Modern iktidar büyük gözaltıdır. Michel Foucault*
Yazının başlığı, bir gazetecinin Cesur Yeni Dünya adlı eserin İngiliz yazarı Aldous Huxley’e sorusundan esinlenerek konmuştur. Toplum, insan ve dünya için sahiden özgürlük gerekli midir? Özgürlük ne mene şeydir ki bunca insan, grup, çevre, topluluk, durmadan dinlenmeden onun peşinde koşmakta, acılara ve zorluklara katlanarak onun uğrunda bedeller ödemektedir. Bilindiği gibi insanlığın dünyayı anlama ve kavrama süreçlerinin geçmişi, aynı zamanda üretim süreçlerinin yekûnuyla yaşıttır. Bunca yıl deneyimlenen anlama ve kavramanın üretimle, emekle eşit olması ve aynı sayfada bulunmaktan kaynaklı onlarla birlikte el alınması, tarihsel süreç, kişisel bilinç ve özgürlük arasında derin bir serüven olduğuna işarettir.
Özgürlük, erkinlik veya hürriyet, birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumudur. Felsefede, determinizm (belirlenimcilik, gerekircilik) karşıtı, özgür irade fikrini içerir. Politikada özgürlük, hükûmet baskısından bağımsızlıktır. Çoğunlukla hakların diliyle ifade edilen özgürlük, kişinin diğer bireylerin haklarına saygı duyduğu sürece dilediği şekilde davranması, kimse tarafından zorla engellenmemesi ya da durdurulmaması anlamına gelir. Bu durumu açıklayan tanım, klasik liberal düşüncenin öncüsü, İngiliz filozof John Locke’un doğal haklar geleneğinden kaynaklanır. Türk Dil Kurumu’nun sözlükleri ise, özgürlük kavramını birbirine yakın iki anlamda, herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbestî veya her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet, şeklinde açıklar.
Oldukça geniş tanımlamaların arkasından, son sözü beklemek yerine, başlangıç cümlelerinde belirtmeliyim ki özgürlük; insanla, insanın kendini, doğayı ve çevresindekileri anlamasıyla başlayan bir kavramdır. Bu yanıyla felsefenin en önemli argümanıdır ve özü gereği kişisel eylemlerin, edimlerin (yapılmış işlerin) temelini oluşturur. Vazgeçilmez, devredilmez, ertelenemez bir ihtiyaçtır, insanın iç dünyasına dayanan, onun egosundan beslenen bir taleptir. İnsanı nesne olarak ele alan her şeyde, ilk önce karşısına özgürlük çıkar. Otorite özne, iktidar özne ilişkisinin, çoğunluk tercihlerinin ve dolaylı dolaysız baskıların, aile ve bireyin, birey ve her türlü gücün (siyasi, ekonomik, askeri) konu edildiği her alanda özgürlük kavramı vardır ve hayat boyunca özgürlükle bir şekilde ilişki kurulur. Platon’dan günümüze özgürlük; yazı üzerinde bir kavram, bir tanım, anlama sözcüğü, deneysel şey şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bütün felsefe süreçlerinin tamamında anılan, yollama yapılan, siyaseti baştan aşağı kuşatan, sosyolojinin önemli konuları içinde yer alan, nesne ve özne olarak sürekli akıllara takılan, giderek hayati önem kazanan, insan egosu gereği kendiliğinden mühim bir kavramdır. Özü gereği pratik hamlelerin dışında gerçekleşme ihtimali olmayan ve belki de bu yüzden filozofların dilinden düşmeyen bir tasarımdır. Sade ve anlaşılır olduğu kadar, bağıntıları itibarıyla çapraşık ve karmaşık olan özgürlük; insanın egosuna, insanın yapısına, ilişkilerine, ihtiyaçlarına, yaşam tarzlarına, birlikteliklerine, bu birlikteliklerin kuruluşuna yönelik iradesine, kabul ve ret etmeye dair bütün istekleriyle ilgili süreçler toplamıdır.
Özgürlüğün gerekli olup olmadığı; onun ne olduğunu, niteliğini, özsel tarafını, kendilik alanına tesirini, kişisel egoyla ilişkisini anlamaya ve kavramaya bağlıdır. Hayat karşısındaki seçimlerimiz, zorunluluklarımız ve sorumluluklarımız, özgürlük kavramıyla kopmaz ve sarsılmaz bağlar, paralellik ve karşıtlık gibi ilişkiler kurmuştur. Özgürlük, tarih boyunca ona atfedilen ehemmiyet gereği, kimine göre eylemlerin, kimine göre yaşamın belirleyici parçası olmuştur.
Denebilir ki tarihin bütün aşamalarında insanlık; onu kuşatan, istemediği bir şeyleri yapmaya zorlayan, onun iradesine baskı yoluyla hükmeden ve ona boyun eğdiren, adına iktidar veya otorite denilen bir odakla hep bir arada olmuştur. Bu da topluluk halinde ve bir arada yaşamanın gereği olarak özgürlüğün, üretim ve eğitim süreçleri de dâhil pek çok şey için önemli bir ihtiyaç haline gelmesini sağlamıştır. Zaman içinde resmi ve sivil alan olmak üzere, modern toplumla birlikte derinlik ve nitelik kazanan özgürlük kavramı, kendini haklar ve hukuk alanında daha belirgin ve daha işlevsel, siyaset ve idare sahnesinde daha etkin ve daha görünür hale getirmiştir.
Belli isimlerle kategorize edilen özgürlük kavramı, sivil ve resmi alandaki özgürlük, pozitif ve negatif özgürlük biçiminde adlandırılmaktadır ve her biri farklı şekillerde manalandırılmaktadır. Benim açımdan esasen konu, özgürlüklerin kategorize edilmesinden çok, onların hangileri olduğu ve daha neler olması gerektiği noktasıdır. Temel hakların ve özgürlüklerin ulaştığı boyut zaman içinde geliştiği gibi, şüphe olmasın ki bundan sonra da hak ve özgürlükler, sınırlarını ve konumunu genişletecektir. Bu vaziyet, daha çok da bilgi ve belge niteliğindeki metinlerde, yeni yaşam sahalarında ve bilimsel icatlarda kendini gösterecektir. Söz gelimi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, birinci maddesinde ifade edilen, “Bütün insanlar, hakları ve onurları eşit ve özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine kardeşlik duygularıyla davranmalıdırlar,” cümlesi, aklı, hukuku ve vicdanı anıştırsa bile özünde bir eşitlik ve özgürlük cümlesidir. Anılan belge hem tarihi önemdedir hem haklar ve özgürlüklerin genel kabul gördüğü ve ulaştığı düzeyin göstergesidir.
Özgürlük kavramı yönünden bireysel özgürlük ve toplumsal özgürlük ilişkisi
Tarih penceresinden bakıldığında ve tarihin belli bir aşamasından itibaren incelendiğinde, Platon’dan günümüze değin, özgürlük kavramına ve onun ne olması gerektiğine dair birçok şeyin ortaya atıldığı görülecektir. Aristoteles isteyerek yapmak, Isaiah Berlin birbirine zıt yorumlar içeren negatif ve pozitif özgürlük, John Stuart Mill müdahale etmemek, Farabi istençten, yani iradeden söz etmiştir. Kısacası özgürlük isteyerek yapmayla başlayan, iradeyle yoğunluk kazanan, müdahale etmemek gibi sınırları olan ve aynı zamandan mutlak karışmamaya dayanan dinamik bir kavramdır. Paragrafla ilişkisi nedeniyle ifade etmek gerekirse, özgürlük üstüne yazılan kitaplardan biri olan ve John Stuart Mill’in 1859 yılından basılan Hürriyet Üstüne isimli denemesi, önerilen eserlerdendir. Adı geçen denemede, çoğunluk adı altında, azınlıkta kalan düşüncelerin bastırılmasından duyulan kaygı dillendirilmekte ve mutlak karışmamak (müdahale etmemek) anlayışı ortaya konmaktadır. Farklı pencereler açtığından olsa gerek, tavsiye edilen kaynaklardan biri de John Stuart Mill’in yurttaşı ve 20.yüzyılın önemli filozoflarından Isaiah Berlin’e aittir. Berlin’in, İki Özgürlük adlı eseri, özgürlüğün birbirine zıt yorumları olarak iki bakış açısı arasındaki farklılıkları anlatır. Berlin’e göre bunlar; negatif özgürlük ve pozitif özgürlüktür.
İster negatif ister pozitif özgürlük yönünden bakılsın, kişinin kendi özerk alanı, kendini yönetme yetkisi, elbette ki sonsuz ve sınırsız özgürlüğe sahip değildir. Her türlü toplumsal koşula bağlı olmasına rağmen, bireyin kendini gerçekleştirmesiyle kendi özerk alanı arasında önemli bir ilişki vardır. Bu ilişki her ne kadar çok güçlü bir bağ değilse de gerçekte özgürlük kavramının derinlikli olarak ve içeriğine uygun şekilde yaşanması, hissedilmesi, görünür kılınması ve bir örneğe dönüşmesi gerekir. Ekonomik ve toplumsal süreçlerle ilgili her türlü ilişkinin, ders alınan örneklerle sunulması, yeniden ele alınması ve gerekirse başa döndürülmesi oldukça önemlidir. Belki sadece özgürlük için ama mutlaka yaşamak, hele onurluca ve insanca yaşamak için bazı şeyleri değiştirmek ve Amin Maalouf’un dediği gibi, dünyayı yeniden icat etmek gerekir.
Özgürlük, birey hayatının en önemli yönlerinden, en hassas alanlarından biridir. Aynı zamanda insan hayatındaki en yaşamsal ve en karmaşık gereklerden başta gelenidir. Özgürlükler dinamik olduğundan, genellikle bu değer güvenlik gibi, eşit derecede önemli olan hayatın diğer değerleriyle karşı karşıya kalır. Terimin kapsamı, ülkeler arasında farklılık gösterse de sivil özgürlükler; din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, güvenlik ve özgürlük hakkı, gizlilik hakkı ile kanun ve gerekli süreç çerçevesinde eşit muamele görme hakkı, adil yargılanma hakkı ve yaşam hakkı gibi hakları içerebilir. Diğer sivil özgürlükler mülk edinme hakkı, kendini savunma hakkı ve bedensel dürüstlük hakkını içerir. Sivil özgürlükler ve diğer özgürlük türleri arasındaki ayrımlar gibi, pozitif özgürlük ve haklar ile negatif özgürlük ve haklar arasında ayrımlar bulunmaktadır. İzahat birazcık şekilsiz ve zayıf içerikte olsa da Vikipedia, sivil özgürlükleri şu şekilde tanımlamaktadır; liberal hükûmetlerin yasama ya da adli yorum yoluyla insanlara tanıdığı garantileri ve özgürlükleridir. Görüldüğü üzere dünyadaki diğer her şey gibi özgürlük de otoriteye göre tanımlanmıştır. Zira dünya kurulalı beri otorite yani iktidar, yani egemen güç, insan hayatına ve geleceğine dair kararalar almış, faaliyette bulunmuştur. Nedense insan doğası ve insan egosu bu alanlarda göz ardı edilmiştir. İnsanın otorite karşısında özne kılınmayı bilerek ya da bilmeyerek kabul etmesi hiç yerinde görülmüştür. Oysaki insan egosu, özellikle özgürlük söz konusu olduğunda, oksimoron durum dediğimiz birbirinin zıddı hâl içeriyor. Özetle insan, egosu nedeniyle hem özgür olarak yaşamak istiyor hem de bunu isteyen türdeşinin özgürlüğüne müdahale ediyor. Aynı ego nedeniyle bir yandan sınırladığımız bir yandan da sınırlarını genişletmek istediğimiz özgürlük sorunu ortaya çıkıyor.
Diğer yandan biliyoruz ki iktidarın, toplum ve bir bütün olarak yönetsel ve toplumsal ilişkilerin, doğumdan ölüme değin devam eden ve insan yaşamıyla ilişkili olan süreçlerden kaynaklı gelişmelerin, birçok kavramın yerleşmesi, anlaşılması ve doğru şekilde kavranması üzerinde belirgin bir etkisi vardır. Özgürlükler ve diğer bütün haklar, bu anlamda salt bireysel bazda (temelde) ele alınamazlar ve tanımlanamazlar, bunların hemen hepsi, iktidar karşısındaki konumlarıyla ve bireyin içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler bütünü ortamındaki durumlarıyla belirlenir, hayat içinde ve zamanla içerik ve nitelik kazanır. Zira kendi hareketlerini kontrol edebilme ve yönetme niteliğini içeren bireysel ögürlüğün, kamusal alanla ve toplumsal yaşamla doğrudan ilişkisi vardır. Fertlerin özgür iradesinde ve özerk yaşam alanında kişilik bulan bireysel özgürlük; adalet, kamu hakları, politik özgürlük, düşünce ve ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü alanlarında ve aynı zamanda ahlaki sorumluluk karşısında, biçimler ve şekiller kazanan bir mefhumdur. Özerklik, yani kendi kendini yönetme hakkı’yla ve öz irade kavramlarıyla, yani bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü’yle sıkı sıkıya ve doğrudan ilişkilidir. İnsanlar hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak özgürlüğe ulaşamadıklarından ve tamı tamına özgürlüğü yaşayamadıklarından, özgürlük kavramı, genellikle tatmin edilmemiş, tamamına ermemiş bir kavramdır. Söz konusu kavram sürekli olarak değiştiğinden, dinamik (devimsel) bir mefhum olarak ifade bulmuştur. Denebilir ki içinde yaşadığımıız dünyadaki teknoloji ve bilimsel gelişmişlik ortamında, oldukça önemli olmasına karşın bireysel özgürlük, toplam özgürlüğü tamamlanmamış olmasına rağmen, toplumsal özgürlüğün hem küçük bir kısmıdır hem de temelidir.
Unutmamak gerekir ki kişisel özgürlükle toplumsal özgürlük arasında doğrusal bir ilişki vardır. Zira toplumsal özgürlüğün temeli kişisel özgürlüktür. Yurttaşı, ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir toplum sözleşmesini ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dâhil olması gerektiğini savunan Cenevreli filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau, toplumsal özgürlüğü, insanın kendi yasalarını kendisinin koymasında görür. Rousseau’ya göre, doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerekir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları eleştirmektedir. Kant da Rousseau’nun bu ilkesinden hareket ederek özgürlüğü usun (aklın)özerk oluşuna bağlamıştır. Öte yandan Marksçı yaklaşımlarda özgürlük, toplumsal zorunlukla özdeşleştirilmiştir. Bu anlayışa göre, “kişisel özgürlük ancak toplumsal özgürlük sağlanırsa mümkündür” ya da “doğaya boyun eğerek, doğa yasalarına uyarak ona egemen olunabilir.” Doğanın ve toplumun kavranmasında deneyci bilgi öğretisini savunan Francis Bacon düşüncesinden etkilenen Marksistler, doğada zorunluk geçerlikte olduğu gibi, toplum yasalarını yürüten de zorunluluktur, demektedirler. Marksistler açısından gerçekte özgürlük diye bir şey sorunludur hatta yoktur. Ancak bu zorunluluğu gören özgür olabilir. Anılan bakış açısına göre, doğal özgürlük denilen şey de insanın çevresini değiştirebilmesi yeteneğidir. Çünkü insan çevresini değiştirip ona biçim verebilir. Zira insanı hayvandan ayıran temel özelliktir bu. Hayvan çevresine uyar, insan çevresini değiştirip ona biçim verebilir. Özgür toplumu savunmak isteyen bir kimse, özgür toplumun vazgeçilmez temelinin birey hakları ilkesi olduğunu bilmelidir, diyen Ayn Rand, aynı perspektife yığınak yapmaktadır. Atıf yapılan belirlemesinde Marksçı çevrelerle benzer noktalara değinen Rand, dikkati insana odaklayarak birey özgürlüğünün değerini ve topluluk yaşantısı için önemini ortaya koymaktadır.
Onurlu yaşama dair nefes aldığımız bir pencerenin iki kanadı; demokrasi ve özgürlük
Hemen söylemem gerekir ki özgürlüğünün olmazsa olmazlığını ve yaşamak için mutlak lazım geldiğini kabul etmemin yanı sıra, hala demokrasiye inanıyorum ve daha iyisine ulaşıncaya kadar onun insanlık için en iyisi ve en yararlısı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca duyguların ve ruhun şekillendirdiği günümüz toplumlarında ve benzerlikler içeren düşünceler ortamında, ne kadar iyi, ne kadar gelişkin, ne kadar insani olurlarsa olsunlar, belli ihtiyaçlar, hırslar ve egolar karşısında hem özgürlük hem demokrasi zaman zaman çaresizdir, fasit bir daire içinde dönenen ve kendini tekrar eden kısır süreçlerdir. Bununla beraber, insanlığın giderek kişiliğini kaybettiği, bireysel ve ortak gurur yönünden çelişkiler ve ikirciklik yaşadığı günümüz ekonomik ve siyasal ortamında, özgürlük ve demokrasi her zamankinden daha çok önem kazanmakta, temel ihtiyaçlar olarak öne çıkmaktadır.
Özgürlük ve demokrasi süreçleri dinamik, değişken ve ucu açık olduklarından, bir yığın belirsizlik içermektedirler. Bu da, egemenlerin işine yaramakta, özgürlük ve demokrasi kavramlarını bir manevra alanı haline getirmelerinde egemenlerin ellerini güçlendirmektedir. Özgürlük, kendi özgün içeriği olmaksızın, olduğu gibi kavranmaksızın, elverişsiz ve yardımcı ortamlarda yaşam bulması ve olduğundan başka türlü anlaşılması, hissedilmesi zor olan kavramlardandır. Özgürlük de demokrasi gibi tek başına ele alındığında önemsiz hale gelebilecek mefhumlardandır. Zira aynı klasmanda bulundukları için her iki kavram da hem tek başına ele alınamazlar hem de hangi şart ve ortamlarda var olduklarından bağımsız değerlendirilemezler. Denebilir ki özgürlük ve demokrasi aynı pencerenin iki ayrı kanadıdır. Kanatlardan hangisi işlevini yitirir ya da işlevini zayıflatırsa pencerenin tümü zarar görür. Sürdürülebilir bir özgürlük için insanlığın soluduğu pencere zarar görmemeli, yarım ya da tam olarak kapatılmamalı, işlevsiz hale getirilmemelidir. Çünkü tarih boyunca insanlık; özgürlük ve demokrasiyi eş anlı hissetmiş, paralel ve iç içe yaşamıştır. Kısacası söylenmesi gerekenlerin söylenemediği ortamda, bir nesneyi veya bir düşünceyi her yönüyle anlama açıklığının olmadığı şartlarda, özgürlüğün gelişip olgunlaşması nerdeyse imkânsızdır. Köşeli bir cümleyle belirtmek gerekirse, özgürlük ve demokrasinin olmadığı bir yerde hukuk ve adaletten, eşitlik ve kardeşlikten söz etmek mümkün değildir.
Özgürlük neden gereklidir
Yukarıdaki paragraflarda atıfta bulunduğum John Stuart Mill ve Jean Jacques Rousseau, özgürlüğün kapsamı, içeriği ve bir gereksinim olduğu konusunda hem özlü perspektifler ortaya koymuş hem de özgün düşüncelerle özgürlük kavramına derinlikli anlamlar kazandırmıştır. Bundandır ki iki bilim insanının, ihtiyaç olarak gördüğü özgürlüğün gerekliliğine, manasına ve önemine dair yığınla veciz sözü, insanlığa ışık tutan benzersiz görüşleri günümüze kadar gelmiştir. “Birey, kendisi hariç kimsenin çıkarını ilgilendirmediği sürece hareketlerinden dolayı topluma karşı sorumlu değildir,” diyen John Stuart Mill, özgürlüğün sınırlarını alabildiğine genişletirken Rousseau, insanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır, diyerek kendince özgürlüğe bir sınır koymuştur.
Tarih boyunca toplumsal gelişim için birçok kavramın, değerin, yönetim ve yöntem tarzının, ilke ve esasın üzerinde konuşulmuş, tartışmalar yapılmış, söz konusu alanlar incelenmiş bir sonuca bağlanmıştır. Denebilir ki demokrasi kavramıyla birlikte, üstünde en çok durulanlardan biri de özgürlük mefhumu olmuştur. Çok yönlü ve birçok başlık altında ele alınan bu büyülü kavram; toplumsal gelişim yönünden özgürlük, üretim yönünden özgürlük, mal ve hizmetlerin dolaşımı yönünden özgürlük, eğitim yönünden özgürlük, hukuk ve adalet yönünden özgürlük çerçevelerinde, filozofların ve daha başka bilim insanlarının radarına takılmış, ilgi alanlarında yer almıştır. Önceki cümlede sayılan kavramlarla birlikte etik, değerler ve insan olma bilinci yönünden ve insan hakları penceresinden bakılarak özgürlük gibi her biri uzunca bir yazının konusu olan alanlarda özgürlük kavramı ve özgürlüğün gerekli olup olmadığı incelenebilir. Sanırım yazının başlığına sadık kalarak konuyu ele almak, hem pratik ve güncel hem de yazının amacı bakımından uygun olacaktır. İnsanlığın emek ve mücadele imbiğinden damıtarak günümüze kadar getirdiği, insanın kendini var eden her türlü değerden etkilenerek geliştirdiği ve zenginleştirdiği özgürlük, hayati düzeyde gereklidir. Hakeza insan olmak, sağlıklı bir toplumu oluşturmak, barış içinde ve güvenli şekilde toplu yaşamak için olmazsa olmaz seviyede bir zorunluluktur. İnsanın içindeki cevheri, yaratıcı ve üretici kimliğini ancak özgürlüklerle ortaya çıkarmak mümkündür. Bununla beraber, bilim ve teknolojinin ulaştığı düzey, özgürlük kavramı ve özgürlük ortamı olmaksızın tasarlanabilen bir şey değildir. Hiç kuşku olmasın ki, özgürlükleri talep eden de sınırlayan ve engelleyen de insanın kendisidir. İnsanın tatmin edilmeyen, dizginlenemeyen oburca hevesleridir. Bu yüzden de düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü gibi belli başlı özgürlük alanlarında aşırı düzeyde sorunlar birikmiştir.
Özgürlük kavramını toplumsal-siyasal yönden, kişi ve tür olarak insan açısından, üç şekilde ele alan Aristoteles, özgürlük kavramını incelerken insanı farklı bir varlık olduğunun göstergesi saydığı, ruhun akla ve erdeme uygunluğunu da tartışmaktadır. Dinlerin ve dinci felsefelerin insanda vücuttan ayrı bir varlık olarak kabul ettiği öz olan ruhun toplumsal, siyasal ve yönetsel süreçlere etkisine değinmektedir.
İsteyerek yaptıklarımız, istemeden yaptıklarımız, tercih ettiklerimiz, tercihe zorlandıklarımız, iradi olarak yer aldığımız, yer almaya zorlandığımız eylemler, edimler ve her türden davranış ve hareketler, özgürlükle, özgürlüğü yaşamakla doğrudan ilişkilidir. Her ne kadar hem Aristoteles hem Farabi, iradi özgürlüğü önce teolojik, sonra beşeri zeminlerde değerlendirseler de özgürlük söz konusu olduğunda, Aristoteles isteyerek yapmayı sorunun odağına koymaktadır. Metafizik yanından bağımsız söylemek gerekirse, isteyerek yapma, seçimlerinde bireye hiçbir şekilde müdahale edilmemesi, yani mutlak karışmamak, özgürlüğün özü ve kaynağıdır.
Daha yaygın ve daha nitelikli olarak aydınlanma dönemi sonrası karşılaşılan özgürlük kavramı, ne olduğu anlaşılıncaya kadar insan hayatının büyük bir bölümüne sirayet etmiş, belli içerikler ve ayırt edici özellikler kazanarak bugünkü haliyle günümüze değin gelmiştir. Özgürlük kavramının, özgür olmak isteğiyle sarsılmaz ve kopmaz bağları vardır. Bir yandan toplumsal özgürlüğün bir parçası olan özgürlük, bir yandan da bireyseldir ve hiç olmadığı kadar kişiseldir. Halklar ve içinde yaşadığımız toplumlar, özgür olmak istemediklerinde, bireyler olarak özgürlüğe ulaşmak ve özgürlüğü sağlıklı bir biçimde yaşamak neredeyse imkânsızdır. Halkları özgürlük çağrısı etrafında birleştirip harekete geçirmek, dünyayı yeniden ele almaktan, bilinen şeyleri ve uygulanmakta olanları değiştirmekten daha kolay olmasa de bireysel ve toplumsal özgürlük olabildiğince iç içedir ve birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Özgürlüğün temel hak olması, sadece ona atfedilen önemin göstergesi değildir, bu, aynı zamanda diğer bütün haklarla kurulan ilişkisi nedeniyledir.
Özgürlük insanın dış etkilerden bağımsız hareket etmesi, kendi iradesi doğrultusunda karar vermesi ve eyleme geçmesi, kendi vicdanına, düşünce gücüne dayanarak karar alması ve bunu uygulaması, her türlü seçme özgürlüğüne sahip olması, isteyerek yapması, mutlak karışılmamasıdır. Hakeza özgürlük, aynı zamanda engellenmemiş, herhangi şeye bağlı olmamış, zorlanmamış olarak kendilik halini hayata geçirebilme olanağı elde etmektir. İnsan ve toplum hayatında kapladığı yerler nedeniyle her zaman ve her yerde, herkes için özgürlük gereklidir. Kesin ve net cümlelerle ifade etmek gerekirse, her zaman ve her yerde özgürlük, hemen ve her şeyden önce özgürlük, temel bir ihtiyaçtır. İnsanın kendisinin istemesidir ve istediğini hayata geçirmesidir.
İrade özgürlüğü, kişisel özgürlük, düşünme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, eylem özgürlüğü, yani kendi başına davranabilme hak ve özgürlüğü, ibadet ve inanç özgürlüğü, yani herhangi bir dine bağlı olma ya da bağlı olmama özgürlüğü, özgürlük kavramına anlam ve derinlik kazandıran özerk alanlardır. Bütün bunlarla beraber, hiç kuşku olmasın ki, fiziksel özgürlük, ruhbilimsel özgürlük (kişinin kendi doğasına uygun hareket etme özgürlüğü), ahlaksal özgürlük (kendi kendini belirleyebilme yetisi, insanın ahlak eylemlerini başkasının zoruyla değil, kendi isteğiyle gerçekleştirmesi), toplumsal özgürlük gibi özgürlükler, insanın oluşmasını, bireyleşmesini ve şekillenişi belirler.
Özgürlük kavramı bağlamında cevabı en zor verilecek sorulardan bir tanesi de özgürlük nedir cümlesidir. Zira bu soru cümlesi, sanıldığından da karmaşık bir sorunsala işaret etmektedir. Fransız yazar Laurent Gounelle, “Senin neyi yapıp neyi yapamayacağını kimsenin söylemesine izin verme. Hayatını seçecek ve yaşayacak olan sensin,” cümlesiyle çok kapsamlı ve içerikli bir özgürlük vecizesi ortaya koyarak belki de hiç farkında olmadan zor ve karmaşık soruya cevap olmuştur. Bu veciz söz, aynı zamanda insanın kendi sınırlarını keşfetmesi ve gerektiğinde onu aşması yolunda, bir öz güven ve kendine inanma cümlesidir.
Yazının sonuna gelirken bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. İngiliz yazar Aldous Huxley, yazının başlığındaki soruya şu cevabı vermektedir. “Bana kalırsa gerekli bir şey. Yani gerçek anlamda üretken bir toplum olmak için gerekli. Birçok malı özgürlük olmadan üretmeniz mümkün değildir. Büyük ölçüde bireysel özgürlük, girişimcilik ve yaratıcılık olmadığı sürece, insanlığın yaratıcı bir hayat sürmesi mümkün görünmüyor,” diyor.
Spot cümlelerle söylemek gerekirse, özgürlük fark yaratmak, ayırt etmek ve karar vermek için mutlaka gereklidir. Dünyayı daha iyi anlama ve kavrama yolunda bireylerin kendi sınırlarının farkına varması ve daha iyisini yapmanın mümkün olduğunu görmesi için gereklidir. Sırf kapladığı alan ve büründüğü derin sorunsallık nedeniyle olsa bile özgürlük, önce bireye, sonra topluma gereklidir.
Son söz yerine, başkasının özgürlükleri dışında, şu ya da bu şarta ve herhangi bir kayda bağlanmadan özgürlük hem toplum hem birey için gereklidir.
(*)Alıntı sözün tamamı şöyledir: Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır. (Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu)