
TÜRKİYE IRAK İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM
31 Mart Yerel Seçimlerinden sonra Türkiye’nin Irak için belirlediği yeni strateji davul zurna çalınarak, ayan beyan ortaya konmuş durumdadır. Buna göre ilkbahar sonu yaz ayları başlarında uygulamaya geçecek olan yeni stratejinin güvenlik ve ekonomi olmak üzere iki ana eksen üzerine oturtulduğu söylenebilir.
Yeni stratejinin davul zurna çalınarak orta yere dökülmesinin, elbette yerel seçimlere gidilirken seçmene mesaj gönderme gibi bir bilinçli göndermesi de bulunuyor. AKP, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde başarılı olursa, Erdoğan; yeni stratejiyi arkasında önemli bir moral motivasyon rüzgarı ile başlatacaktır. Ancak bu iller kaybedilse bile yeni dönemin gereği olan pratikler uygulamaya geçecektir. Esasen Erdoğan için bu vakitten sonra asıl önemli olan, halkın desteğinden ziyada, kendisinin otoriteryan gücünün halk üzerindeki etkisini pekiştirmektir.
İsrail Hamas savaşının tüm şiddeti ile devam ettiği ve bu anlamda küresel güçler başta olmak üzere tüm dünyanın ilgi alanı olması nedeniyle Erdoğan’ın Irak’ta yapılması beklenen operasyonlar konusunda dış faktörlerden olumsuz etkilenmesi düşünülemez. Her nedense konu Kürtler olunca dünya devletleri lâl ve âma olmayı çıkarları gereği tercih etmekte bir sakınca görmüyorlar. İçerdeki milliyetçi, İslamcı baskın güç ise her zaman olduğu gibi Erdoğan’dan yana hep var olmuş ve işini kolaylaştırmıştır. Yeni dönem Irak projesinin başarılı olması durumunda Erdoğan’ın ilk yapacağı icraatın yeni anayasa olma ihtimali oldukça yüksektir. Kaldı ki böylesi bir durum, ülkede yaşanan ekonomik sıkıntıları geri plana itebilecek ve bu sıkıntılar iktidar için görmezden gelinecek. Ancak öyle görünüyor ki ne Irak ile ilgili gündemde başarı sağlanacak ne de açlık ve yoksulluk halkın gündeminden çıkacaktır.
Ocak ayında Erdoğan’ın başkanlığında, ilgili bakan ve bürokratlarla yapılan toplantıda Irak ile yeni dönemde kurulacak ilişkilerin bir tablo içindeki iki resimden oluştuğu söylenebilir. Bu resimlerden birisi T.C’nin varoluşundan bu yana sürdürdüğü “ Kürt düşmanlığı” üzerine kurulu siyaseti gereği çizilendir. İkincisi ise birinciden bağımsız olmayan ekonomik boyutlu, farklı alanları içeren oldukça iddialı olan çizimdir. Ancak bu çizimler, Türkiye siyasetinin sahadaki koşullardan ve Ortadoğu’daki dinamiklerden bihaber gibi olduğu izlenimini vermektedir. Bu anlamda başarı şansının ne olacağı zamanın akışına göre belirlenecektir. Belli ki ayan beyan ortada olan, her durumda Kürt kanının fazlasıyla akıtılacağıdır. Kısacası Yaz ayları Irak’ta yer kırmızı, gök gözyaşı ile dopdolu olacaktır. Bu özet çerçeveden Türkiye-Irak ilişkilerinde yeni dönemin
- Toprak İşgali
Cumhuriyetin savaş tarihi oldum olası Kürtlerle savaş tarihidir. Nitekim bir yandan 2019 dan bu yana sürdürülen pençe-kilit operasyonları ile devam eden çatışmalar sonucu Güney Kürdistan’da 50 kadar stratejik bölgede üs kurulduğu bir yandan da, Arap Baharından bu yana Suriye Kürdistan’ının kuzeyi 30 km derinliğe kadar işgal edilmiştir. Erdoğan, başkanlığını yaptığı son güvenlik toplantısından sonraki basın açıklamasında “ Güney sınırlarımız boyunca bir teröristan kurulmasına kesinlikle izin verilmeyecektir” diyerek, bölgede yeni ve kanlı bir savaşın başlatılacağının ilk işaretlerini verdi. Belli ki bu savaş Güney Kürdistan toprakları içinde hava ve kara birlikleri ile gerçekleştirilecek ve askerin ulaşabileceği her alanda icra edilecektir. Ancak bölgenin dağlık ve engebeli olması bir yana, işgali düşünülen alanın geniş ve birbirinden bağımsız alanlar olması, Türkiye’nin başarı şansını düşürecek izlenimini veriyor.
Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Genel Kurmay Başkanının üst düzey bürokratlarla birlikte devrede olduğu ve operasyon için ön hazırlıkları yaptıkları gerçeğini bilmeyen yok gibi. Bu kişilerin Washington, Bağdat ve Erbil arasında mekik dokudukları ve Operasyon için onay ve destek istedikleri görülüyor. Daha önce Türkiye’nin Irak’taki önemli askeri üslerinden Başika’yı hedef alan Haşdi Şabi örgütünün başkanı Falih el- Feyad’ın Şubat ayında Hakan Fidan ile Ankara’da görüşmesi, bu operasyon çerçevesinde okunmalıdır. Ancak Haşdi Şabi’nin İran destekli bir milis güç olması, bu örgütün İran onayı olmadan Türkiye’ye yardımcı olmasının neredeyse imkansız olduğu anlamına gelir. Bir başka deyişle İran’ın çıkarları doğrultusunda mümkündür denebilir. Ayrıca KDP’nin desteğinin alındığı ve YNK’nin tavrının Türkiye için ulusal güvenlik tehdidi olarak kabul edilmesi ve desteğe zorlanması operasyonun boyutları bakımında bazı işaretler veriyor. ABD’ nin istihbarat bilgileri verip vermeyeceği konusunda bir bilgi olmamakla birlikte bu ülkenin Türkiye’ye dur demeyeceği gelen bilgiler arasında. Tüm bunlarla birlikte Erdoğan’ın Ramazan ayı sonrasında Bağdat’ı ziyaret edebileceği düşünüldüğünde, Türkiye’nin projesinin çapı daha da anlaşılır olmaktadır.
Irak’ta kısa süre sonra başlatılması düşünülen kapsamlı operasyona paralel olarak Suriye’de de SİHA’larla nokta atışların yoğunlaştırılacağı büyük bir ihtimaldir. Tüm bunlar, Türkiye’nin Kürt kazanımlarını terörizmle mücadele bahanesi adına yok etmekte ısrarcı olduğunun işaretleridir. Kaldı ki Kürt kazanımlarını ortadan kaldırma ve/veya zayıflatma konusunda Türkiye yalnız değildir. Irak Merkezi hükümeti de bu anlamda boş durmadı ve IBY’nın kazanımlarının önemli bir bölümü budandı. Irak Anayasa Mahkemesi aşağıdaki ve benzeri bir dizi kararla Kürtleri yeniden Merkezi devlet çatısı altında birleştirebilmenin bazı adımlarını attı.
-Bileşenler için oluşturulan kota ( 11 sandalye) hukuki olmadığı gerekçesiyle kaldırıldı.
-Tek seçim bölgesi olan Kürdistan bölgesi, 4 seçim bölgesine ayrıldı
-Kürdistan Bağımsız Secim Komisyonu yerine Irak Seçim Komisyonu Kürdistan’daki seçimlerde görevli oldu.
-Federe Bölge memurlarının maaşlarının Irak Maliye Bakanlığı tarafından ödenmesine karar verildi.
Federe bölgenin Merkezi Hükümetin bilgisi dışında borçlanmayacağına karar verildi. Bunlar ve benzeri kararlar esasen Kürdistan Federe Bölgesinin siyasi ve hukuki güç kaybına neden oldu. Elbette tüm bunlar, Federe bölgenin kendi iç zaaflarının da var olmasından kaynaklıdır. Bölgedeki birçok sorun bir yana bu kararlara Talabani’nin sert ama olumlu derken, KDP’nin sert tepki göstermesi, iki tarafın kararlar konusunda ortak tepki verememesinin işaretleridir. Öyle anlaşılıyor ki federe bölge belki yok edilemeyecek ancak bırakın gelişmeyi, kendini korumayı bile beceremeyecektir.
Çıkabilecek savaşın asıl nedeni olarak lanse edilen PKK’nin bu durumda nasıl bir tepki vereceği ise merak konusudur.
- Ekonomik İşgal
ABD Başkanı J. Biden ile Hindistan Başbakanı N. Modi arasında Çin’in Ortadoğu ve Afrika’daki etkinliğini sınırlamak için varılan kararda Türkiye bay pas edilmiş ve yapılması düşünülen doğalgaz boru hattının İsrail’de son bulması kararlaştırılmıştı. Erdoğan, bu durumu Türkiye’nin enerji kaynağı dağıtım havzası olması önünde büyük bir engel olduğunu düşünerek alternatif bir yol ile bu riski bertaraf etmek istemektedir.
Erdoğan’ın Ramazan sonrası Bağdat’ı ziyaret nedeni, Yeni Osmanlıcılık ideolojisi çerçevesinde Kalkınma Yolunun yapılması için Irak’lı yetkilileri ikna etme çabası olmalıdır. Edinilen bilgilere göre Türkiye bu yolu şimdilik kara ve demir yollarının paralel olarak Ovaköy’den başlatılıp Basra Körfezinde sonlanacak şekilde inşasını düşünmektedir. Böyle bir yolun yapılması hem Irak ile ticaret hacmini arttıracak hem de, Körfezdeki Emirliklerle ticareti geliştirecektir. Öyle görünüyor ki bu konuda başarı sağlanırsa ileriki süreçte bu Kalkınma Yolu projesine paralel olarak doğalgaz boru hattı da döşenecek ve Avrupa’ya gaz taşınacaktır. Düz mantık akılcı olan bu projenin Irak gerçeğine uymadığı, bu anlamda gerçekleşme potansiyeline sahip olmadığı söylenebilir.
Proje, Habur sınır kapısını bay pas edecek ve Habur’un sadece 8km Batısında bulunan Ovaköy’den başlatılmak istendiğine göre, Güney Kürdistan’ın en önemli ekonomik kapısı devre dışı bırakılmak isteniyor. Bu durumda projenin asıl amacının Kürtlerin kazanımını yok etmek olduğu açıkça görülüyor. Bu haliyle proje Kürtlerin kabul edebileceği bir proje değil. Kaldı ki mevcut yolları birleştirilerek Basra’ya kadar uzatmak daha az maliyetli olmasına rağmen, Ovaköy’de bir sınır kapısının açılmak istenmesi ve Kürdistan’ı bay pas etmesinin nedeni bilinen gerçek, yani Kürtleri askeri, siyasi ve ekonomik gelişmişlikten mahrum etmektir. Türkiye’nin Ovaköy’ü tercih etmesinin bir nedeni de içeriye doğru 40 Km lik alanı işgal etmek ve Irak-Suriye sınırının bir bölümünü denetim altına almaktır.
Haşdi Şabi milislerinin üst düzey yöneticisi ile Türkiye’de bazı görüşmelerin yapılmasının bir başka nedeninin bu projenin güvenliği
olduğu söylenebilir. Ancak daha önce belirtildiği gibi bu örgüt İran bağlantılıdır ve Türkiye için olabilecek kazanımlara kendisi için risk unsuru olarak bakar.
c ) Su Sorunu
Sınır aşan veya uluslararası sular olarak tanımlanan nehir suları için Birleşmiş Milletlerin belirlediği bir paylaşım kuralı bulunmamaktadır. Bu özelliklere sahip olan Dicle ve Fırat suları için Türkiye, mutlak egemenlik ilkesini uygular. Buna göre sözü edilen akarsuların yukarı çığırında bulunan Türkiye, akarsular üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olduğunu iddia eder. Nitekim yukarı çığırda yapılan bir dizi baraj, aşağı çığır ülkelerinin su sıkıntısı yaşamalarına neden olur. Çünkü Türkiye, bu barajlarda tuttuğu suları “petrol karşılığında su” düşüncesinden yola çıkarak satmak istiyor. İki ülke arasındaki su sorunu da bu düşüncenin eseri olarak var oluyor. Bu anlamda Türkiye, Irak’tan bazı tavizler koparmadan su sorununu çözüme kavuşturmaktan yana değil. Esasen bu tür nehirlerin suları optimum kullanım ilkesine göre paylaşılır. Ancak bu konuda dünya ülkelerinin üzerinde uzlaştığı bir yasal çerçeve olmayınca paylaşım, güçlü olan devletin kurallarına göre yapılır.
Sonuç Yerine
Bir daha yaşanmayacağı dile getirilen “ bırakuji”nin yaşanma ihtimali, esasen tüm yazılanların ötesinde bir önem ve anlama sahiptir. Kürtlerin başına gelecek en büyük felaket bu olacaktır. Üstelik başka devletlerin çıkarları uğruna. Sanırım böylesi bir durum, sözün bittiği yer olur.