Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir. Michel Foucault
Bu başlık Michel Foucault’nun aynı adlı kitabından alınmıştır. Fransız filozof Michel Foucault; sosyal teorisyen, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog, psikolog ve sosyologdur. Sıra dışı ve oldukça cesur belirlemeleriyle farklı pencereler açan Fransız düşün insanı, yeniden inşa sürecine karşı, sürekli olarak yeni şeyler söyleyen konumuyla ilgi uyandırıyor. Bilginin iktidar olduğunu iddia eden Foucault, modern öznelik** deneyimini bir tahakküm mekanizması olarak reddetmiş, “insanın” iki yüzyıllık tarihi olan kurgusal (kısmen veya tamamen gerçeklere dayanmayan) bir şey olduğunu söylemiştir. Fransız yazar aynı zamanda, 18. yüzyıldan önce “cinselliğin” ya da “eşcinselliğin” var olmadığını iddia etmiş, “hakikatin” söylemsel oluşumlar ve iktidar tertibatı adını verdiği toplumsal ilişkiler içerisinde gelişen tarihsel süreçte üretildiğini ortaya koymuştur.
Kimi fikirlerini yerinde bulan ve büyük ölçüde ona hak veren biri olarak Foucault’nun dünyadaki okullar, kışlalar, hapishaneler, ordular ve şematik olan birçok şeyin fabrikalardan, insanları teslim alma ve insanlara boyun eğdirme amacından yararlanılarak yapıldığına dair görüşlerine inanmak oldukça kolaydır. Diyebilirim ki insanları, toplumları, dünyayı teslim almanın ve kontrol etmenin gerçek manada esinlendiği, bu yöndeki fikirlerin filizlendiği yer işletme tezgâhlarıdır. Günümüzde atölye dediğimiz işliklerdir. Bu gibi yerler; boyun eğdirmenin, teslim almanın, cezalandırmanın, biçimlendirmenin, nesne ve özne kılmanın kuluçka merkezleridir. Bu tarz iddiaya, bu yöndeki düşünceye kaç kişi inanırdı sorusundan bağımsız söylemem gerekir ki, İmparatorluk Devletleri’nden günümüze kadar, içinde yönetme ve boyun eğdirmenin de olduğu bir yönetim, planlama ve kontrol süreci yaşanıyor. Neredeyse bin yıllık tarih boyunca gelişen olaylar ve hareketler dizisi anlamındaki bu sürecin adı; kendini tekrarlayan ve bir daha üreten yeniden inşa sürecidir. Yeniden inşa ise; insanlığın binlerce yıllık birikimini ve deneyimini taşıdığı ve güncelle harmanladığı pek çok şeyi özenle ayıklayıp ortaya çıkardığı, böylelikle en iyilerle, en yenilerle ve en yararlılarla oluşturduğu bilgi hafızası ve ortak havuzu, sadece günümüz aklının üstesinden gelebileceği, anlayacağı, çözebileceği berraklıkta ve durulukta bir şey değildir. Oldukça karmaşık, izaha ve anlamaya muhtaç dinamik bir süreçtir.
Yukarıdaki iddiaların kaç kişinin aklına yattığı konusu, doğrusu artık merak kavramı dışında ve ondan bağımsız olarak, özne iktidar, otorite özne hatta özne özne ve özne nesne çerçevesinde ele alınmaktadır.
Hapishanenin Doğuşu adlı kitap, egemen güç ilişkisini, gücü kullanma ve bundan sonuç alma amacını, ibret alınacak şeylerin ortaya konmasını anlatıyor. Foucault, insan bedeninin parçalara ayrılmasından ve ‘suçlulara’ azap çektirmeden başlayarak, geçmişte seyirlik işlerde, gözler önündeki cezalandırmalarda kahramanlar meydana çıkmasına kadarki uzunca bir süreçte, iktidarın dolayısıyla egemenlerin, izlediği yolu bütün ayrıntılarıyla ortaya koyarken aynı zamanda iktidar özne ilişkisini, bireyselleşme ve nesneleşme arasındaki bağı gözler önüne sermektedir. Ayrıca Foucault’ya göre, değişimler süreci, parçalara ayırma, giyotin, yakma, azap çektirme, zincire vurma, pranga, ceza, hukuk ve benzerleri, hapishanenin doğuşunun ve dünya denen günümüz hapishanesinin de temel taşlarıdır. Yasa ve iktidarı bir şeklide eşitlemek, yukarıda anılan (parçalara ayrıma, giyotin, yakma, azap çektirme, zincire vurma, pranga, ceza, hukuk gibi) her türlü eziyet ve teslim alma yolunu aynı patikada, engelsiz ve her türlü etkiye açık tutmaktır. İstisna haller, yasalar ve yasalara istisna hal ekleme yönünden Hükümdarlar ve cezalar, günümüzde farklı biçimlere bürünerek başka güç ve uygulama odaklarıyla yer değiştirmiş olsa bile iktidar özne, otorite özne, yönetme, yönlendirme, teslim alma ve boyun eğdirme düzeni aynen sürdürülmektedir.
Elimden geldiğince ve yazma yeteneğim elverdiğince çoğu Foucault’nun olan cümleleri yorumlayarak anlatmaya ve anlaşılır kılmaya çalışacağım ve elbette ki aydınlatma, ikna etme, kavratma ve yönlendirme kaygısı taşımadan bunu yapacağım.
Hapishanenin Doğuşu’nda bize anlatılan hikâye; ceza ekonomisi, otorite ve özne ilişkisi, insanların kontrol süreci, insanın nesneleştirilmesi, usul ve yargılama sürecinin gizliliği, yargıçların yargılamadaki etkisi ve itirafın rolü ki bugün de durum böyle, ceza ve suçun eşleşmesi durumunun iktidarın çıkarı doğrultusunda şekillenmesi, seyirci algısının yönetilmesi ve ibret alınan öğelerin, korkuyla yönetme metodunun, boyun eğdirme biçimlerinin iktidar eliyle geliştirilmesidir.
Hapishane temel öznesinde, özgürlükleri kısıtlama süreçlerinin her biri, başlı başına yönetme ve yönlendirme araçlarıdır. Denetim, disiplin, gözetim, gözetleme, yeniden imalat (suçun yeniden imalatı), itaat, üretim gibi kavramlar ve yeni içerikler, içeriyi ve dışarıyı eşitlemek, kısaca insan hayatını ve toplulukları ve toplumu daha kolay yönetmek amacıyladır. Halkın rolü ve Foucault’nun bireyin özne kılınması kavramı, birçok parametreye dayanmaktadır.
Seyirci olarak halk, tanık olarak halk, intikamcı olarak halk, iktidar karşısında özneye dönüşen halkın özneye karşı tavrı yönünden halk pozisyonu ve durumu ise; özne iktidar sürecinin devamlı olarak denenen unsurlarıdır. Halkın rolü, süreç içinde onun özneden nesneye geçişi benzeri şeyler, bu hikâyenin parçalarıdır.
İnsanlığın gelişimi öylesine tuhaf ve çelişkilerle kol kola ilerlemektedir ki o dönemlerde olduğu gibi bugün de alkışlayan halk, günü geldiğinde taşlamaktadır.
Dün Hükümdar ve yasanının eşitliği söz konusuyken bugün düzen kavramı, yasaya eşit kılınmaktadır
Meydan okumanın ve isyanın iktidarı sarsması, bu yüzden giderek cezaların gizli biçimde verilmesi, ıslahatçıların sürece müdahalesi ve azap çektirmenin şeklinin değiştirilmesi (17.yüzyıl), yeniden inşa süreçlerinin en önemli pınarlarıdır. Hangi biçimde olursa olsun, ne şekilde ortaya konursa konsun ceza, Hükümdarı (esas iktidarı) koruma amaçlıdır. Toplumsal düzen bir gerekçedir. Zira esas düzen, her hal ve koşulda iktidarın devamıdır.
Esaret ve özgürlük arasındaki ilişki bağlamında hem esaret hem özgürlük ele alındığında, ikisinin minimal ve maksimal algılanışı (ceza büyüklüğü ve cezanın etkisi), suçun yeniden imalatı ve dışarıda yönetmenin biçimini belirlemekte, etki düzeyini tayin etmektedir. Aynı zamanda esaret ve teslim alma ilişkisi, dışarıda yönetme, suç üretme ve kontrol etme ilişkisiyle orantılıdır.
Yeniden inşa sürecinin insanı nesneleştirmesi çerçevesinde suçlunun infazı ve yok edilmesi yerine, suçlunun kullanılması ve üretim süreçlerine katılması, kamu malına dönüşmesi ve kamu için çalışması geçmiştir. Suçlu üretim aracına, yeniden üretilen suçun hem öznesine hem nesnesine dönüşmüş, eğitilen ve bütün aşamaları gözlemlenebilen ve tartılabilir olan bir örnek/denek haline gelmiştir. Özne çok açık olarak artık gerektiğinde özne, gerektiğinde nesnedir.
Ceza ve hapishane ilişkisinin ortaya çıkması sonucunda, nihayet cezanın hapishaneye dönüşmesi ve hapishane aracılığıyla iktidarı pekiştirme, iktidarın bir gücü olarak bilgi alma, bilgi edinme ve bunu yayma üstünlüğü yönünden hapishaneler daha etkin ve işlevsel görevler üstlenmiştir. Söz konusu etkin ve işlevsel görevler: dağıtımlar sanatı, mekânları ayırmak, zamanı ve görevleri dağıtmak; faaliyetlerin denetimi, oluşumların örgütlenmesi, güçlerin birleşimi, bireyselleştirme ve teslim alma, boyun eğdirme biçimleri (denetim ve disiplin); zamanı parçalara ayırarak zamanı yönetmek, dolayısıyla bireyleri kontrol etmek olan süreçlerin tamamı, odağında özneyi yönetme amacı olan, zamanı yönetmenin iktidar gücüyle ilişkisi biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Foucault’ya göre hapishanenin doğuşunda, dolayısıyla otorite özne ilişkisinde disiplin hücreseldir, yani bireyseldir. Disiplin aynı zamanda organiktir, faaliyetlerin denetimiyle herkesin kendine bir eylemi vardır, oluşumsaldır/ oluşumcudur. Yazıya konu hapishanede, zaman birikimli hale gelir ve herkes zamanını kullanarak bir oluşum yaratır ve farklı bireylerin gerçekleştirdiği eylemler bir araya gelir. Bu alanda hapishane birleştiricidir. Terbiyenin boyun eğdirmenin, disiplinin iyi bir şekilde meydana gelmesi ve başarılması için gözetim, yaptırım ve sınav gerekir.
Normalleştirici yaptırım olarak sunulan şeyin özü; hiyerarşik regülatör (düzenleyici), yani disiplinin, cezanın yetişemediği alanlarda normalden sapan her davranışa etki göstermesiyle, bir çeşit yaptırım uygulamasıyla cezaya gerek kalmadan insanların normalleşmesinin hedeflenmesidir.
İnsanların, daha çok çocuk yaştakilerin sözde ıslah edilmesi süreçleri tam da böyledir: okullar, ıslahevleri, tımarhaneler, zorunlu ikamet, elektronik kelepçe, iyi hal kavramı ya da ceza indirimi şartları, zaman zaman aile, anne ve babalar ve bu gibi süreçlerin tamamı.
Hapishanede esas olan şey, kısaca tören değil, gözetim; anı değil, gözlem; başarılar değil, sapmalardır. Foucault’ya atıf yaparak denebilir ki bir süreden beridir ki dünya, yöneticileri psikologlar ve halkı da hastalar olan büyük bir tımarhanedir.
Gelinen aşamada otorite yönünden artık dışarıda bırakılmak, içeri kapatılmakla aynı şeydir.
İktidarın yönetsel aracı olması yönünden hapishanenin rolü
Hiç kuşku olmasın ki iktidarlar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlarlar ve okul dâhil bütün kurumları bu uğurda oluştururlar ve gerektiğinde yeniden yapılandırırlar. Foucault, iktidarın kendisini arkasına gizlediği kavram ve kurumların sinsice kullanımına, baskıcı ve tahakküm edici yanına şöyle bir örnekle açıklık getirir: İktidar her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve işyerindedir iktidar. Fransız bilim insanına göre modern iktidar, büyük gözaltıdır. Onun kurumları da esas amaçları boyun eğdirmeye ve teslim almaya hizmet etmek olan kontrol etme, denetleme ve gözetleme görevi yapmaktadırlar. Kurumsal kimliklere şaşırtıcı ve inanılması güç bir örnek vermek gerekirse, görünürdeki görevi fiyat istikrarını sağlamak ve satın alma gücü bakımından paranın yönünü belirlemek olan merkez bankaları, finansal ekonomiyi yönlendirmek, denetlemek ve gözetlemek görevleriyle modern anlamda finansman alanının hapishanesidirler.
Hapishane ve yasadışılık arasındaki ilişki, sanıldığı ve iddia edildiği gibi ıslah edici, suçludan arındırıcı, nedamet getirici bir yer değildir. Aksine yeni suçların üretildiği, suçlunun ve suça eğilimi olanın daha rahat kontrol edilebildiği hatta suçun özendirildiği, denetlenip yönetildiği, boyun eğdirmeye ve teslim almaya dair her şeyin sistematik hale getirildiği kurumsal bir kimliktir. Bir adım ileri gider ve köşeli bir cümle kurmak istersek hapishaneler, suçun daha kolay işlenebilir duruma getirildiği eğitim alanlarıdır. Zira hapishane yasa dışı alanı, suçu ve suç işlemeyi beslediğinden, aynı zamanda yasadışılık kurumudur. Bununla beraber hapishane suç ve suçlu için bir envanter (döküm) yeridir. Hapishane; yasa dışılığın, suçun, suçlunun, nesneleştirmenin, cezanın, boyun eğdirme ve teslim almanın yeniden üretilmesi sürecidir.
Hapishaneler sadece hapishane değildir
Kimi konular tekrara düşme endişesindense bir daha bir daha aynı şeyleri söylemenin yararlı olduğu alanlara dâhildir Hapishane kavramı ya da Hapishanenin Doğuşu adlı eser incelemesi de bunlardan biridir. Terbiye etmenin araçlarının arka arkaya denendiği bir alan olan hapishane, aynı zamanda üretim süreçleriyle ilişkiler yönünden, egemen güçlerin geniş bir deneyim ortamıdır. Burada elde edilenler, yukarıda da söylendiği gibi zamanla fabrikalarda ve üretim süreçlerinde, gerek görüldüğünde en ağır ve en hafif şekillerde uygulanmaktadır.
Hapishane kavramı kapsamındaki sormaya ve cevabını almaya dayanan sınav, bir denetim aracı ve bir egemen olma yöntemidir. Gene hapishane, insanları görülmeden gözetim altında tutmanın kendisi ve başlangıcıdır. Hapishane kavramı ve ihtiyacı, halkı itaatkâr kılmak ve otoriteyle yöneticilerin sultasını daha mutlak hale getirmek ve aynı zamanda “her tür düzensizliği, hırsızlığı ve yağmayı gözetim altında tutmak,” için vardır. Hapishane olmadığında da bunları sağlamak üzere, muhafız birlikleri ve kolluk görev yapar.
Modern dönemde hapishane ve denetim, hiç olmadığı kadar yönetim ve denetim çabasında olan iktidarın/ Hükümdar’ın tavrına uygun daha etkin araçlar ve ölçülebilir yöntemlerle tasarlanmıştır. Bu kabil kurumlar; düzenin, otoriter ve egemen alanın en güçlü göstergesidir. Bu alandaki ve dışarıdaki bireyselleştirme aynı zamanda özneleştirmedir.
Hapishane ve panopticon*** tarzı hapishane sadece hapishane değildir. Belirtildiği gibi atölye ya da işletmedir. Kimi zaman okuldur, kimi zaman eğitim ve ihtisas ortamıdır. Bir cümleyle değinmek gerekirse hapishane otoritenin ve iktidar aygıtının amaçları için birçok özelliğinin yanı sıra mimarisiyle de öne çıkmıştır. Küresel Egemenlik Sistemi’nin amaçlarına hizmet eden hapishanede mimari; denetleme, gözetleme ve gözlemleme süreçlerine, kontrol etmeye ve teslim almaya uygun olmalıdır.
Birçok sosyolog ve muhalif gibi Foucault da hapishaneyi iktidar aygıtının devamını sağlamaya ve iktidarın gücünü göstermeye yarayan bir sembol olarak aktarıyor. Hapishane hem hapishanedir, özgürlüğü kısıtlayan alandır hem ehlileştirmenin okuludur. Hem bireyleri düzene tabi kılmadır hem teslim almadır. Hem insanları ekonomik süreçlere katmaktır hem de onları iktidarın toplam üretim ve işgücü yapmaktır.
Hapishane bütün ağır koşullara rağmen neden başarısızdır. Yahut neden egemenlerin dilediği kadar başarılı değildir. Foucault bu durumu şu biçimde açıklamaktadır, “Hapsetme sisteminin, ihlalcinin yerine ‘suçlu’yu nasıl geçirdiği ve aynı zamanda koskoca bir bilgi ufkunu hukuki uygulamanın üzerine nasıl iğnelediği bir alan olduğu görüldü. Öte yandan, suçluluğu ve nesneyi oluşturan bu süreç, yasadışılıkları çözmek, onların içinden, yani yasa ihlali yapanların, karşı çıkanların, başkaldıranların suçluluğunu birleştirmek noktasıdır: onlara birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirme, suçluluğu ihlalin arkasında nesnelleştirme, suçluluğu yasadışılıkların hareketi içinde sağlamlaştırma olanağı vermektedir. Öylesine bir başarı ki bu, bir buçuk yüzyıllık ‘başansızlıklar’dan sonra hapishane hâlâ vardır ve aynı hayâsız sonuçları üretmeye devam etmektedir.”
Görev ve rolleri bakımından oldukça geniş bir alana hitap eden hapishaneler üzerine, çok sayıda görev ve rol olduğundan ve hapishane üstüne düşenler benzerlikler içerdiğinden, yer yer tekrara varsa bile söylenecek şeylerin altını çizmekte, bazı ayrıntılara değinmekte sayısız yarar vardır. Hapishaneler, suçluların siyasal kullanımını -muhbir, hafiye, rol model, tahrikçi olarak ve hatta yönlendirici- sağlamaktadır.
Birçoğumuz için enteresan görünse de Foucault’ya göre modern toplumdan günümüze hapishaneler, ekonomi ve zevk alanı için fahişeler üretmektedir. Hapishane suçluluğun, iktidarın dişlilerinden biri haline geldiği endişe verici bir anın mekânıdır. Hapishane, toplumun suçluyu algılama ve suçlama, anlama ve kabullenme süreçlerini yöneten bir aygıttır. Hapishane aynı zamanda yönetilmesi, eğitilmesi, boyun eğdirilmesi gereken insanların ve onlar üzerinden topluma mesaj verme politikasının bir kolonisidir (belli özelliği olan topluluk). Yukarıda da ifade edildiği gibi hapishane tekniğinin, toplumsal bünyenin tamamına taşınması egemenler bakımından amaçların başında gelir. Hapishane özelinde iktidar merkezi ve duvarlar, mekân, kurum, kurallar ve söylev arasındaki ilişkiler ağı; dikkat çekici, öğretici ve eğiticidir.
İddialı bir ifade gibi görünse de hapishanenin doğuşuyla insan ve dolayısıyla insanlık birçok şeyi kaybetti. Hak, hukuk, özne ve nesne hiç olmadığı kadar sistematik saldırıya uğradı. Daha önceleri hiç görülmediği kadar bir şey, herhangi başka şeyin aracına, nesnesine, öznesine dönüştü. Aslına bakılırsa hapishanenin doğuşu, bir sistemin adıdır, muktedirlerin egemen olduğu, dünyaya şekil verdiği sistemin kendisidir. Hapishanelerin fabrikalara, okullara, askeri üslere ve hastanelere benzemesi ve aynı şekilde, bunların hepsinin de cezaevlerine benzemesinin şaşırtıcı yanı nedir acaba? Neden hâkim sınıfın örgütü eliyle yönetilen kurumsal yapıların tamamı aynı biçimdedir. Belki kafa yorulması, incelenmesi gereken en başta gelen konu burasıdır. Bu tür soruların cevabıdır.
Kitabın adıyla başladığım işi, arka kapak yazısıyla bitirmek, sanırım konunun muhtevasına ve doğru anlaşılmasına yönelik olarak bana ait cümlelerden daha çok katkı yapacaktır. Anılan eserin arka kapak yazısında: “İktidarın gücünü gösterişten aldığı eski siyasal sistemden, mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş; bir yandan, iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan gizli cezalandırmaya geçişle belirlenmektedir. Kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar, çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır,” diyor Michel Foucault.
(*)Bu yazı Michel Foucault’nun aynı adlı eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
(**) Başka bir yazının konusu olmayı hak ettiğinden modern öznelik deyimi, bir defa cümle içinde kullanılmıştır. Descartes öncesi ve sonrası dönemin felsefesiyle doğrudan ilişkisi olan bu deyim, kanımca uzunca bir çalışma gerektirir.
(***) Panopticon ya da panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Tasarımın konsepti (tarzı) gözetlemeye izin verir. Şöyle ki; bütünü (pan-) gözlemlemek (-opticon) anlamına gelen bu tasarım, birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruluydu. Her hücre bu halkanın iç kısmına açıktı ve halkanın dış cephesindeki duvarda birer pencere vardı. Halkanın ortasında mahpuslardan tamamen saklanmış konumdaki gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi yer almaktaydı.