İktidar yürüyüşü, muktedir olmayı, iktidarı değiştirmeyi ve dönüştürmeyi amaçlamalıdır.
Aydınlanmanın erken dönem düşünürlerinden olan Hollandalı Spinoza’ya göre insanların doğal yapılarından kaynaklanan, kendi güçleri ile sınırlı hakları vardır. İnsanlar bu hakları doğal durumda koruyamayacaklarından, hedeflerine ulaşmalarını ve güvenliklerini sağlayabilecek toplumsal siyasal bir bütün oluştururlar. Denebilir ki siyaset felsefesinin temel kavramlarından biri olan siyaset-iktidar ilişkisiyle yasal, siyasal ve ekonomik işlevleriyle toplumsal-siyasal kurumların en önemlisi olarak düşünülen devletin, siyaset kurumuyla bağı, bu nedenle hep önem kazanmıştır. Bununla birlikte, siyaset kurumu ne egemenliği eline alan siyasal topluluğun aracı ne de egemen güçlerin iktidarlarını sürdürmeye hizmet eden herhangi bir aygıt olmalıdır. Siyaset kurumu, eylem ve söylem olarak insanların davranışlarından, alışkanlıklarından çok, onların özgürlük ve refahını odağına almalıdır. Sorun üretme ve var olan sorunun bir parçası olmak yerine, sorunların çözümünü merkezine koyan siyaset anlayışının sürekli olarak kendini yenilemesi ve yeniden inşa etmesi, toplumun ihtiyaçları ve gelişim seyriyle paralellik göstermelidir. Siyaset söylemini, siyasal iklimin, siyaset çeperinin etkisinden bağımsız ele almak hem toplumcu ve gerçekçi değildir hem de siyaset kurumunun çözüm gücünü zaafa uğratır. Siyaset kavramını, bilinen klasik anlamları dışında bir biçimde ifade etmek, siyasetin toplumdan yana olma ilkesini, çözüm üretme ve devlet denen karmaşık aygıtı yönetme gücünü bir yerlere devretmek demektir. Siyasetin halka dönüklük, insana yakınlık ve insanı anlama süreçlerinin tamamı, içeriğinden koparıldığında siyaset alanı çorak bir tarlaya, bereketsiz ve verimsiz toprağa dönüşür. Keza toplumsal süreçlerle örtüşmediğinde de böyle olur. Hem kavramsal hem imgesel düşünme biçimleri, siyaset zemini üzerinde tarih boyunca önemli etkiler yapmıştır. Anlama, çözüm üretme, kavram ve imgelem süreçleri ve siyaset zemini arasındaki farklar, siyaset kadrosunun birikimi ve toplumun genel donanımı arasındaki farklar kadar önemlidir. Doğrudan siyasetin konuları sayılmasa bile bilim yöntemi, sanat, felsefe hatta bilimin kendisi siyasetin yetiştiği, boy verip serpildiği bir arka bahçedir. Siyasetin öznel dinamiği ve siyaset kurumunun kendi arasındaki dil, siyasi yapılar arasındaki işbirliği ve ilişkideki süreç ve söylem farkları, her bir özgün dinamik yönünden, siyasetin hedefini, gideceği yönü ve menzili tayin edici güçte ve niteliktedir. Özetle toplumsal bir kurum olan siyaset, el yordamıyla, karakuşi yöntemlerle, harala gürele ile yapılacak bir etkinlik değildir.
Toplumsal süreç oluşturmanın, egemen güçlerin iktidarının devamını sağlamanın öznesine hatta nesnesine dönüştürülen siyasi yapılar, kendilerinden beklenenlerin tersi istikamette yol alıyor, özünden koparılarak başkalaştırılıyor. Aynı biçimde sulandırılan siyaset zemini, balçığa dönüştürülerek her gün biraz daha karmaşık ve anlaşılmaz hale getiriliyor. Bir yandan geride bıraktığımız yüzyılın sonuna doğru gelişen yeniden inşa sürecine dair, yeni yol ve yöntemler uygulanıyor. Bir yandan da modern dönem öncesi siyaset algoritmaları yavaş yavaş sahneden siliniyor. Siyaset, artık kendi ürettiği kavramlar, sorunlar ve korkular üzerinden iletişim sağlıyor. Reklam, gösterge, söylem ve illüzyon (yanılsama) ekseninde yeni biçimlere bürünen siyasi partiler, böylece geçen her gün biraz daha nesneleştiriliyor. Ulusal güvenlik söylemleri, 2. Dünya Savaşı yıllarındakine benzer şekilde, yeniden inşa sürecinin en etkili sloganı ve en etkili yaptırım gücü haline getirilerek güvenlik ve dış tehdit kavramları, pek çok ülkede yeni dönemin temel argümanı olarak kullanılıyor.
Son yıllarda ulusal kimliklerin inşası süreciyle ulus devlet aygıtlarının teçhiz ve tahkim edilme evresi, hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş, güncel hale gelmiş, önem kazanmıştır.
Birkaç ara cümleyle ifade etmem gerekir ki bir toplumda siyaset her şeyden kudretli olduğu zaman, hukuk sistemi başta olmak üzere, temel insan hakları dâhil, toplum hayatını ilgilendiren diğer şeylerin tamamı, hiçbir şeydir. Partilerin her türlü eylem ve etkinlikleri, partilerin program hedefleri ve vaatleri bağlamından koparılmaksızın ele alınmalıdır. Aksi takdirde partiler nesneleşme girdabından boğulup kaybolurlar.
Günümüz uluslararası ortamında, siyasi partilerin eğilimi, niyeti hatta önemli bir amacı olsa bile iktidar odağının -uzlaşı sonucunda- bir parçası olmak dışında, herhangi bir seçenekleri görünmüyor. Çok açık ki artık siyasi partilerin herhangi bir yerde hükümet olmaları, onların iktidar odağının vazgeçilmez bir parçası ya da önemli bir halkası olduğu anlamına gelmiyor. Her türlü ekonomik ve siyasi gücün tek bir noktada temerküz ettiği dünyada, hangi sosyolojik tabana dayanırlarsa dayansınlar, siyasi partilerin, iktidarı ele geçirmek gibi bir fırsat ve şansları hemen hemen hiç yoktur. Çünkü dünya, hiç olmadığı kadar küreseldir ve sermaye hiç olmadığı kadar iç içe geçmiştir. Böyle olunca siyasi partilerin küresel ve yerel ekonomik güçlerle uzlaşmak dışında, özellikle de hükümet ve ana muhalefet çevreleri yönünden, başka bir seçenekleri kalmıyor. Yani iktidar odağının bir parçası olmak istiyorlarsa, elinde güç bulunduran temel dinamiklerle, küresel güçlerle bir şekliyle uzlaşmak zorundadırlar. Siyasi kadroların bu gerçeği bilerek örgütlenmeleri, bu düzenin geniş ve yaygın ağının farkında olarak siyasal hedefler öngörmeleri, yeni dönem için temel bir gereklilik haline geliyor.
Gelinen aşamada küçük partilerle büyük hedeflere doğru yürümek her zaman mümkün olsa bile, kitlesel hale gelip yol almak çok güç görünmektedir. Kitle bağı zayıf ve örgüt ağları sınırlı olan yapılarla büyük hedefleri gerçekleştirmenin neredeyse olanaksız olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu yüzden de olanakları sınırlı, hedefleri büyük kimselerin konumuna düşmemek, işin doğrultu ve yönün bilerek hareket etmek gerekir. Açık ki hem gerçekçi olup hem imkânsızı istemek, siyasal bir eylem, etkinlik ve düşünüş tarzı değildir.
Siyaset kurumu, kendisinin ürettiği sorunları, yine kendisinin çözüm bulduğu döngüden kurtarılmalıdır. Çözüm üretme süreçlerinin bir parçası olan siyaset kurumu, kendisini var eden nesnel gerçekliklerden bir tanesinin bizatihi kendisinin ürettiği sorunlar ve beslediği hassasiyetler olduğu konusunda, yeni bir anlayış inşa etmelidir. Siyasi yapılar, sorunlara çözüm bulma ve toplumcu olma bağlamından uzaklaştırılarak ele alındığında, başka bir yerin hizmet aracına dönüşür. Bir diğer ifadeyle siyaset kurumu, toplum kesimlerinin kahir çoğunluğunu ilgilendiren temel sorunların çözümünü ve toplumsal barışın devamını esas almadığı sürece bir kısır döngüde devinip durur. Sözgelimi siyaset kurumu; iş ve emek, kalkınma ve istihdam, haklar ve özgürlükler sorununu, adalet ve adil yargılanma konusunu kendi bağlamalarından kopardığı ve imtiyazlı zümrenin istediği gibi kontrol etmesine izin verdiği müddetçe topluma boyun eğdiren, umut vaat ederek toplumu oyalayan, toplumu egemenlerin çıkarları lehine ikna eden aracı kurum halini alır.
Çekirdek kadroların ve seçilmiş öncülerin şaşılası elastikiyeti
Siyaset kurumu ve özellikle siyasi yapıların çekirdek kadroları ve seçilmiş öncüleri, norm koydukları andan itibaren toplumun özgürlük dinamiğini tehdit eden yapılara, baskıcı aygıtlara, baskıcı rejimlerin nesnesine dönüşürler. Yargılama ve değerlendirmelerin kendisine göre yapıldığı, kendi istediği gibi ölçütlerin konulduğu, uyulması gereken kuralların önder kadrolarca ilan edildiği, düzgülerin (norm) süreçleri belirlediği bütün zeminler, dolaylı tehditler ve açık tehlikeler içermektedir. Farklı toplum kesimlerinin evet ya da hayır dediği, reddettiği veya onayladığı her şeye dair, kitlelerin doğal dinamiğine dışarıdan yapılan bu türden müdahaleler, ilan edilen kurallar, despotik prosesler (süreç) yaratır. Bu gibi yaklaşımlar, aynı zamanda otoriter anlayışı besler. Dün başka, bugün başka olma özgürlüğüne ve elastikiyetine sahip siyasal partiler ve çekirdek kadrolar, aynı durum kitleler için söz konusu olunca hemen baskıcı, suçlayıcı hatta karalayıcı dile sarılmaktadırlar. Aynı kesimler, kendilerine helal saydıkları şeyi, halk yığınlarına haram kılmaktadırlar. Böyle böyle halk yığınları sürü gibi görülmekte, hiçbir kesinlik içermeyen ve her zaman değişkenlik gösterebilen bir alan olan siyaset arenasında, siyasi elitler diledikleri gibi racon kesmektedirler (hüküm vermektedirler). Ne yazık ki oy istemenin, sandığa çağırmanın kendine has adabı, siyaset dehlizlerinin ürettiği kötü ve karşıt yaratan dilin, öznel siyasi çıkarların kurbanı edilmektedir.
Siyasetin geniş halk yığınları tarafından ilgiyle izlenmesi, siyasi kadrolar ve siyasetin dinamik bağlaşıkları yönünden tutkuyla yapılmakta olması, onu açık ara en kitlesel etkinlik haline getiriyor. Buna ek olarak söz ve eylemde tutarlılık, düşünce ve davranış sistemine yön veren ilkeler, siyasal parti misyonlarının temel direğidir. Başka bir deyimle bunlar, her türlü faaliyet ve dengenin, görev ve amacın ağırlık merkezidir. Bununla birlikte, toplumsal ihtiyaçlar ve siyasetin sağladığı imtiyazlar nedeniyle siyaset patikası, güçlüklerle dolu engebeli bir yoldur. Aynı zamanda iç ve dış koşullar, genel ve özel çıkarlar, öznel ve nesnel şartlar, önceden belirlenmiş bir yolda hareket etmeyi ve böyle bir yolda yürümeyi zorlaştırır. Bu kabil hareket tarzını pratik olarak güç hale getirir.
Bir yandan askıya alınan ve hiç değerinde görülen kurallarla ve teamüllerle süreç zorlaştırılıyor, bir yandan ilkeler ve programlara dayalı siyaset anlayışı, hiç olmadığı kadar esnetilerek sulandırılıyor. Bundandır ki nasıl ayakta kaldıklarını ve ne şekilde faaliyet sürdürdüklerini olabildiğince az değiştiren politik kurumlar, toplumların umudu olamıyor, kalıcı hale gelemiyorlar. Bu gibi yapılar, aynı zamanda geleceğe dönük vaatlerini gerçekleştiremiyor, kitleleri ikna edemiyorlar.
Farklı olana saygı, en çok otorite karşısında ve siyaset sahnesinde duyulan bir ihtiyaçtır
Hiç şüphe yok ki bakış açımız ve düşünce şeklimiz her türlü eylemimizi etkiliyor. Farklılık söyleminin arkasına gizlenen aynılaştırma çabaları, ne yazık ki giderek siyasetin amacına dönüşüyor. Siyaset ve ekonomi süreçlerini yönetenlerin, bilerek ve isteyerek yapmaya çalıştığı şey, tamı tamına budur. Farklılıkları savunma adı altında gerçekleştirilen, sözde farklı olanlar arasındaki işbirliğinin esas amacı, farklı olanı yok etmek, farklı olanı etkisiz kılmak ve yavaş yavaş bütün farklı yapıları benzeştirmek hatta aynılaştırmaktır. Öte yandan tek başına hareket eden partilerin şansının azalması söylemi ve oy sayısına dayanan seçim partisi gerçekliği, ittifak ve işbirliklerini zorunlu kılıyor, partilerin eylem ve söylemde benzeşme süreçlerini hızlandırıyor.
Partiler arası işbirliği ve koalisyon arayışları, partilerin dayandığı sosyolojik tabanlar birbirinden farklı olsa bile bu ayrımı silikleştiriyor, partileri birbirinin tıpatıp aynısı haline getiriyor. Bu gibi zorlama ve bilinçli çabalar, partileri söylemde ve eylemde aynı çizgide buluşturuyor. Denebilir ki siyasi partiler, aynı işleri yapmakla kalmıyor, aynılaşıyorlar. Son yıllarda bu gibi süreçlerde genellikle ortak çizgiler, ortak paydalar, katı milliyetçilik, dindarlık ve başka uluslara düşmanlık biçiminde vücut buluyor. Etnik kimlik ve din gibi hassasiyetler, toplumu yönetme ve topluluklara boyun eğdirme manivelaları olarak kullanılıyor. Açıkça söylemek gerekir ki herhangi bir ittifak ve işbirliği; farklılıklarla bir arada yaşama kültürüne katkı yapmıyor, hoşgörüyü geliştirmeye hizmet etmiyor, farklı olana saygı göstermiyor, ayrı olanın kendini geliştirmesini izin vermiyor.
Eğer siyaset kurumu, siyaset yapanlar ve politika üretenler tarafından şekilleniyor, kurucu ve başlangıç amaçlarına bağlı ilerliyorsa, genel hedefleriyle arasındaki korelasyon kaçınılmaz oluyor. Siyaset kurumu ve siyasi kadrolar başkaları tarafından kontrol ediliyor ve bilinçli bir biçimde sisteme entegre edilebiliyorsa, o zaman başlangıç amaçları, söylem ve eylem arasında bağıntı, siyasi ilkeler, toplumsal menfaat gibi değerlerin hiçbiri ortada kalmıyor. Bu gibi müdahaleler eylemlilik ve örgütlülük zinciriyle siyaset zemininin normal ilişkisini ve doğal seyrini bozuyor.
Siyaset üretilen hemen hemen bütün mahfiller, kitleleri oyalayan yapay gündemlerin alanına dönüşmektedir. Hakikatler, topluma sunulmak üzere üretilen başka hakikatlerin arkasına saklanmakta, partiler, kurulu düzenin nesnesi kılınmaktadır. İktidar odağının işlerini yürütmenin bir parçası olarak özne görevi yapan hükümet ve muhalefet partileri, toplumu bir düzen içinde tutmanın, kitleleri ikna etmenin ve dikkatlerini başka yerlere çekmenin nesnesi haline getiriliyor.
Mayıs 2023 seçimleri, bağımsız siyaset üretilemeyen nadir seçim dönemlerindendi
Bu bölüme köşeli ve net bir cümleyle başlamak, kanımca anılan seçim sürecinin öncesini ve sonrasını kısaca anlatmaya yeterli olur. Seçimlerin sonuçlarını ne kadar abartırsak abartalım, tek başına hiçbir seçim sonucu; köklü ve esaslı dönüşümler yapamaz, herhangi bir ülkeyi karanlıktan aydınlığa çıkaramaz, toplumu bir baskıcı rejimden, özgürlükçü bir sisteme taşıyamaz.
Mayıs 2023 seçimleri ve siyasi yapılara dair yapılabilecek en belirgin analiz, başlıktaki cümlede ifade edilenlerle birlikte, yıllardır beslenen hassasiyetlerin olabildiğince etkin şekilde, bu dönemde kullanılmasıydı. Bu seçimlerde, bir bütün olarak siyasetin birikimi, deneyimleri, büyük ölçüde zarar gördü. Siyasal olgunluk, tutarlılık, öngörülebilirlik ve toplum nezdinde saygınlık ne yazık ki fena halde darbe yedi.
Bilindiği gibi son yıllarda Türkiye’de dini hassasiyetlerden, milliyetçi duygulardan oluşan bir havuz yaratıldı ve bütün siyasi partiler ister sağdan ister soldan olsun bu havuza atıldı. Böylece partiler arasındaki siyasal farklılıklar, politik hedeflerdeki ayrılıklar giderek birbirine benzedi ve partiler bu havuzda eritilerek, törpülenerek benzeştirildi. Yerli ve milli üretimler adı altında, şovenizm dalgası körüklenerek hatta köpürtülerek toplumun bütün kesimlerini etkisi altına alan bir kasırga yaratıldı. Türkiye düşmanlığından kaynaklı korku tünelleri, her türlü özgürlüğü engelleyen bariyerlere dönüştürüldü. Aynı zamanda bu seçimler toplumun büyük çoğunluğunu temsil eden partileri ve onları yöneten kadroları bir ikilemle karşı karşıya bıraktı. Siyasi kadrolar, sonuç itibariyle birbirinin aynı olan iki kötüden birini tercihe zorlandı. Tamamına yakın büyük bir kesime, ya düzen partilerinden milletvekili olacaksınız ya da partilerinizi düzene uyduracaksınız, biçimindeki seçenek dayatıldı. Mayıs 2023 seçimlerinin çarpıcı bir yanı da şuydu: partilerin hemen hemen hepsi, tabanlarını başka yerlere sürükledi. Denebilir ki insanların üyesi ve taraftarı oldukları partileri, ittifakla, iş birliğiyle, ortak seçim bildirgesiyle bir anda değişti.
Adı geçen seçimler, hiç olmadığı kadar iki konu başlığını güncel hale getirdi. Bunlar, Türkiye’nin geçen yüzyıldan beri devam eden hassasiyeti olan Atatürkçülük ve Türk milliyetçiliğiydi. Her ikisinin de Ulus Devlet projesine önemli şekilde katkı yaptığını ve yapmakta olduğunu söylemek mümkündür. Seçimler, böylesi bir sürecin olgunlaştırılmasına, bu türden bir sürecin ilerletilmesine, bu iki kavramın tahkim edilmesiyle ciddi ve önemli katkı arenasına dönüştürüldü ve bunda büyük ölçüde başarı sağlandı. İki büyük göstermelik ittifak aracılığıyla neredeyse toplumun kahir ekseriyetini, Türk milliyetçiliği ve Atatürkçülük odağına yönelttiler. Böylece kökeni Almanlara dayanan ancak Fransız bilim insanı Jean Pierre Faye’nin adıyla anılan “at nalı teorisi” bir kez daha haklı çıktı.
Ayrıca bu dönemde, siyaset kurumu ve kadroları bakımından, hiç olmadığı kadar yapılmasaydı iyi olurdu diyebileceğimiz şeyler yaşandı. Bunların kimi eylemler, etkinlikler, iddialar ve vaatlerdi, kimi de açıkça insanlığın geleceğini tehdit eden ayrımcılığa hatta yabancı düşmanlığına varan tehlikeli yaklaşımlardı. Üretilen yalanlar ve öncü kadrolarca yapılan suçlamalar da dönemin yaygın uygulamaları arasındaydı.
Diğer yandan bu seçimler, daha önceki yıllarda dünyanın pek çok bölgesinde korkuyla korkutma, korkuyla yönetme, boyun eğdirme ve teslim alma argümanlarının çokça dillendirildiği, bunların siyasetin malzemesi haline getirildiği dönemin etkisinin, kısmen de olsa azaldığını gösterdi. Bunun yerine, yerelliğin öne çıkarıldığı, milliyetçiliğin temel bir argüman haline getirildiği, ideolojik perspektiflerin oldukça güçlendiği ve siyaset malzemesine dönüştürüldü. Söz gelimi Atatürkçülük, her türlü milliyetçilik ve Türk İslam ideolojisi ile dindarlık söylemlerinin önem kazandığı bir tartışma platformuna haline getirildi. Sonuç olarak biraz daha tahkim edilen Türk milliyetçiği ve Ulus devlet anlayışı kazançlı çıktı.
Şüphe yok ki politika yapanlara her zamankinden daha çok gerekli olan şey, ortalama akıl ve makul siyaset anlayışıdır. Söz konusu anlayış, bir seçim dönemi gibi kısa zamana sığdırılan bunca yanlışın üstesinden gelmek için, mutlaka bir yol bulmalı, bir çare üretmelidir. Çünkü partiler arası ilişkiler dinamiği, partilerin yönetim organlarının davranış eğilimleri, kitle ilişkilerinin partiler yönünden etkisi, gücü ve anlamı; siyaset zemininin kendini geliştirme, değiştirme, olgunlaştırma, yeniden tanımlama süreçlerinin alanı ya da arenası olmasını zorlaştırıyor. Aynı zamanda anılan zeminin program ve proje ocağı, fikir üretimi sahnesi ve derli toplu bir parti akademisi haline gelmesi de güçleşiyor.
Oyun kurucu partiler ve sahnede görünmesi istenenler arasındaki ilişki, hiçbir zaman mutlak bir plan ve program çerçevesine dâhil edilmiyor. Bu gibi süreçler bilerek ve isteyerek sulandırılıyor, maksadından ve hedeflerinden uzaklaştırılıyor, inanılır ve güvenilir olmaktan çıkarılıyor.
Yaşanan son gelişmelerle birlikte siyasetin, içerik ve biçim ilişkisi, her gün biraz daha benzeşen bir ortama doğru yol alıyor. Denebilir ki toz duman bulutları arasındaki siyaset, alternatif yaratma ve toplum için seçenek olma özelliğini terk etmeye zorlanıyor. Siyasetin ontolojik yanına yabancılaştığı karmaşık bir dönem yaşanıyor. Toplumdan, insanca bir yaşamdan ve özgürlüklerden yana olması gereken partiler, koro halinde devlet aygıtının emrine koşuyor. Her yanıyla devleşen ve olup biten her şeyin üzerini örten bu aygıtın ürettiği kavramlar, siyaset yelpazesini oluşturan bütün eğilimleri arkasından sürüklüyor, siyasi partilerin seçim politikasının en başat malzemesi oluyor.
Yazının sonuna gelirken konuyla ilişkisi bakımından kavramlar ve kavramlaştırma üstüne birkaç şey söylemekte yarar görüyorum. Kavramların hiçbiri kendi başına iyi ya da kötü değildir. Hangi biçimde ele aldığınız, onları nasıl anlamlandırdığınız ve onlara nasıl ruh ve hayat verdiğiniz önemlidir. Pek çok kavram gibi, Türkiye’de çok güncel olan iktidar, muhalefet, demokrasi ve özgürlük kavramları da bu biçimde ele alınmalıdır. Söz konusu kavramların standartları yüksek toplum ve ülkelerde ele alınış biçimiyle düşük standartlı toplum ve ülkelerde ele alınışı birbirinden çok farklı olsa da konunun önemi açıktır. Kavramların zaman ve zeminle ilişkisi kadar, doğru ve yerinde kullanılması da önemlidir. Olguların, olayların, durumların, nesnelerin, duyguların, terimlerin ve tanımların doğru dile getirilmesi ve gerektiği biçimde kavramsallaştırılması, onların doğru ve yerinde kullanılmasına kaynaklık eder. Böylece kavramların doğru kullanılması mümkün olur. Kavramlaştırmak işi, herhangi bir şeyin neden o şey olduğunu doğru ifade biçimidir. Kavramları sloganlaştırıp bir şeylere örtü yaparak esnetmek, topluma sunulan ama gerçekleşmeyecek herhangi vaat gibi insanları kandırmak demektir. Gerçek anlamda demokrasi ve değişim talebi olmayanları, demokrasi ve değişim mottosunun arkasına saklanarak desteklemek, gerçeği bilerek veya bilmeden gizleme eylem ve etkinliğidir. A partisi B partisinden, A kişisi B kişisinden daha iyi ve ehil görülebilir ama görünmediği hatta görünmek istemediği suret ve sıfatlarla A’yı açıklamak ve tanımlamak hem yağmur geçiren bir şemsiye gibidir hem de çok açık bir hiledir. Bu yüzden de en azından özgürlük ve demokrasi kavramlarını hem kavram hem de söylem bakımından, siyaset alanının dışında kendine has bir kurumsal yapı oluşturacak form haline getirmek gerekir. Her iki kavram da siyasetle bağları yönünden özgür, açık ve anlaşılır olmadıkları, bağımsız ve yansız görünmedikleri sürece gelişemezler, geliştirilemezler. Siyaset kurumunun emrindeki ya da etkisindeki özgürlük ve demokrasi kavramları, tam ve kesin biçimde nitelik ve içerik, anlam ve netlik kazanamazlar. Kavramlar ve amaçlar, içeriklerinden bu kadar pervasızca koparılmamalıdır.
Son cümle yerine, bilinmelidir ki sıradaki seçimler, her zaman yeni tartışma konusu olmuştur. Seçimlerin öncesinde, sırasında ve sonrasında farklı dünyalar kurulmuş ve hiç olmadığı kadar dinamizm yaşanmıştır. Bunlarla beraber, seçimler vesilesiyle çoğu zaman partileri zorlayan şeyler, özellikle de nesnel koşullar, onları güçlendiren ya da zaafa uğratan parametrelere dönüşmüştür. Bu yüzden, yeni seçimler, her zaman olduğu gibi yeni söylemlerin icat edilmesine, şaşırtıcı görünecek kadar yeni denklemlerin kurulmasına gebedir. 10.06.2023
(*) Yazının son bölümünde, pratik ve olası sonuçlarından bağımsız olarak Mayıs 2023 seçimlerinin öncesi ve sırasındaki partilerin ve kadroların davranışları ve seçim havası kısaca değerlendirilmiştir.