1920 yılları arasında 20 dolayında demokratik Kürt örgütü kurulmuş ve bunlar 15 dolayında dergi ve gazete çıkarmışlardı. Bu örgütler içinde siyasi partiler, kadın ve gençlik örgütleri bulunduğu gibi, Kürdistan Teâli Cemiyeti gibi yaygın kitle örgütleri de bulunuyordu. Hatta, Diyarbekir’deki örgüt, Osmanlı- Kürd İttihad ve Terakki Cemiyeti adıyla kurulmuştu. Kısaca, İttihad ve Terakki yönetimi, Alman militarizminin yedeğinde girdiği bu savaşta, “pirince giderken, evdeki bulgurdan olmakla” karşıkarşıya kalmıştı… 

İşte, Osmanlı’nın bu yenilgisi ve işgalinden sonra, iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası başta olmak üzere, kimi Osmanlı siyasi partileri Kürtler’le ittifaka başlıyorlardı. Sözgelimi, o zaman Selamet-i Osmaniye Fırkası adındaki Parti, doğrudan kendi proğramına, Kürdistan’a muhtariyet verilmesini öngören bir hüküm koyuyordu. Bu arada, Osmanlı İla-yı Vatan Cemiyeti adında yaygın örgütlenmelerden biri, yine Kürtler’e özerklik öngören bir hükmü doğrudan kendi proğramına koyuyordu. Daha da önemlisi, yanlış politikalarıyla yenilgiye uğrayan İttihad – Terakki yerine iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası, doğrudan en yaygın Kürt örgütü olan Kürdistan Teâli Cemiyeti ile ilişkiye geçerek, Kürtler’e özerklik verilmesi temelinde bir Anlaşma yapıyordu. (Bkz. M. Bayrak: Dersim- Koçgiri, Özge yay. Ank. 2010, s. 128-129). 

Bu aşamada; Kürdistan Teâli Cemiyeti üyeleri arasında Dersim’den şu ünlü şahsiyetler de bulunmaktadır: Vet. Dr. Colikzade M. Nuri Dersimi, Eczacı Sarıoğlu Hüseyin Hüsnü Bey, Miralay Dersimli Halil Bey, Dersimli Tıbbiye öğrencisi Necib, Sarısaltıklı Dersimli Halil Bey, Koçgirili Alişêr Efendi, Koçgirili Alişan Bey, Koçgirili Haydar Bey. 

 

B-Dersim’in, İttihad-Terakki’nin Devamcısı Kemalizm’le Ölümcül Dansı 

 

1919’da, İttihadçı geçmişini red ve inkâr ederek, Erzurum ve Sivas Kongreleri ve Amasya Protokolü ile sahneye çıkan M. Kemal; her tarafı işgal edilmiş Anadolu’da tek çıkış kapısının Kürt coğrafyası olduğunu bildiği için tüm çabasıyla Kürtler’i kazanmaya çalışıyordu. Bu nedenle de, gerek Amasya Protokolü gerek son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabul edilen Misak-ı Milli kararı gerek 1921 Anayasası gerekse 1922’de kabul edilen Kürt muhtariyetine ilişkin kanunu Ankara’daki Meclis’ten geçirirken; bir yandan da daha 1919’deki Sivas Kongresi aşamasında Fransız ajan- gazeteci Madam Gaulis (Guli) aracılığıyla Fransa ile gizli ilişkiye girerek; daha Lozan’a gitmeden iki yıl önce 1921/22’de Fransa ve İngiltere ile gizli Anlaşmalar yapıyordu… 

Bu gizli görüşme ve anlaşmaları haber alan Kürt aydınlanma hareketi, Kemalist yönetimi uyardığı  ve teyakkuza geçtiği için, İngiliz ve Fransızlar’la gizlice anlaşıp kendisini güvenceye alan Kemalist yönetim Koçgiri’de büyük bir katliam yapmış; Fransızlar’la yapılan gizli anlaşmayı haber alan Kürddağı (Çiyayê Kurdan) Kürt önderleri, Ankara’ya gelerek bir “Mutalebat” (Talepler Dilekçesi) yayımlamış ancak Kemalist yönetim, bu gizli anlaşmaları inkâr ederek, Meclis’teki “Muhtariyet Kanun Tasarısı”nı kanıt olarak göstermişti.(Bu konuda bkz. Prof. Dr. Robert Olson: Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Sait İsyanı; Özge yay. Ank. 1992). 

Lozan görüşmeleri aşamasında; başta Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey ve Bidlis Mebusu Yusuf Ziya Bey olmak üzere Kürdistan mebusları, ulusal giysileriyle Meclis’e çağrılıyor ve Kürt kökenli İsmet Paşa başkanlığındaki Lozan heyetine bağlılık telgrafları gönderiyor ancak girişime öncülük eden bu iki mebus da bundan iki yıl sonra 1925’te idam ediliyordu… Oysa, Yusuf Ziya Bey’in 1923’te Meclis’te yaptığı konuşma, tüm mebuslarca ayakta alkışlanıyordu… 

Zaten, Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra 1924’te çıkarılan Anayasa’da, Türk- İslam vurgusu öne çıkarılırken; 1925’te gizlice hazırlanıp yürürlüğe konan Şark Islahat Planı ile Kürtler’e dönük “red- inkâr ve imha” politikası başlatılıyordu… 

 

C-Dersim’e Giden Süreç… 

 

1937'de başlayıp 1938'de tamamlanan Dersim soykırımının bitiminde, dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk' e gönderdiği müjdeleme ve bağlılık mesajında; 26 Ağustos 1938'de tamamlanan Dersim askeri harekâtını, tam 16 yıl önce Yunanlılar'a karşı 26 Ağustos 1922'de kazanılan “Büyük Zafer”e benzetiyor ve Mustafa Kemal de, kendisine şu cevabı veriyordu: 

"Ordumuzun yüksek ve her vakit olduğu gibi milletin emniyetine cidden layık kıymet ve kudretle dolu manevrasının çok istifadeli safhalar göstererek bittiğini bildiren telgrafınızı aldım. Türk ordusunun yarattığı zaferin bu yıldönümü günlerinde kalbim orduya karşı takdir ve şükran hisleriyle doludur. Sizin ve tercümanı olduğunuz aziz silah arkadaşlarımın hakkımda gösterdikleri samimi ve asil duygular, o günlerdeki hatıralarımı canlandırdı, heyecanlarımı arttırdı. Başta siz olduğunuz halde cümlenize candan sevgi ve saygılarımı sunar, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da daima artan kutlu başarılar dilerim. Kemal Atatürk" (Elazığ Halkevi: Altan Dergisi, Haziran-Eylül/1938) 

Aynı derginin aynı sayısında, dönemin Başbakanı Celal Bayar’ın  da bir açıklaması yer alıyor. Bayar da, Dersim'deki askeri harekâta "modern teçhizatıyla üç Kolordu ve iki Süvari Tümeni'nin katıldığını ve harekâtı başarıyla tamamladığını ve kendisini "müftehir eden" görüşlerini Şefi Atatürk'e de arzettiğini” bildiriyordu ... 

1989  yılında, şimdiki CHP Genel Başkanı ve muhtemel Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ortak bir arkadaşımız üzerinden benden Dersim'le ilgili kaynak istemiş ve ben de kitaplığımdaki konuyla ilgili tüm yayınları kendisine yollamıştım. Sonradan öğreniyoruz ki, Kılıçdaroğlu, tam da o tarihlerde bir gazeteci arkadaşla birlikte Bursa'da, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamını organize eden dönemin Milli Emniyetçisi İhsan Sabri Çağlangil 'le bir röportaj gerçekleştirmiş ve yaklaşık 20 yıl boyunca bu ilginç röportajı saklamış ... Çağlayangil, ne diyor bu röportajda: "Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı, mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi.Yediden yetmişe o Dersim Kürtleri'ni kestiler .." 

İşte, yıllaryılı kapanmayan bu yarayı bu vesileyle yeniden irdeleme gereğini duyduk, bir daha aynı yaralar açılmasın diye! .. 

Dersim'in yakın dönem tarihini, “7 Uğursuz T” olarak nitelendirdiğim ve tümü Arapça olan Dersim'le ilgili açık ya da gizli tüm belgelerde geçen Te'dip (Edeblendirme, hizaya getirme), Tenkil (Cezalandırma), Taqtil (Katletme), Tehcir (Göçürtme), Temsil (Asimile etme), Temdin (Medenileştirme adına Türk- İslamlaştırma), Tasfiye (Ortadan kaldırma, etkisizleştirme) kavramlarıyla özetlemek mümkün. Bu nedenle, başlığımızı da böyle koyduk ... 

Kürt halk hareketlerinin ulusal bir kimliğe büründüğü 19. yüzyıldan sonraki Kürt tarihini, hele hele 20. yüzyıldan itibaren İttihad-Terakki hareketiyle başlayıp Kemalist yönetimlerce yeni bir kılıfla devam ettirilen zoraki “Türkleştirme” sürecini bilmeyenler için, genelde Kürdistan' da özelde Dersim' deki son gelişmeler yadırgatıcı, hatta şaşırtıcı olabilir. Oysa, bana göre yaşamakta olduklarımızın hiçbiri sürpriz değildir. Buna tarihin tekerrürü denmese bile, Kürt sorununa ilişkin yarım kalmış gizli bir tasfiye planının, silahların gölgesinde yoğunlaştırılmış biçimde uygulanmaya konması denilebilir. Neden mi? 

1- Dersim başta olmak üzere Alevi/Kürt topluluklarının baştan beri Osmanlı ve Safeviler'le anlaşamadıkları biliniyor. Bu durum, Türk askeri çevrelerince bilindiği içindir ki, 1937'de Askeri Mecmua eki olarak Genelkurmayca yayımlanan bir kitap "Osmanlı Devrinde Dersim İsyanları" adını taşıyor ve burada üç büyük Dersim isyanı anlatılıyor. 

2-1919/21 yılları arasında, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi dönemin demokratik Kürt örgütlerinde yer alan Vet. Dr. Colikzade Mehmet Nuri, Koçgiri konfederasyonunun liderlerinden Alişan Bey, kardeşi Haydar Bey ve Alişer Efendi gibi aydınların önderliğinde “Güneybatı Dersim” olarak da adlandırılan Koçgiri’de bir halk hareketi gerçekleştiriliyor. 

3- Kemalist yönetim, Koçgiri 'yi vurduktan sonra; Sünni Kürt aşiretlerin Koçgiri'ye destek vermemesini ve “Şeyh Said” hareketindeki dinsel parolaları iyi kullanarak, Dersimlileri büyük ölçüde 1925 hareketinden uzak tutmayı başardı. Dahası, hareket bastırıldıktan sonra ilk Meclisin Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey gibileri asılırken, yine aynı Meclis' de bulunan Diyap Ağa ve Mıço Ağa gibilerinden isyan aleyhtarı demeçler alınıyordu. Bununla da yetinilmiyor, 1926'da Elazığ Valisi Ali Cemal (Bardakçı) Bey ve Malatya Valisi Bozan Bey aracılığıyla 30'a yakın Dersim aşiret reisi Ankara'ya getiriliyor ve Mustafa Kemal'le görüştürülüyordu. Bu tarih, Alevi/Kürt kimliğinden ve değişimlere açık olmasından dolayı Dersim'in asimilasyona tabi tutulacak, giderek tasfiye edilecek öncelikli yöre olarak seçildiği tarihtir. Dersim'i, diğer Kürt topluluklarından yalıtma ve zamanı geldiğinde dersini vererek tasfiye etme, bu gizli politikanın temelini oluşturuyordu. Nitekim, diğer hareketler bastırıldıktan kısa süre sonra sıra Dersim'e gelmiş ve 1926'da Ankara'ya çağrılan aşiret reislerinin hemen tamamı 937-38 Soykırımında katledilmişlerdir. 

4- Kürdistan'ın diğer bölgeleri gibi Dersim'de mezraları ve köyleri yok edip halkı belli merkezlerde toplama, 1925'te hazırlanan Şark Islahat Planı'nın bir öngörüsüdür ve bu uygulama 1960 darbesinden sonra yeniden gündeme getirilmiştir. 

1921 'de Sakallı Nureddin Paşa'nın öncülüğünde, 140'ı aşkın Koçgiri köyünün yokedilmesi ve çok sayıda insanın katledilmesinden sonra; damadı Dersim kasabı General Abdullah Alpdoğan tarafından da, çok daha kapsamlısı Dersim' de gerçekleştirilir. 

1938 Dersim katliamı aşamasında, Tunceli Valiliği ve Kumandanlığı'nca Elazığ'da basılan bir kılavuzda köylerin ve ormanların nasıl yakılacağı bile belirlenmiştir. (Bu gizli kitapçığın künyesi şöyledir: Tunceli Bölgesinde Yapılan Eşkiya Takibi Hareketleri, Köy Arama ve Silah Toplama İşleri Hakkında Kılavuz, 1938.

Dersim'deki 400'ü aşkın köy ve mezranın  300'den fazlası ya yakılmış veya boşaltılarak tahrip edilmiştir. Yani devlet daha 1938'de bu uygulamanın yöntemine ilişkin kitapçık bile hazırlamıştı. Üstelik zamanla evlerin içine çalıçırpı toplanarak ateşe verilip yakılması öngörülmekteyken, günümüzde buna da ihtiyaç kalmamış ve lav silahlarıyla bu işlem alabildiğine kolaylaştırılmıştır. 

5- Jandarma Umum Kumandanlığı'nın, 1938 Dersim katliamından birkaç yıl önce (tahminen 1934'te) yayımladığı, gözetim altında 100 adet basılmış "Dersim" adlı bir gizli rapor vardır. Bu raporda, Dersim'in Kürt kimliğinin yanısıra Alevi kimliğine de değinilmekte ve şöyle denilmektedir: "Yavuz Sultan Selim' in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemiz' de tek bir Sünni'ye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı. Eğer Yavuz' un garazı Dersim' in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim' i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük." (age. s.37) 

Sözkonusu Rapor-Kitap'ta; 1860'lı yıllardan itibaren Dersim'e karşı düzenlenmiş askeri harekâtlar anlatılmakta ve bölgede yöneticilik yapmış çok sayıda asker ve sivil yöneticinin raporlarına yer verilmektedir. Kitabın cep bölümünde de, hem eski harekâtlara hem de yapılması planlanan harekâta ilişkin askeri planlar ve krokiler yer almaktadır. Rapor-Kitap'ta ayrıca, katliamdan sonra hangi aşiretlerin Batı bölgelerinde nerelere sürüleceğine ilişkin listeler de yer almaktadır. 

 

Bilindiği gibi, 1925'ten sonra Kürt/Şafiî tekke ve zaviyelerinin yanısıra Alevi dergâhları da kapatılmış; ancak 1927 'de Bektaşi tekkeleri üzerindeki baskı göreceli olarak yumuşatılırken; Alevi/Kürt kimlikli Dersim ve çevresi dergâhları ve tekkeleri süresiz yasaklanmıştı. Bu yasaklanmasının yanısıra başta Dersim bölgesi olmak üzere çoğunlukla Alevi/Kürt yerleşimlerine cami yapılmaya çalışılması, herhalde yukarıdaki anlayışın bir ürünü olsa gerek. 

 

Ç- Devletin Dersim İlgisi!.. 

 

Hakkı Naşid Uluğ gibi resmi ideoloji yanlısı muhbir yazar ve gazetecilerin "Derebeyi ve Dersim" ve "Tunceli Medeniyete Açılıyor" konulu resmi yayınları, çoğu Dersimli'nin ve Türkiyeli aydının belleğindedir. Bunlara, Niyazi Ahmed Banoğlu gibi Dersim katliamında bizzat bulunmuş muhbirgazetecilerin "Dersim İsyanının İçyüzü", katliamı bizzat yöneten Jandarma Albay Nazmi Sevgen'in "Dersim ve Zazalar", “Şark İlleri Asayiş Müşaviri ve Atatürk'ün danışmanları”ndan Hasan Reşit Tankut'un "Zazalar Hakkında Sosyolojik Tetkikler", halkbilimci Ferruh Arsuner'in "Tunceli- Dersim Halk Türküleri ve Pentatonik" gibi bilimdışı araştırmaları ile Barbaros Baykara'nın "Dersim" ve "Şirzi", Mustafa Yeşilova'nın "Kopo" gibi güdümlü roman çalışmalarını da eklemek gerekiyor. 1925 İsyanından sonra Diyarbakır Valiliği, Dersim katliamı döneminde Elazığ Valiliği yapmış olan Ali Cemal (Bardakçı)nın "Dersim'de Üç Yıl" konulu yayımlanmamış anıları da bulunursa, sanırım bu zincire ilginç bir halka daha eklenmiş olur ... 

Yukarda anılan ve 1998'de Kaynak Yayınları'nca yayımlanan gizli Rapor- Kitap'takilerin yanısıra, elde edilebilen kimi açık ya da gizli resmi belgeler, Faik Bulut tarafından "Belgelerle Dersim raporları" (İst. 1991) adıyla yayımlandı. Dersim 'le ilgili hemen tamamı yayımlanmamış birçok gizli belgeye de biz "Kürdoloji Belgeleri"nde yer verdik (1994). Konuya ilişkin bir başka yayın ise M. Kalman'ın "Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri" (İst. 1995). 

Bu belgelerin ortaya koyduğu temel gerçekliklerden biri, Alevi-Kürt kimliğinden dolayı Dersim'i önce Kürdistan'ın diğer kesimlerinden yalıtma, sırası gelince de "hizaya getirme ve tasfiye etme"dir. M. Kemal'in daha Diyarbakır'daki kolordu komutanlığı aşamasında, tümüyle Kürtler’den oluşturduğu Muhafız Taburu'nun komutanlığına getirdiği, 1923'te Kürt ulusal giysileriyle Meclis'e çağırıp Lozan'a telgraflar çektirdiği Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey'i 1925'te idam ettirmesi; yine 1926'da Ankara'ya davet ederek görüştüğü Dersim aşiret reisleri heyetinin hemen tümünü 1937-38'de katlettirmesi; 1925 hareketinden başlayarak diğer Kürt hareketlerinden uzak tutmayı başardığı Dersim'i son çıban olarak görüp 937/38'de vurması bunun birkaç örneğidir. Yukarda da vurguladığımız gibi; Kemalist yönetim, daha 1930'lu yılların başlarında hazırladığı gizli Dersim Raporu 'nda; kimi Osmanlı yöneticilerinin de görüşlerini dayanak yaparak, Dersim katliamının altyapısını hazırlarken, katliamdan sonra hangi aşiretlerin Batı illerinde hangi belde ve köylerde iskân edileceğine ilişkin bir listeye de yer veriyordu. 

Bazı muhbir-gazeteciler, çoban kılığında Dersim yöresinde gizli araştırmalar yaparken; kimi Elazığ Halkevi temsilcileri de, halk arasına karışarak, sözde etnolojik ve folklorik derleme yapma adına halkın malvarlığı, insan gücü ve silah sayısı konusunda  tesbitler yapıyordu. 

 

D- Sona Giderken: Şark Islahat Planı ve Dersim’in Soykırımı… 

 

Mustafa Kemal'in, bu ön incelemelerin ardından 1936'da yaptığı şu açıklama, bir askeri manevra bahanesiyle 1937 yılı sonlarında başlayacak katliamın adeta habercisidir: "İç işlerimizde en önemli bir safha varsa, o da Dersim sorunudur. İçte bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için, hükümete tam ve geniş yetkiler verilmelidir." 

Dönemin Başbakanı Celal Bayar da, gerek o dönemde gerekse daha sonra yaptığı açıklamalarda bu katliamı açıkça itiraf eder: "Dersim' de birtakım hareketler olduğunu duyuyorduk. O sıralar askeri manevralar vardı. Mareşal Fevzi Çakmak, bu manevraları idare ediyordu. Bir haber geldi. Eşkıya bir karakolumuzu basmış; bazı askerlerimizin, jandarmanın tüfeklerini almış. Durumu Atatürk duymuş ... Beni çağırdı. Durumu biliyorsun, gerekeni yap, dedi ... Hemen işe başladım. O gün Dersim' i vurduk ... " (Akis der. Sayı: 13/1987) 

Burada, Dersim olayını bir "eşkıyalık" olarak sunmaya çalışan Celal Bayar, bundan bir yıl önceki bir açıklamasında ise şöyle demektedir: "Dersim İsyanı tamamen Kürtler' in siyasi düşünceleridir. Bunlar ne anarşisttir, ne şudur budur. Bunlar doğrudan doğruya müstakil Kürt hükümetini kurmak istiyorlardı." (Tercüman gaz. 10.9.1986) 

Bu katliam devam ederken, Kemalist kalemşörler şu iddiada bulunuyorlardı: "Şefkat ve merhamet gibi en yüksek insanlık duygusuyla hareket edilmemiş olsaydı, Dersim onbeş günde tamamen yok edilebilirdi. ( ... ) Son Dersim hadisesi, ordumuz için bir manevra, kötü düşünenler için bir ibret sahnesi olmuştur." (Elazığ Halkevi/Altan Dergisi, 28 Eylül 1937)  Üzerinde durulması gereken ilginç hususlardan biri, döneme ilişkin belgelere ve Atatürk'ün, Dersim'i bizzat bombalayan (Ermeni asıllı) manevi/pilot kızı Sabiha Gökçen'in açıklamalarına rağmen; bazı kesimlerin, hasta yatağında olduğu için Atatürk'ün bu katliamdan haberdar olmadığı yolundaki garip iddialarıdır. 

Oysa, Atatürk, 1 Kasım 1938 'de yani ölümünden yalnızca dokuz gün önce, Başbakanı Celal Bayar aracılığıyla Meclis' e gönderdiği mesajda, katliamın tamamlandığını şu sözlerle açıklamaktaydı: "Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman gergin bir şekil alan Tunceli' ndeki toplu haydutluk olayları belli bir program içindeki çalışmalar sonucu kısa bir sürede ortadan kaldırılmış, bölgede bu gibi olaylar bir daha tekrarlanmamak üzere tarihe aktarılmıştır." (Hıdır Göktaş; Kürtler/İsyan-Tenkil, 1991, s.141). 

Mustafa Kemal, 1926 yılında İsviçreli sanatçı ve gazeteci Emile Hüderbrand'a şu açıklamada bulunuyordu: +"Geçmişte, birçok durumlarda Kürdistan'da ve Anadolu' nun diğer iç bölgelerinde, Cumhuriyet' in iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman, onları demirden bir elle ezdim. Örneğin bir defasında önderlerinin altmışını şafakla astırdım. O unsur (Kürtler) dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır."  (Bkz. Komisyon: Kürtler Üzerine Tarih ve Folklor Yazıları; Özge yay. Ank. 1991). 

Burada kastedilen hareket, 1925'teki Kürt ulusal-direniş hareketidir. Bu, 1923'te Kürtler'in reddi ve inkârı karşısında örgütlenmeye başlayan, 1924'te "Türk' ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter!" tehdidi karşısında kendini dışa vuran ve 1925'te gerçekleşen bir hareketti. M. Kemal'in üstteki demeci verdiği tarihte, yalnız onlarca lideri asılmamış; yüzlerce köy yokedilmiş, binlerce ev yıkılmış ve 15 bini aşkın insan katledilmişti. 

Mustafa Kemal'in "demirden eli", Dersim kasabı Abdullah Alpdoğan'da "Dersim' in tepesine inan tunç el"e dönüşmüştü. İşte, Dersim'in yerine "Tunceli" adı buradan geliyordu... 

Şunu özellikle vurgulamamız gerekiyor ki, 1937 /38 Dersim olayı, bir isyan değil; 50 bini aşkın insanın katliyle sonuçlanan gerçek anlamda bir soykırım ve tasfiye hareketidir ... 

Yukardanberi anlatılan acılı gerçek karşısında, büyük Kürt yurtseveri Mehmed Nuri Dersimi'nin şu sözünü birkez daha hatırlatalım: 

"Yüzyıllardan beri hep yenildiğimiz, hep ezildiğimiz doğrudur. Ama en az bunun kadar doğru olan bir şey vardır ki, o da direnişten asla vazgeçmediğimizdir." 

1925'de uygulamaya konulan gizli Şark Islahat Planı'nda Dersim'in durumu şöyle değerlendirilmektedir: 

"Dersim'in diğer yörelerden farkı, hükümet görevlerinin diğer yerlerden daha fazla bulunması, aralarındaki anlaşmazlıkların kendi silahlarıyla halledilmesi, reislerine daha bağlı olmaları; Dersimliler’in halen Kürtçe konuşmalarına ve Alevilik’ten dolayı Kürtlük iddiasında bulunmalarına rağmen, çoğunluğunun Türçeyi bilmesi ve konuşabilmesi önemli hususlardır. Dersimliler de diğer yerler halkı gibi çifterli ateşli silaha sahiptir. Özellikle şimdiye kadar Dersim' de kesin bir cezalandırmanın yapılmamış olması, 1916 harekâtının cezasız kalması bunlara daima güç vermektedir." (M. Bayrak: Kürtler ve UIusal- Demokratik Mücadeleleri, Özge yay. Ank. 1993, s. 456). 

Söz konusu Plana ilişkin gizli raporlarda, "Alevilik sebebiyle Kürtlük iddiasında bulunan" ve kendilerinin Horasan' dan geldiklerine inanan Dersim aşiretlerini asimile etmenin, diğer Kürtleri asimile etmekten daha kolay olduğu savunuluyor ve "özellikle Dersim, öncelikle ve ivedilikle yatılı bölge okulları açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an önce kurtarılmalıdır" deniliyor. (Bkz. M. Bayrak: Kürtler’e Vurulan Kelepçe/ Şark Islahat Planı; Özge yay. Ank. 2. Bas. S.96). 

Planda aynca, "Dersimlilerin Dersim' den çıkmak isteyen kısımları Sıvas' ın batısında gösterilecek yerlere nakledilebilirler" görüşüne yer veriliyor. 1927 yılından başlayarak hükümetlere değişik periyodlarla Kürtler konusunda raporlar veren Prof. Hasan Reşit Tankut da, 1960 darbesi sonrasında hükümete verdiği bir raporda; Dersim' e Türk göçmenlerin yerleştirilmesinin uygun olmayacağını, en uygun çarenin "Dersim' de Dersimlileri yerleştirmek yani Dersimlileri dağlardan ve perakende köycüklerden ovaya indirmek" olduğunu söylüyor. Dersim' de küçük sanayinin geliştirilmesini ve okullaşmanın yaygınlaştırılmasını öneren raportör, "Dersimli çabuk uygarlaşır, yapı olarak uygardır; çabuk Türkleşir çünkü dili Türk fonetiğine uyar" önerisinde bulunmaktadır. (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-1, Özge yay. Ank. 1994). 

Özetle, Kürdistan'ın diğer bölümlerinden sonra sıra yine Dersim'e gelmiş ve bu zoraki plan yine uygulanmaya çalışılmaktadır. Senaryo aynı senaryo, film aynı film; yalnızca araçlar gelişmiş ve aktörler değişmiş. Peki nereye kadar devam edecek bu kirli ve talihsiz oyun? Nerde görülmüş "zorla güzellik" yaratıldığı? 

Ne diyor Kürt bilge ozan Cegerxwin

"Sedan sal, hezaran zimanê meye 

Weki me di bin destê dijmindeye 

Çi gernas u mêre di meydanê ceng 

Ne şûr ne mertal, ne top û tifeng." 

Peki, Dersim- Koçgiri’nin efsanevi şairi Alişêr, ne diyordu olup- bitenler karşısında soykırımdan bir süre önce: 

Ol Yezid’in fikri Dersim’i vura 

Silahlar toplanıp çöllere süre 

Zâlimler , zannetme bu size kala 

İnşallah bir Eroğlu meydana gele 

Hak yolunda intikam ala 

 (E. Gezik: Alevi Kürtler’den aktarılarak; M. Bayrak: Dersim- Koçgiri, s.144).