Birey ancak iktidarların varlığını tehdit etmeyecek oranda özgür, iktidar da düzenin
devamını sağlayacak oranda güçlü olmalıdır. Michel Foucault
Özgürlük Nedir
Başlangıç sorusu özgürlük nedir olunca, yazacak şey bulmak, uçsuz bucaksız bir kara parçasında toz zerresine rastlamak kadar çok kolaydır. Zira özgürlük kavramı, kendi sınırlarını aşkın, hayatın her alanına yaygın geniş bir zemine dayanmaktadır. Zamana, kişiye, ihtiyaca, şartlara, ekonomik ve sosyal konuma göre değişiklik gösterir. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumundan başlayarak hürriyet kavramının bütün boyutlarıyla içini dolduran özgürlük; aynı zamanda herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti anlamına gelmektedir. Esasen de herhangi bir kısıtlamaya, her türden zorlamaya bağlanmayan ve hiçbir şeyi tehdit etme aracına yahut amacına dönüşmeyen bir mefhumdur özgürlük. Bu nedenlerle de duyumsanan ve kapsamlı bir özgürlüğün en çok zorlanacağı alan; belki de zamanımızı, tercihlerimizi ve kendimizi serbestçe yönetme bağlamıdır.
Olanca etkisiyle ve hissettirdikleriyle insan hayatının bütün aşamalarını kaplayan özgürlük, belki de insanın en çok zamanını serbestçe yönetmesidir. Köşeli bir ifadeyle belirtmek gerekirse, kendimizi, tercihlerimizi ve zamanımızı yönetmeyi kapsamayan özgürlük, gerçek özgürlük değildir. Özgürlük kaplamı ve sınırları bağlamında, özgürlük üstüne yazılan kitaplardan biri olan ve John Stuart Mill’in 1859 yılından basılan Hürriyet Üstüne isimli denemesi, kapsamı ve içeriği yönünden önerilen eserlerdendir. Adı geçen denemede, çoğunluk adı altında, azınlıkta kalan düşüncelerin bastırılmasından duyulan kaygı dillendirilmekte ve mutlak karışmamak (müdahale etmemek) anlayışı ortaya konmaktadır. Stuart Mill’in yurttaşı olan ve Amerika’da çoğunluğun sınırsız gücünün halkın düşünceleri, ulusun karakteri ve kamu yönetimi üzerindeki etkilerini çözümlemeye çalışan Fransız yazar ve hukukçu Alexis de Tocqueville ise, modern demokrasilerin ayırıcı özelliği olan eşitlik tutkusunun, özgürlüğü tehdit eder hale gelebileceğini ve sonunun çoğunluğun tiranlığına varabileceğini ileri sürer.
Yazar, gözlemleri sonucunda, Amerika’da çoğunluğun sahip olduğu sınırsız güç karşısında; yasama meclisinde, yargıda, kamu idaresinde meydana gelebilecek zorbalıkları eleştirirken çoğunluğun zorbalığı şeklinde adlandırdığı demokrasinin niceliğe atfettiği sınırsız güç karşısında azınlığın durumunu sorguluyor. Çoğunluğa sunulan bu mutlaklık karşısında farklı düşünme ve bunu ifade etmenin güçlüğüne vurgu yapıyor. Fransız yazar, adeta çoğunluğun kendine duyduğu hayranlıkla yaşadığından, çoğunluk olmaktan mutluluk duyduğundan bahsediyor. Özetle hem yazara hem de pek çok sosyoloji ve felsefe insanına göre, bir yerde şu ya da bu nedenle, bundan ya da şundan dolayı demokrasi, çoğunluğun zorbalığına dönüşüyorsa, hiç kuşku olmasın ki o yerde özgürlük boğuluyor, tık nefes ediliyor.
Alexis Tocqueville, Demokratik Zorbalık kitabında ise, Amerikan demokrasisinin siyasal sistemi üzerine yaptığı gözlem ve incelemeler ışığında, Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler, kamu yönetimi sistemleri, güncel sorunlar ve çözüm yolları üzerine karşılaştırmalı bir çözümlemeye girişir. Düşüncesinin temel eksenini, liberalizmin ön plana çıkardığı özgürlükle sosyalizmin temel aldığı eşitlik kavramları arasında bir denge kurma çabası oluşturur. Eşitliği her alana koyup özgürleşmeyi sınırlandırdıklarını hatta farklılıkların da yok olmasıyla birlikte özgürlüğün kalmadığını ancak bu şekilde toplumun güçlenemediğini söyleyen yazar Alexis Tocqueville, böylece bireylerin de sürece özne kılındığını aktarıyor.
Diğer yandan geçmişten günümüze, insanlara her fırsatta merkezileşmenin iyi olduğu, başka bir düşünceye, özellikle çoğunluğun dışından kalana ve farklı olana karşı çıkılması gerektiği, en büyük gücün, sarsılmaz gücün her fırsatta devlet olduğu aşılanıyor, öğretiliyor ya da dayatılıyor. Sarsılmaz gücün ve baş edilemez kudrettin atfedildiği o devlet ki, hâkim sınıfın örgütü, üretim araçlarını elinde tutanların baskı aygıtı, kolluğu, askeri ve polisi olan güç mekanizması vesaire vesairedir. Hem hâkim sınıfın örgütü ve hem de oldukça mücerret olan devlet aygıtı, her şeyi tek bir elde toplayarak, hayatın bütün alanlarına müdahale ediyor. Tek bir merkeze, egemenlere hizmet etmenin doğal sonucu olarak, hemen hemen her şey bir merkeze toplanıyor. Anılan konuda Alexis Tocqueville göre, merkezileşmenin toplumun her alanına yayıldığı bir dönem yaşanıyor. Yazar, “Sanayide, toprakta, eğitimde, hukukta her yerde devletin parmağı görülüyor ve sistemin giderek aynı tip insan doğurduğunu, eskiden küçük birliklerin olduğunu şimdi birliklerin olmadığını, her şeyin tek bir elde yani devlette bulunduğunu( hayır kurumları bile ), tek tek açıklıyor. (Demokratik Zorbalık)
Zamanımızı yönetmekle özgürlük ilişkisi
Özgürlük gerekli midir yazısında da belirttiğim gibi, zamanı dilediğin gibi serbestçe kullanmakla mutlak karışmamak veya birine karışmamak, dokunmamak arasında çok derin bir ilişki ve bağlantı vardır. Zaman, bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit anlamının yanı sıra, bu sürenin belirli bir parçası, belirlenmiş olan an demektir. İnsan tavrıyla, insan esenliğiyle ve insanın haletiruhiyesiyle ilişkisi, olayların oluşu ve akışı sırası nedeniyle zamanın nasıl ve ne için kullanıldığı önemlidir. Hakeza zaman yönetiminin de…
Modern dönemin imkân ve araçlarıyla zaman kavramı içinde insanı esir almak hem daha kolay hem de daha sistematik hale geldi. Modern şartlar, boyun eğdirme ve ele geçirme süreçlerini büyük ölçüde rahatlattı. İsteyerek yapmak, müdahale etmemek, istençle, yani iradeyle hareket etmek gibi tamamı zamanla ve zamanı nasıl ve niçin yönetmekle, ne karşılığında ve hangi şartlarda rehin vermekle ilgilidir. Kısacası özgürlük ve zamanı yönetme ilişkisi, tercihlerle özgürlüğün kavramsal bağı; isteyerek yapmayla başlayan, iradeyle yoğunluk kazanan, müdahale etmemek gibi sınırları olan ve aynı zamandan mutlak karışmamaya dayanan dinamik bir süreçtir. Sürekli eylem ve hareketler dizisidir. Farklı pencereler açtığından olsa gerek, negatif özgürlük ve pozitif özgürlüğün de zaman kavramıyla, zamanı yönetmeyle derin ilişkisi vardır. Burada özgürlüğün niteliği, zaman kavramı içinde belirlenirken zamanı yönetme mefhumun ne olduğu da özgürlüğün içerdiği kıymetler oranında şekillenir. Elbette zaman yönetiminin; üretim süreçleriyle, topluluk halinde birlikte yaşamanın düzeniyle kopmaz ve sarsılmaz bağları vardır, ama bu yazının konusu olmadığından söz edilen ilişki burada ele alınmamıştır.
Çoklukla bireysel olan özgürlük, aynı zamanda büyük oranda toplumsal etkiler altındadır. Nasıl ki vicdan bireyseldir, insanın iç görüsüdür ve sırf bu yüzden toplumların vicdanı olmuyorsa, özgürlük de bireyseldir, bireyin doğuştan ölüme kadar hissettiği, yaşadığı bir şeydir ve kişiden kişiye, koşuldan koşula değişim gösterdiğinden yeterince toplumsal olmuyor. Zira toplumsal özgürlüğün bireysel özgürlüğü kapladığı ama tam olarak karşılamadığı, özgürlük patikasının engebe ve kıvrımlarından açıkça görülüyor. Bir dolu dolambaçlı yoldan ilerleyen zamanı, tercihleri ve kendini yönetme özgürlük bağıntısı, tarih boyunca bir odağa bağlandı, bir odağın sorumluluğu olarak görüldü. Yönetim erki, otorite veya iktidar. Açık ki bu konuda, her zaman ve her şartta işin öznesi ve nesnesi insan değildir. Özgürlük kavramının nasıl ve nereye kadar kullanıldığı da önemlidir.
Özgürlük; kiminde zaman zaman, kiminde ise her zaman, ne yapacağınızı söyleyenlere karşı tutumunuzla ne düşüneceğinizi dile getirenler karşısındaki tavrınız arasında bir tercihtir. Her ikisinde de size bir şey söylenir ve siz, ya hiçbir şey yaparsınız ya da söylenenlerden, istenenlerden herhangi bir şeyi yaparsınız. Özgürlük söz konusu olduğunda, size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla, düsturundan hareket etseniz bile, mutlak karışmama, yani müdahale etmeme ilkesi ihlal edilecektir. Burada ilke sözcüğü norm (kural) olarak değil, bir çerçeve, bir düşünce alanı veya sınır yerine kullanılmaktadır.
Bir an için özgürlük kavramına dair soruları çoğaltalım…
Kendi iç bünyelerinde bile karşıtlık üreterek anlam bulmaya, kendilerini anlamlı kılmaya dönük çaba içinde olanlarla özgür olunabilir mi, bu gibi kimselerle özgürlük mücadelesi verilebilir mi? Hoşgörü olmadan, farklılıklarla bir arada yaşama kültürü oluşmadan, bir diğeriyle yan yana yürüyemeden, ayrı düştüğün halde diğerinin düşüncesine değer vermeden özgürlükçü olunabilir mi?
Kendisi özgürlükçü olmayan biri, özgürlük uğrunda mücadele edebilir mi, özgürlük yolunda yürüyebilir mi? Aşırı özgürlük var mıdır, özgürlük hangi noktadan ya da hangi sınırdan sonra aşkındır. Aşkınsa neye ve kime veya neden aşkındır. Aşkınlık, uygunluk, uysallık, normallik kimin elindedir, bunların ölçüsü nedir. Mutlak karışmama, başkasının özgürlüğüne müdahale etmeme, irade ve isteme, özgürlüğü olması gerektiği gibi kaplar mı, onu kısıtlar mı? Kısıtlılık, özgürlük yönünden sorun olur mu, özgürlük tanımını boğar mı, özgürlüğün ve sınırlarının üstünü örter mi? Özgürlük yavaş güç, yumuşak güç, gölgede kalan, perdelenen bir olgu olarak gelişebilir mi? Yorum bilim (açıklayıcı) kavramlarıyla eğip bükülmez ve uçsuz bucaksız olarak gelişebilir mi, bu kadarı mümkün mü?
Ardı arası kesilmeyen benzer sorular…
Hiç kuşku olmasın ki zihnimizin kemerlerini çözmek ya da zihnimizdeki duvarları yıkmak, özgürce düşünüş için ilk adımdır veya başlangıç adımıdır. Belki de bu, soruları yanıtlamaya kolaylaştırır, bu yöndeki irademizi tahkim eder, cesaretimizi artırır, bize güç ve kuvvet verir. Eski Yunan ifadeleriyle mitos (Hayali olan, efsanevi) ve logos (Gerçeğe dayanan söz) arasında gidiş ve gelişlerimizi yönetir. Zira burada da felsefedeki gibi mitostan logosa geçiş ve ikisi arasındaki ilişki söz konusudur.
Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz ve dünya her gün biraz daha görünmez bir odak eliyle şaşılacak hale getiriliyor…
Okullar, kışlalar, ordular, polis birlikleri, gizli servis örgütleri, düzenli organizasyonlar hatta partiler gibi hiyerarşisi olan yapılar ve kurumlar, hizaya getiren, ehlileştiren, düzene adapte eden, düzen içi hale getiren yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya olan bütün idari ve şematik sistemler, hepsi zamanı ve insanı yönetme üzerinedir…
Şu zamana kadarki uygulamalarından görüldüğü gibi nedense organizasyonların tamamı özgürlüğü kısıtlamak zorunda kalıyor. Bununla beraber, her türlü güçlüğüne ve gerçekleştirilebilir olmasının zorluğuna rağmen, özgürlüğü esas almayan hiçbir sistem, ne var ki insanlığın ortak geleceğini güvence altına alamıyor, insan onurunu hakkıyla koruyamıyor.
Hiç çalışmadığı ve hiçbir şey üretmediği halde, dünyanın geri kalanını koşturan, çalıştıran, çatıştıran, savaştıran hatta geri kalanlara neredeyse her şeyi yapan ya da yaptıran bir avuç insanın olması, olağana aykırı ve tuhaf değil mi?
Birbirinden farklı etkiler altındaki özgürlük olgusu
Gerek bireysel gerek toplumsal özgürlük bahis konusu olduğunda, bilginin yararına inanmanın yanı sıra, açıklık ve önceden bilirlik perspektiflerine göre hareket etmek, öngörülü olmak; bütün prosesleri (süreç) doğru yönetmek ve sağlam ilerlemek için vazgeçilmez parametrelerdir. İster eşitlik olsun ister demokrasi, adalet, özgürlük ya da saydamlık olsun, zaman içinde gelişen her türlü hareket karşısında, en başta bilgiye dayanmak, bilginin yararına inanmak ve açık davranmak gerekir. Bertrand Russel, Aylaklığa Övgü adlı eserinde, “Denemeler, bilginin öneminin sadece bilginin doğrudan doğruya uygulama alanındaki yararlılığından ileri gelmeyip, aynı zamanda onun insan kafasına geniş ve derin bir düşünce alışkanlığı kazandırmasında da bulunduğu tezini ileri sürüyor; bu esastan bakıldığında, zamanımızda ‘yararsız’ etiketi yapıştırılan birçok bilgide yarar bulunabilir,” diyor.
Yeri gelmişken pek çok süreçte önemli etkisi olan bilgi ve eylem kavramları hakkında kısa da olsa birkaç şey söylemek istiyorum. Bilgi gibi, eylem de özgürlük kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Bilgi, insanın kendini ve kendiliği keşfetmesi, dünyayı anlama ve kavrama gücüne erişmesidir. Anlamanın, anlatmanın ve aydınlanmanın kaynağı olan bilgi, teoloji, doğaüstücülük ve gerçeküstücülük gibi alanlar söz konusu olduğunda, bilim düşüncesini ön plana alma gereğini ortaya koyan, bunu hatırlatan hatta sorgulatan dönüştürücü bir kudrettir. Eylemlilik ve en kötü eylemlilik bile kısıtlılıktan daha toplumsal ve daha insanidir. Eylem şuuru ve insan gerçekliği arasında çok kuvvetli ve sarsılmaz bağlar vardır ve her ikisi de özgürlüğü geliştirmeye dairdir. Hatırlatmam gerekir ki, kültür ve çevre olarak solun, bireyler olarak sosyalist öncülerin bilgi, eylem ve özgürlük yönünden çok değerli katkıları olmuştur. Anılan kesim, zikredilen kavramların özüne uygun ve yerinde kullanılması için ciddi kafa gücü harcamıştır. İddia edilebilir ki özgülük kavramının eylem yönünden ilk ve öncü hareketi, habercisi, keşfedeni ve kavramı kıymetlendiren kılavuzu, sol düşünce ve sosyalizm olmasa da en etkili aksiyonu, bu kesimden anılan perspektiflerdir.
Çok köşeli ve iddialı bir saptama olduğunu bilmekle beraber söylemem gerekir ki toplumları kontrol altında tutmak ve kurulu düzeni sürdürmek için dinler ve milliyetçilik şu zamana kadarki en iyi iki buluştur. Bu iki alana dair hassasiyetin korunması ve para eden varlıklar dışında, neyin azaldığı ya da neyin çoğaldığı, dünyayı yönetenlerin, yani egemen güçlerin umurunda değil. İşte devlet denilen şey, söz konusu hassasiyetlerin korumasının ve üstünler düzeninin (Küresel Egemenlik Sistemi’nin), toplum tarafından kabul görmesinin en temel aygıtıdır. Devletleri ve hassasiyetleri daha güçlü yapan her şey, bireyleri zayıflatır ve bireysel özgürlüğü kısıtlar… İnsanı, insan zamanını, zihin zenginliğini ve kendi olabilme halini de…
Oysaki özgürlük, erkinlik veya hürriyet, birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumudur. Çoğunlukla hakların diliyle ifade edilen özgürlük, kişinin diğer bireylerin haklarına saygı duyduğu sürece dilediği şekilde davranması, kimse tarafından zorla engellenmemesi ya da durdurulmaması anlamına gelir. Klasik liberal düşüncenin öncüsü, İngiliz filozof John Locke’un doğal haklar geleneği vurgusu da bu durumu benzer şekilde açıklar. Doğal haklara, insan olma haline, en yalın haldeki eşitliğe ve özgürlüğe hizmet etmeyen bütün hassasiyetlere şüpheyle bakmakta, gerçeği arayan aklın cesaretiyle yaklaşmakta yarar vardır. Şu ya da bu tarafın yanında olmak, bağnaz hatta tümden kör ve sağır olmak değildir.
Yazının sonuna gelirken özgürlüğü tehdit eden ve giderek onun yok oluşuna yol açan süreçten söz eden Alexis Tocqueville’den bir paragraf aktarmakta yarar görüyorum: “Tocqueville'e göre demokrasi, temel ilkesi eşitlik olduğundan ve bu ilke despotizmle uyuşmaz olmadığından baskı rejimine dönüşmeye yatkın bir rejimdir. Demokrasilerde insanlar, sahip oldukları maddi refah koşulları içinde çoğunluğun verdiği kararlar uyarınca yönetilmeyi kendi kendilerini yönetmeye tercih ederler. Genel irade ya da kamuoyu tarafında bulunmadıkları zaman, kendilerini yalnız ve soyutlanmış hissederler, sorgulanmadan kabul edilen çok genel fikirlere katılırlar, böylece bireylerden oluşan geniş kitlenin yönetimde söz sahibi olduğu yanılsamasını sürdürürler. Oysa bu demokratik çerçeve, tarihte eşine az rastlanır bir despotizm ihtimaline kapı aralamaktadır. Tocqueville'in geliştirdiği demokrasi eleştirisi, özgürlüğün yok oluşu üzerinden temellenmektedir.” (Tocqueville ve Özgürlük, Cengiz Çağla)
Son söz yerine ifade etmek gerekirse birbiriyle çelişmeden, birbirine engel olmadan hem özgürlük hem demokrasi, niceliğe atfettiği sınırsız güç karşısında eğer azınlığın durumunu sorgulamıyor ve bir şekilde azınlığın haklarını, isteme ve mutlak karışmama olgusunu güvence altına almıyorsa, ikisi yönünden de ciddi aksaklıklar, arızalar söz konusudur. Zira iki kavram da bir arada kalan hem birbirlerini hem kendilerini var eden nitelikleri besleyen ortak değerlerdir. Kısacası renklilikten ve içerikten yoksun bırakılan nicelik, sanıldığı kadar saygın ve gerekli değildir. 25.04.2022
(*) Bu bölüm, ‘Yeniden İnşa Süreci Kavramları Bağlamında Özgürlük’ kapsamında hazırlamaya çalıştığım uzunca bir yazının taslağından alınmıştır.