Tüm yorumlar, tüm psikoloji, her şeyi anlaşılır kılmak için yapılan tüm girişimler, teoriler, mitolojiler ve yalanlar gerektirir.
Hermann Hesse
Yukarıdaki başlık, çok önemli yapıtlar olduğuna inandığım Gülün Adı ve Foucault Sarkacı kitaplarının yazarı olan Umberto Eco’nun aynı adlı eserinden alınmıştır. Yorum ve aşırı yorum; sanatta, siyasette, edebiyatta, bilimin hemen hemen diğer bütün alanlarında ve özellikle dinler sahnesinde rastlanılabilen ve zaman zaman soruna, sorunlara yol açabilen bir etkileşim sürecidir. Yorum, kimi zaman yazarına dair yerinde bir ön kabulü, kimi zaman mucittin niyetini ve amacını aşan bir müdahaleyi normal sayan, aşırı ve taşkın boyutlara ulaşmıştır. Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme, gizli veya hayalî olan bir şeyden anlam çıkarma, bir ürünün, bir modelin, bir sanat eserinin farklı bir açıdan ele alınarak yeniden oluşturulmuş biçimi, herhangi versiyonu (sürüm) evrelerinin tamamı, doğrusunu söylemek gerekirse yorum faaliyeti kapsamındadır. Din alanının belli düzeylerinde, yorumlama bilimi denebilen tefsirin olması ve dinin toplum nezdinde bu denli güçlü hale gelmesi belki de yorum ve aşırı yorum eylemini belirleyici oranda etkilemektedir. Bir müzik parçasını veya bir tiyatro oyununu kendine özgü bir duyarlılık ve teknikle çalma, söyleme veya oynama konusundaki yorumun yarattığı elastikiyetin ve rahatın, aşırı yorum süreçlerini etkilediğini söylemek; dinleyici yorum, izleyici yorum ve okur yorum aşamalarını belirlediğini iddia etmek, kanımca aşırı yorum sayılmamalıdır.
Yorum ne kadar öznel, kendine has olursa olsun metnin kendi belirlenimleri dışına taştığı anda başka bir biçim ortaya çıkar, amaç edinilenden öte bir anlam, denebilir ki manalandırma meydana gelir. Bu, her ne kadar aşırı yorum sayılsa da niyet okumayla çarpıtma arsında, sorunlu bir noktadır. Bir metin, bizatihi çerçevedir. Kendini belli alanlarla sınırlamıştır. Çoktan seçmeli bir sorunun cevabını vermek gibidir. Söz gelimi bir metnin yorum sürecinde en fazla üç dört seçenek vardır. Metinler aynı zamanda kendi haklarındaki tercihlerin sınırlandığı alanlardır. Yorum ve aşırı yorumun, yanlış yorumun hatta çarpıtmanın iç içe geçtiği girift alanlar, olması gereken gri bölgeler değildir. Genellikle çok net ve sarih olan metinlerde anlam, her zaman zorunlu değildir ve tekstler her zaman mutlak bir anlam içermiyordur. Bununla birlikte, yazarın niyeti, olay örgüsü, kahramanların pozisyonu, roller ve karakterlerin hikâye içindeki etkisi; yazının ve yazıda olağan akışın doğal sonuçlarıdır.
Yazı alanı; daha doğrusu siyaset bilimi, sosyoloji, felsefe ve hatta edebiyat; yapılan iyi işlerle birlikte, kötülerin de toplumların, bireylerin hayatına girdiğini, atılan her yararlı adımın beraberinde pek çok zararlı şeyleri de toplum hayatına taşıdığını anlatan en önemli yollardan bir tanesidir. Belki de bunu görmemizi, saf ve çıplak gerçeği fark etmemizi sağlayan, gerçeklik konusunda olup bitenin arkasında, olayların arka planında neyin yattığı hususunda bizi aydınlatan en mühim tartışma alanıdır. Bu yanıyla yazı perdesiz gerçeği, gerçeğin arkasına gizlenemeyeni ve farklı olanı akıcı biçimde gözler önüne seren oldukça ehemmiyeti olan bir düşün faaliyetidir.
Bizi sınırlayan veya yorum isteğimizi belirleyen ölçütler olmalıdır. Yorum, doğru yorum, aşırı yorum kıstasları nelerdir. Umberto Eco, neden yorum kapasitesine ve sınırına kıstas getirmektedir. İtalyan yazar, yorum ve aşırı yoruma dair Açık Yapıt eserinde çok önemli bir belirleme yapar. “Yazar karşısındakine tamamlanacak bir yapıt sunar. Yapıtın tam olarak nasıl tamamlanacağına dair bir fikri yoktur ama bir kez tamamlandığında yapıtın yine de başka bir yapıt değil, kendi yapıtı olacağını ve bir başkası tarafından onun öngöremeyeceği bir biçimde yapılandırılmış olsa bile yorum diyalogu sonunda somut olarak ortaya çıkan kendi biçimi olacağını bilir. Çünkü gelişimin doğal gereklerini belirli bir mantık çerçevesinde yapılandıran, yönlendiren ve ortaya koyan ve olasılıkları öneren aslında yazarın/ sanatçının kendisidir.”
Konu okumak ve yorum olunca ister istemez düşüncenin belli işaretlerle tespit edilmesi işi anlamına gelen yazı, aklın bağımsız ve kendine özgü durumu olan düşünme ve yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik manasına gelen düşünce alanları harekete geçer. Alman filozof Martin Heidegger, düşünmek ne demektir, diyor. Düşünmek; insanın aklından geçirmesidir, göz önüne getirmesidir, ne olabileceğini önceden kestirmesidir, herhangi şeyi kendi zihniyle arayıp bulmasıdır. Felsefe sözlüklerinin çoğu, bizatihi nesne olan, yani öznenin yaptığı iş ve eylemden etkilenen öğe denilen düşünce, aynı zamanda bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmektir, diyor. Kısaca düşünce, düşünme eylemlerinin sonunda ortaya çıkan, başkaları için de varlık bulan üründür. Sistematik ifadeyle, düşünme; kişinin kendi içerisinde bir faaliyetken düşünce, düşünmenin başka bilinçlere ulaşmış halidir. Aynı patikadan ilerlemekte, yazı yorum mevzuuna bağlı kalarak ve yazı yorum arasında ilişki kurarak okumak nedir, nasıl bir eylemdir, sorularını sormakta yarar görüyorum. Okumakla; çağırmak, anlamak, açıklamak, açığa çıkarmak ve hatta kavramak arasında nasıl bir ilişki vardır. Açık ki okumak, düşünmek, yazmak, yorumlamak birbirine bağlı, birbirinden beslenen, etkilenen eylemler ve etkinliklerdir. Okurun ne olabileceğini önceden kestirebilmesi yeteneği, yazı ve örgünün hangi biçimi alacağını tahmin edebilmesi, onun ne olması gerektiği konusunda da yetkinliğini tetikliyor. Böylesi bir korelasyon okur yorum sınırları boyunca aşırı yorum yönünden tehlikeler, aşkınlıklar, metnin içeriği ve yazarın niyetini taşan düşünceler ortaya çıkarır. Okuma etkinliği sırasındaki kaygılanmak ve farz etmek evreleri; yazarın, metini ortaya çıkaran dinamiklerin ya da hikâyenin kendisi hakkında niyet belirlemek ve niyet okumak gibi tehlikeli yanları olan bir okurluk serüvenini gözler önüne serebilir.
Yazmak, aynı zamanda yüksek sesle düşünmektir
Kimi çevreler, yıllardır ısrarla okur da en az yazar kadar söylemin ve eserin oluşmasında etkilidir, gibi düşünceler ortaya koymaktadırlar. Okurun varlığını, yazma eyleminin önemli bir parçası gören bu kesimlere göre ortaya çıkan etki, yazar ve okuyucu arasındaki görünmez işbirliğinden meydana gelmektedir. Okur olmadan eserin ya da söylemin anlam kazanma ilişkisi, anılan öğelerin bütünlüklü olması söz konusu iddiayı beslemektedir. Bir bütün denilen okur, eser ve söylem ilişkisi, bütünün nitelikli olmasını, anlam kazanmasını okuyucuya ve okuyucunun bazı yetkinliklerine bağlı kılınmaktadır. Ne var ki İngiliz deneme yazarı De Quincey, “Benim yazı yöntemim, beni kim dinliyor diye meraklanmaktan çok, yüksek sesle düşünmeye ve kendi keyiflerimi izlemeye dayanır,” diyerek farklı bakış açısıyla başka bir yerden, yazıyı ve yazarı daha özgür hale getiren bir zeminden sesleniyor.
Bilişlerimizin ve düşüncemizin iletimi; yol ve yöntem, içerik ve anlam olarak genellikle aynı değildir. Birbirimizden farklı kişilikler olmamız söylemimizi de farklılaştırabiliyor. Söz ve eylemdeki devingenlik, yorum etkinliğini bir yandan güçlü kılmakta, bir yandan gerekli yapmaktadır. Fikirler, bir sonraki ana, anlamsal bütünlükleriyle aktarılırken böylelikle yoruma ve okura alan açmaktadır. Yorum, metinlerle ilişkisi bağlamında söyleme dayanan ama kendisi eylem ve etkinlik olan bir aktivitedir. Değerlendirme (yorum); edebi, sanatsal, siyasal ve sosyal metinlerin tamamı yazar, eser ve okuyucu bakımından niyeti aşan, aşırı yorumdan sakınan, elden geldiğince objektif olmak zorunda kalan bir alandaki faaliyet olmalıdır. Etkileri yönünden metinler, ne derinlik taşırlarsa taşısınlar yorum, niyet okunmadan yapılmalı, metne bağlı kalmasa da metnin çerçevesini aşmamalıdır. Burada yazar okur ilişkisi yerine, metin okur ilişkisi, metin yorum ilişkisi ikame edilmelidir. Yazar istediği kadar yaratma gücüne, yaratma cesaretine sahip olsun, ortaya koyduğu şey; toplumla, topluluklarla, insanların bir arada ve beraber yaşama geleneğiyle doğrudan ilişkilidir. Yazı, insanlığın ortak hafızasının estetikle, güzel sözlerle deneyimlerin imbiğinden damıtılarak elde edilen değerli bir sanatsal faaliyettir. Hiçten var edilen, yaratılan şeyler ancak toplum hayatının kokusunu taşırlarsa sahici ve köklü olabilirler. Sürekli olan, üretilen, yeniden inşa edilen, kendini yenileyen ve geliştiren, etkileşen, artan, eksilen, acıdan beslenen, neşeyle zenginleşen süreçlerin tamamı yaratma cesareti yönünden, yaratıcılığın kaynağı bakımından önemli evrelerdir.
Yorum ve aşırı yorum konusunu kapsamlı biçimde ele alan Stefan Collini*, anılan kitabın önsözünde şu cümleleri kurmaktadır: “Elbette, yorum yirminci yüzyıl edebiyat kuramcılarının icat ettiği bir etkinlik değildir. Aslına bakılırsa, bu etkinliği nasıl nitelendirmek gerektiği konusundaki muamma ve tartışmaların Batı düşüncesinde uzun bir geçmişi vardır; bu tartışmaları her şeyden önce Tanrı Kelamı’nın anlamını belirlemek gibi son derece önemli bir uğraş harekete geçirmiştir. Bu tarihin modern aşaması temel olarak, on dokuzuncu yüzyılın başında Schleiermacher’le** bağlantılandırılan Kutsal Kitap yorum bilgisinin gündeme getirdiği metinsel anlam sorunu hakkındaki yüksek düzeyli özbilince uzanmaktadır. Dilthey, insan ruhunun bütün yaratılarını anlamada yorumun merkezî rolünü, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Geistes Wissenschaften*** kapsamındaki bütün alanları içeren bir programın temeli yapmıştır.” [M. H. Abrams, yayınevinin notuyla beraber. (Meyer Howard Abrams, özellikle Ayna ve Lamba adlı kitabı ile tanınan Amerikalı bir edebiyat eleştirmenidir.)]
Eleştirinin, yorum ve aşırı yorumun sınırları yok mudur?
Tamamen olmasa da ana konudan çok az uzaklaşarak son zamanlarda, özellikle de sosyal medyada politik davranışları, ideolojik ve pragmatik nitelikteki kişi ya da grup tavırlarının anlamını, amacını hatta hedefini tefsir eden ve kimileri için en önemli uğraşlardan, neredeyse yegane politik faaliyetlerden biri haline gelen, öfke ve nefretten beslenen hatta hakarete varan eleştiri ve yorumlara kısaca değinmek istiyorum.
Edebiyatta ve sosyal bilimlerde olmadığı kadar yorum ve aşırı yorum, bilgiye ve düşünceye dayanmayan eleştiri, siyaset alanında, üstelik farklı mahlaslar kullanılarak sosyal medya denen mecrada, gündemin başköşesine oturdu. Bir metinden, bir davranıştan, bir politik hamleden, bir onama veya ret etmeden, bir çıkar faaliyetinden çıkarılacak anlamın sınırları alabildiğine zorlandı, konu dışı hikâyelerle eleştiri ve yorum, kişisel niteliğe büründü. Yazarın ve metnin niyetini sorgulayan okur gibi, politikacının ortaya konan politikasından çok, niyetini ve hedefini yorumlayan hatta öngören ve kestiren bir furya başladı. Hemen hemen “sosyal medyanın” her mecrasında, üslup ve düzey gözetilmeksizin, kullanılan dilin niteliği fark etmeksizin kara çalmaya ve suçlamaya, linçe varan bir gözden düşürme ve karalama kampanyası eşlik etti.
Metinlerin anlamı ve politik faaliyetlerin amacı konusunda yürütülen tartışmalar hakkındaki, yorum ve aşırı yorum, bilgiden ve fikirden bağımsız şekilde yapılan eleştiri, edebiyat kuramıyla ilgilenen ve siyaset konusunda zihnini yoranların hata bu alanlarla ilgilenen herkesin diline ve üslubuna dikkat etmesi gereken hassas başlıklardır. Konu hele taşkın ve aşkın olan eleştiri ve yorumlar ise…
Politikacının ve yazarın istese de engel olamayacağı bu durum karşısında, okurun ve eleştiri yapanın bir sınır içinde kalması veya okurların ya da eleştiri yapanların uyması gereken asgari kuralların olması gerekmez mi? Yoksa yazarın ve politikacını yapıp ettikleri mi bu sınırları tayin etmektedir. Ya da bu sınırların belirlenmesinde yazarın veya politika yapanın rolü mü belirleyicidir? Bu soruların her biri işe yarar ciddiyette ve önemdedir. Açık ki bazı yorumlar ve bazı eleştiriler aşkındır. Sınırsızca ve pervasızcadır. Bunları aşırı yorum, bilgiye ve fikre dayanmayan eleştiri kategorisinde ele almak ve çoklukla bunlara hiç itibar etmemek, kanımca yerinde olur.
Umberto Eco ve örnek okur
Konumuz okur türlerini incelemek olmamakla beraber, ideal okurdan başlayarak ampirik okura uzanan okur yolculuğunda zaman zaman okur türlerini anma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Kendisini bazen örnek okur bazen de ampirik okur olarak gösteren ve tavrı kestirilemeyen okur olarak tanımlanan örtük (kapalı) okur, okuma süreçlerinin bir başka önemli unsurudur. Eco, örtük okuru farklı pencereler açarak yorumlamaktadır. Makale boyunca, okuru, niyeti, metni ve yorumu tartışmanın bir amacı da, makul yorumun sınırlarını aşmanın bir başka biçimini göstermektir, ancak olasılıkla birçok insan kendi okumasını, yorumunu ve hatta niyet okumasını aşırı olmaktan çok, aydınlatıcı bulacak, olması gereken -doğru- sayacaktır.
Metinlerde yazarın niyeti hatta metin öncesindeki niyeti, okuma yapan okurun niyeti hatta okurun yazar hakkındaki düşüncesinin beslediği niyeti, eserin amacı ve niyeti hatta okurun amacı ve niyetiyle örtüşüp örtüşmediği, oyunun kurallarına riayet edilip edilmediği, sınırlar ve anlamda kışkırtıcı öğelerin olup olmadığı yorum kavramı yönünden önemli roller oynar. Ancak Eco bu konuyu daha önceki yapıtlarında ortaya koyduğu ampirik okur, örtük okur ve örnek okur ayrımlarına dayanarak bu kavramı büyük bir ustalıkla, ama metnin amacının örnek okur’u üretmek olduğunu ima edecek şekilde gene büyük bir iddiayla yorumlar. Eco’ya göre örnek okur; metni, bir bakıma okunması tasarlanan –bu tasarı, çoğul yorumlara elverecek şekilde okunma olasılığını içerebilir– biçimde okuyan okurdur. Buradan ampirik (deneysel) yazar, ampirik okur arasındaki ilişkiye geçersek eğer, gene benzer bir korelasyon ve iddia karşımıza çıkıyor. Bir yazarlık deneye dayalı olabilir belki ama okur hangi deneye dayalı okuma yapmaktadır ya da okur okudukları için neden deneye dayalı hareket etmek zorunda bırakılmaktadır. Her zaman olmasa da zaman zaman kurgunun ve örgünün bir niyeti olur. Keza kurmacanın kendisi niyet taşır.
Yazarlık, metin, yazı ve yazarın niyeti ve yorum, sosyolojiyle sanat, sosyoloji hatta anlatım sosyolojisiyle gerçeklik arasındaki ilişki değildir. Bu, aynı zamanda, dünle bugün arasında köprü, geçmişle gelecek arasında yolculuk, hayatla hikâyeler arasındaki yarıkların kapatılması, belki de belli farklılıkların anlaşılması sürecidir. Yazı, yaşananlarla ilgili köprüdür, güzel ve etkili anlatımdır; farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı sosyal çevrelerde, insanların hayat hikâyelerinin yansımasıdır. Yazı; olan, olmakta olan, olacak olan ve gelecekte planlar içinde yer alan her şeyin hikâyeleştirilmiş biçimidir, sosyolojik arka planı olsa bile, gözleme ve deneye dayanmıyorsa kişisel olduğundan ötürü bir niyettir, yorumdur.
Daha çok edebiyatta örüntü denilen ama genelde olay veya nesnelerin düzenli bir biçimde birbirini takip ederek gelişmesi anlamına gelen bu kavram, çoklukla okurun da, yazarın da aklını başından alıyor. Eco, “Birçok araştırma sahasında insan etkinliğinin her alanında altta yatan derin yapılar ve yinelenen örüntüler arayışının yaygınlaşmasına yol açmıştır,” diyor.
Birkaç farklı anlamıyla birlikte hatırlamak gerekirse yorum, kişinin duygu, düşünce ve yaşadığı ruh halini yalnızca sözlü anlatımla değil; resim, müzik, heykel, gibi çok farklı sanatsal yapıtlarla ortaya çıkarması ve dışa vurmasıdır. Hakeza yorum, bir bilgi ya da gözleme dayanan sözlü ya da yazılı ifadedir. Düşünce açılımı bağlamında yorum, olayın bireysel açıdan ifade edilmesine verilen addır. Hatta denebilir ki, yorumlar genellikle özneldir.
Öte yandan yorum iktidar, yorum özne, yorum birey, yorum özgürlük ve yorumun kendimizi nasıl hissettiğimizle ilişkisine değinen edebiyatçı ve felsefeciler de az değil. Bunlardan belki de en bilinenlerinden birisi, belirli bir zamanda hangi yorum geçerli olursa olsun her şey yoruma tabidir, yorum hakikatin değil gücün bir işlevidir, dediği ileri sürülen Friedrich Nietzsche’dir. Bir diğeriyse, yorum özgürlük, yorum birey ilişkisi arasında enteresan bağıntı kuran ve gerçekliğimizi kendimiz değil örüntüler aracılığıyla yorumlamak, sadece bizi daha bilinmeyen, daha az özgür ve daha da yalnız hale getirmeye hizmet eder, diyen Gabriel Garcia Marquez’dir. Yorum entelektüelin sanat üzerine intikamıdır, iddialı cümlesini kurarak tartışmalara katılan Amerikalı deneme ve roman yazarı Susan Sontag, yorumun kavram ve söylem içeriğine bambaşka bir pencere açmaktadır. Bu tartışmalara, sizi ateşli, umutlu, aktif ve saygılı kılan “yorum” doğrudur, diyerek katılan Rumi (Mevlana) ise, yorum hakkında yorum yapılabileceğini göstererek tarafını belli ediyor.
Yorumlar aynı zamanda anlamsal çıkarımlardır. Okumaların anlam sürekliğinin sağlanması için yararı muhakkaktır. Yazarın niyeti, yorum ve örnek okur arasındaki ilişkinin doğru anlaşılmasını Eco kadar önemsemeye gerek var mı bilmiyorum. Zira bu işe bu kadar kafa yoran Eco, Yanlış Okumalar diye kitap yazan biridir. Hakeza bilgi, bireysel çabalar ve grupsal etkileşimlerle elde edilse bile kültürel toplumsal bir fırsattır.
Yazın dünyası, Aristo’dan bu yana yorum üzerine kafa yormanın, anlamanın, nitelemenin, metinlerin ve yazarlarının niyetini okumanın değişik biçimlerde tartışıldığı ve her seferinde yeni pencerelerin açıldığını biliyor, buna göre tutum alıyor. İnsanlığın evetleme ve değilleme süreçlerindeki her bir yorumu, eylemlere yüklediği imleri, belli bir zamandaki ve zemindeki önermeleri, başka şeye dönüşen sözün ve davranışın belirliliği, yorumun içeriğine hep güç katmış, onu daha anlamlı ve imgesel hale getirmiştir. Aristo, “Çünkü hiçbir şey ne belirsizdir ne de gelişigüzeldir,” dediğinde belki de yorumun içeriğindeki bu derinliği gözler önüne sermek istemiştir. Unutmamak gerekir ki, her zaman olmasa da çoğu kere herhangi şeye değil demenin, evet demenin, herhangi şeyi önermenin, sözün içeriğinin ve niteliğinin ne olduğunu belirlemek, yorumun gücüne ve etkisene katkı yapar.
Umberto Eco’yla başladığım yazıyı, Aristo’nun cümleleriyle bitirmek istiyorum. “Eylem her zaman bir başka şeye yüklenen bir imdir.”, “Olanın olmadığını, olmayanın olduğunu; olanın olduğunu, olmayanın olmadığını öne sürmek olanaklı olduğundan, şimdiki zaman dışındaki zamanlar için de böyle olduğundan, evetlenmiş her şeyin değillenmesi, değillenmiş her şeyin evetlenmesi olanaklıdır. Öyleyse açık ki, her evetlemenin karşısında bir değilleme, her değillemenin karşısında bir evetleme olur.”
(*)Stefan Collini, Cambridge Üniversitesi'nde İngiliz Edebiyatı ve Entelektüel Tarih Profesörü ve Clare Hall fahri üyesi olan bir İngiliz edebiyat eleştirmeni ve akademisyenidir. Vikipedi
(**)Friedrich Daniel Ernst Schleiermacher, Aydınlanma eleştirilerini geleneksel Protestan Hristiyanlık ile uzlaştırma girişimi ile tanınan bir Alman reformcu ilahiyatçı, idealist filozof ve Yeni Ahit bilginidir. Vikipedi
(***)(Geisteswissenschaften, Alman üniversitelerinde geleneksel olan felsefe, tarih, filoloji, müzikoloji, dilbilim, tiyatro çalışmaları, edebiyat çalışmaları, medya çalışmaları ve hatta bazen teoloji ve hukuk gibi bir dizi insan bilimleridir.) Vikipedi