En uzun yolculuklar bile, tek bir adımla başlar. Lao Tzu**
İnsan doğası, gelişen ihtiyaçlar ve sınıf mücadelesi arasında kopmaz bağlar olduğunu gören Karl Marx, tarih, arzularını ve amaçlarını gerçekleştirmeye çalışan insanların eylemlerinden başka bir şey değildir, demektedir. Kişinin toplumdaki sorumluluğunun farkında olması, bir toplumdaki ruhsal etkinliklerin ve ruhsal durumların tamamı hareket ve eylem süreçlerini dolayısıyla da eylemlilik alanını doğrudan etkiler. Aynı zamanda eylemlilik, toplumun değişik katmanlarından bir araya gelen bireylerin amaçları ve hedefleri uğrunda birbirileriyle sağladıkları iletişimin, etkileşimin, ilişkinin ve hareketliliğin toplamıdır. Şüphe olmasın ki, bir yandan da insanın duygu, düşünce ve davranışları amaçlara bağlaması, hayata tutunmasının ve yaşama dair ihtiyaçlarının gereğidir.
Eylemlilik, ittifaklar, hâkim güç, iktidar olgusu, demokrasi mücadelesi ve değereler gibi ister aynı sayfada ister bambaşka tarafta olsun, hepsi birbirine bağlı, birbiriyle şu ya da bu şekilde ilişkili olan bir dizi konuyu, yer yer birlikte ve iç içe, yer yer de birbirinden ayrı olarak ele alacağım. Bilgimin elverdiği oranda, aynı torbada ve eleştirel bir bakışla üzerinde çalıştığım konuların tamamı, güncel siyaset gündemini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, geniş bir değerlendirmenin konusu olan eylemlilik, ittifaklar, hâkim güç, iktidar olgusu, demokrasi mücadelesi ve değereler, Küresel Egemenlik Sistemi anılmaksızın ve düşünülmeksizin ele alınması olanaksız kavramlardır.
Franz Kafka, “Bütün devrimler buharlaşıp gider ve ardında yeni bir bürokrasi balçığı bırakır,” diyor. Eylemlilik, ittifaklar, hâkim güç, iktidar olgusu, demokrasi mücadelesi ve değerler, devrim yolunun belli durakları olmasına rağmen, devrimden sonra da toplumların, bir halkın ya da halkların gündeminde kalan ve sınırlarını zorlasa bile hepsi burjuva reformcu çerçevenin içinde yer alan, bir şekilde günümüze kadar gelebilen sorunlu ve girift kavramlardır. Bununla beraber, anılan kavramlar, içerikleri, anlamları ve tanımlamaları farklı olsa da toplumun her kesimince, bütün sınıf ve katmanlar tarafından sahiplenilmektedir. Fakat biliyoruz ki içinde halkın ve gerçek bir halk iktidarının olmadığı, süreçlerin neredeyse tamamı, bir zümreye, toplumun belli bir kesimine hizmet eder. Bu söylemlerin hemen hepsi, toplum ve toplulukları, örgütsel ve siyasal yapıları oyalamak maksadı taşıdığı, ilgili ve ilişkili kitlelerin umutlarını canlı tuttuğu için, söz konusu güzergâhtaki yolculuk yorucu tüketici ve iğdiş edicidir. Herhangi devrimle aynı sayfada yer alan ve devrim sonrasına da taşan bu kavramlar, aslında değişim ve dönüşümle, bir devrimle ilgili olan anındaki, sırasındaki ve sonrasındaki hamleler ve birbirini izleyen olaylar dizisi gibidir. Burjuva reformcu çerçevenin içinde kalan bu kavramlar, günümüz toplumlarını milliyetçi bir çizgide tutmak ve kitleler için ulusal düzeyde liderler, kahramanlar ortaya çıkarmak, semboller bulmak konusunda muazzam bir ortam oluştururlar. Söz konusu söylemler, başka toplumları ve halkları düşmanlaştıran, korku tünelleri yaratan ve halkı bölünme gibi gerçekleşmesi zor ama ürkütücü ve travmatik hikâyelere inandıran sistemlerin kavramlarıyla iç içe ve kol koladırlar. Zira anılan sistemler, daha kurulmadan bu kavramlarla meşgul olurlar ve kendi dillerini yaratırlar. Bahis konusu siyasal tarzın hemen hepsi baştan sona çarpıktır ve çelişkilerle doludur. Kendisi demokrat ve demokrasi kurallarına inanmayan yapıların demokrasi talep etmesi, kendisi devrim olamayanların devrim yapma hedefi taşıması gibi sürekli yalpalayarak yol almaktadırlar…
Bundandır ki toplumları birbirine düşmanlaştıran, kitleleri korkuyla korkutup yöneten, korku tünelleri yaratıp halkı bölünme gibi ürkütücü ve travmatik hikâyelere inandıran süreçlere uygun olarak Arthur Schopenhauer, Tüm uluslar birbirini aşağılar. Hepsi de haklıdır, şeklindeki girift iddiayı ortaya atmıştır.
Unutulmamalıdır ki, kitle iletişim araçlarının askeri, ekonomik ve siyasal gücün etkisiyle, baskı ve zor yoluyla toplumun ezici bir çoğunluğunu teslim alan Küresel Egemenlik Sistemi’nde, bize gösterilenler ve anlatılanlar, hiçbir zaman gerçeklikle aynı değildir. Ne yazık ki uydurulan gerçeklerle ve yönetilen algılarla bize sunulanların asıl amacı, her zaman mevcut durumu gizlemek ve suni gündemlerin arkasına gizlenip büyük, küçük başkaca hamleleri yapmak, hesapları görmektir.
Eylemlilik
Konuya dair ilk tümceleri kurmadan, Mevlana’ya ait bir söze başvurmak yerinde olur sanırım: “Güzel günler sana gelmez, sen onlara yürüyeceksin.” Aynı minvalde, “Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık,” cümlesinin Konfüçyüs tarafından söylendiğini düşünürsek eylem ve hareketin dinamizm ve amaçlarla yakından ilgisi olduğu söylenebilir. Tarih boyunca insanlık, mevcut durumunu değiştirme, iyileştirme veya daha ileriye götürme yönünde etkide bulunmuş, gücü oranında çaba göstermiştir. Kısaca, dünden bugüne bir devinimle beraber, durmadan eylem ve eylemlilik içinde olmuştur. İş, fiil, hareket, aksiyon anlamına gelen eylem kavramı, aslına bakarsanız hayatın kendisidir. Akıp giden yaşamın her adımında rastlanılacak, başvurulacak bir çabadır. Zira eylemlilik aynı zamanda, bir durumu değiştirme yönünde etkide bulunma ve çalışma isteğidir. Maddi ve manevi bir uğraştır, gayrettir. Amerikalı basketbolcu John Wooden, yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme, özlü sözüyle emek vererek ve çalışarak yapılamaz olanı yapılabilir kılma iradesine dikkat çekmektedir.
Siyaset kurumunun ve siyaset biliminin arayışlarıyla birlikte eylem ve eylemlilik, içerik ve nicelik yönünden yeni ve farklı anlamlar kazanarak toplum hayatında daha etkin bir yer edindi. Böylece siyasal eylem ve siyasal eylemlilik, toplumun ve bireylerin yüzünü döndüğü, beklenti içine girdiği, örgütlerin genel durumlarını açıkladığı önemli kavramlar oldu.
Siyasal eylem ya da eylemlilik kavramlarından önce, konuya siyaset eylem, eylemlilik eylem çerçevesinde bakmakta, eylem siyaset ve eylem eylemlilik ilişkisini ele almakta yarar görüyorum. Siyasetin ve siyaset kurumunun iktidarla, toplumla ve bireyle ilişkiler toplamı olduğunu söylemek, sanırım içerik bakımından siyasetin en yakın tanımı olur. Söz konusu edilen siyaset olunca eylemlilik ve siyasal eylemlilik aynı manadadır. Sosyal ilişkilerin, toplumsal sorunların, haklar ve özgürlük alanındaki taleplerin, ekonomiyle ilgili beklentilerin tamamı, boyutundan ve etkisinden bağımsız olarak eylem ve eylemlilik kapsamındadır. Daha dar çerçevede bakıldığında, belli bir yığınsal isteğin ya da reaksiyonun, yerel düzeydeki veya dünya çapındaki egemen güçlere ve onların işbirlikçilerine yöneltilmesidir. Hakeza toplum, ülke ve dünya nezdinde, anılan istek ve tepkileri belli ve göze çarpan hale getirmek, onları apaçık kılmaktır. Toplumsal, siyasal ve bireysel tarafı olan bu süreç, çevreye ve dışa yansıtılan bir hareketlilik oluşturmak, çevreden ve dışarıdan duyarlılık talep etmektir. İçeriyle çevre, içeriyle dışarı arasında daha sağlam ve kalıcı bağlar kurmaktır. Siyasal etkinliğin ve siyasal eylemliliğin çapı, çıkardığı sese, çerçevesine, etkisine ve önemine göre belirlenmemelidir. O, çapından, gücünden, etkisinden azade olarak, hangi zeminde ve zamanda ortaya çıktığına, kime yöneldiğine, gerekli ve yerinde olup olmadığına göre değerlendirilmeli, siyasal bir iş ve etkinlik olarak görülmelidir.
Eylem ve eylemliliği aynı kefede görmemek gerektiğinin başlıca nedeni şudur: tek bir siyasal eylemden, bir defaya mahsus yapılan tekil siyasal eylemden farklı olarak eylemlilik kavramı, bir devamlılığı ifade eder. Aynı zamanda birbirini izleyen ve sıralı olma halini, yönelimi, sürekliliği, en genelde bilinmedik bir yanı olmayan, plan ve program dâhilinde yapılmış, belli bir programa dayalı olarak ortaya konulmuş tavırların tamamını içermektedir. Duruş biçimi, bireyin toplum içindeki ilişkileriyle tayin edilen yeri, özetle bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi, söz konusu eylem ve eylemliliğin görünürlüğünü ve etkisini belirler.
Kendi döneminin söylemine uygun olarak Herodot, eyleme geçmekle cesaret arasında bir eşitlik kuruyor. Doğrusunu isterseniz eylem hayatın manasıdır. Kişisel düzeye indirgendiğinde bile hareket, sağlıklı bir zihne ve bedene işaret eder. Hareketin anlamını ve kavramını oldukça derin bir cümleyle ortaya koyan roman ve deneme yazarı Andre Gide, açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez, diyor. Andre Gide, hareketin içindeki cevherin ortaya çıktığında, dönüştürücü ve değiştirici gücünün sınırlarının nasıl da öngörülemez olabileceğini vurguluyor.
Kabul etmek gerekir ki kimi zaman salon eylemi, topluca gerçekleştirilen açık hava programı ya da bir yürüyüş kadar siyasal içerik taşımayabilir, gerekli sesi çıkarmayabilir. Bu nedenle bazen, siyasal gündem oluşturmayı amaçlayan karar vericiler, daha genel olana, daha ilgi uyandırana, daha çok ses getirene odaklanır. Siyasal yapılardaki karar alıcı grubun tavrı, niteliği ve inanç sistematiği, eylem ve eylemlilik arasındaki tercihi, ikisi arasındaki niceliğin ve niteliğin boyutlarını ortaya çıkarır. Siyasal yapının iş ve eylem tarzı, gerek kolektif gerek bireysel etkinliklerle kabul görmeli, katılımcılarca doğrulanmalı, eylem ve siyasal eylem arasındaki temel farkı ortadan kaldırmalıdır. Siyasal eylemlerin doğrudan iktidarı hedef alması ve bunun kamuoyuna açık bir tarzda yansıması, eylem ve eylemliğin niteliğini tayinde oldukça önemlidir. Bir şeyin ses getirmesi ve görünür olması, çoğu zaman o şeyin gücünü ve etkisini gösterir. Elbette hedef kitlenin niceliğinin de bu durumda payı vardır. Yeri gelmişken belirtmem gerekir ki hep ve her zaman görünene odaklanmaya gerek yoktur. Flu hatta görünmeyen ama buna karşın egemen otorite nezdinde rahatsızlık doğurması kesin birtakım çabalar içine girerek iş yapmak da olanaklıdır.
İster otoriteye ister devletlerarası büyük bir güce karşı olsun, dünyada ve Türkiye’de eylemlilik, kontrollü eylemler ve kontrol dışındaki eylemler olmak üzere en az ikiye ayrılır. Kavramsal olarak birçok farlılık, gücü ve etkisine göre değişiklik göstermesine rağmen, önünde sonunda kontrol edilen ve edilemeyen eylemler vardır. Daha başka eylemlilik süreçlerinin, üçüncü alan ve özel alanlara ilişkin olan aksiyonların zaman zaman devreye sokulmasına rağmen, bu gerçek hiç değişmiyor. Alınan kararlar, icraatlar, aktiviteler, eylemlilik süreçlerini şekillendirir, eylemlilik süreçleri de dinamizmi, iktidar muhalefet kavramı etrafında dönen kaotik hayatı ve günceli yönetir. Söz konusu süreç, toplumları yönlendirdiği gibi, kimileyin ilgili yerlerde gündem tayin eder. Aynı zamanda tüketim toplumu da olan modern toplumda ortaya çıkan ihtiyaçlar, hem eylem ve eylemlilik isteğini hem eylemin içerik ve niteliğini etkilemekte hem de eylem araçlarını değiştirip çeşitlendirmektedir.
Eylem ve risk, eylem ve kargaşa çizgisi
Eylem ve eylemliliği direniş, başkaldırı, isyan gibi kalıplara sığdırmak ve salt bu düzeylere indirgemek olsa olsa düzenli hareket ve anarşizm arasındaki ince çizgide risklerle beraber yürümek, kargaşa ve karışıklıkla yan yana yol almak olur. Unutmamak gerekir ki derli toplu, daha özgün ve anlamlı içerikler elde etmek, belirli özellikleri olan bir plana ve programa bağlı çalışmakla mümkündür. Zira anarşizm ve düzenli hareket arasındaki seçimlerde zorlanan arayışların hepsi kaçınılmaz olarak sonuçsuz kalır.
Anlama ve kavrama hatta bir işin gereğini yapma başka, bir sorunu çözme ve sonuca odaklanma daha başka şeydir. Kimi zaman eylem araçlarının ve eylem türlerinin seçimindeki isabetsizlik, strateji ve taktik yanlışlar nedeniyle harcanan efor (güç), boşa kürek çekildiği anlamına gelebilir. Her aşaması doğru planlanan eylemin, kolaylıkla uygulanabilir düzlemde ortaya konması, o eylemin istenen neticeyi doğurması kuvvetle muhtemeldir. Diğer yandan her zaman yapılamaz olsa da kimi zaman riskli bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet vermenin ve bunun sonucunda birtakım bedeller ödemek zorunda kalmanın mantığını anlayarak eylemlilik ve talepler manzumesi arasında ilişki kurulabilir. Ortaya konan tepki ya da dillendirilen talebin muhataplar nezdinde bir sonuç doğurması amaçlandığı müddetçe, eylemlilik kavramının doğru anlaşılması ve hakkıyla özümsenmesi mümkün değildir. Faaliyetin bilinç düzeyi ve karar veren grubun iradesi aynı patikada kalmadıkça, riskleri ve bedel ödemeyi göz almak, sonuçlara odaklanmak gereksizdir. Taktik yanlışsa stratejinin, strateji yanlışsa taktiğin ne kadar doğru olduğunun herhangi bir önemi, kıymetiharbiyesi yoktur.
İnsanlık vizyon (görünüm, ülkü) ve eylem arasındaki ilişki nedeniyle ciddi ve riskli adımlar atmış, icatlar yapmış, günümüz baş döndürücü, büyüleyici teknolojisini yaratmıştır. Düşünmenin kolaylığından, uygulamanın güçlüğüne geçiş anlamına da gelen eylem, birçok açıdan hayatın amacı olarak görünen bilginin önüne, bilgiden önce gelen bir yere konmuştur.
İskoç şair ve yazar George Macdonald, hiç kimse, denemeden neler yapabileceğini bilemez, diyor. Zira oldum olası, ben de denemeden bilemeyiz sözünü kullanır, buna inanırım. Zamanın hepimize eşit mesafede olduğunu düşünen biri olarak, yaşamı nasıl geçirdiğimize, Tolstoy’un ifadesiyle ne için yaşadığımıza bakarım. Umutsuzluğun, miskinliğin, tembelliğin, yoksulluk ve bilgisizlik olduğunu anlatan pek çok söz, hareket ve eylem için ise olumlu manada kurulan yığınla cümle bilirim. Konumuz, siyaset ilişkisi bağlamında eylemlilik olduğundan, meseleye etimoloji ve kişisel gelişim ya da davranış bilimi çerçevesinde bakmayı, bu alana dair kavramları kullanmayı, yerinde ve gerekli bulmuyorum.
Mevzuya bağlı kalarak ve iddialı bir cümle kurarak belirtmem gerekir ki gelinen noktada, büyük sayıda insana mutluluk verme, ülkeler düzeyinde ve dünya çapında daha iyisini elde etme iddiası taşıyan politika insanı, kendi zemininde kalmayı ve iddiasını gerçekleştirmeyi ancak eylemlilik süreçleriyle başarabilir. Hareket ve eylem, bilgi akışının, sosyal süreçlere dair haberin açık ve sansürsüz ortamıdır. Eylem; teori, öngörü, iddia gibi pek çok şey hakkındaki şüpheleri temizler, tartışmaya açık yanları aklar. Eylem, siyasal yapıların canevidir, kalbidir.
Napoleon Bonaparte, tarih, üzerinde uzlaşılan yalanlar kümesidir, cümlesini kuruyor. Büyük ölçüde haklı bulduğum vecizenin altının çizerek söylemeliyim ki, iktidar bloğu ve devlet aygıtı kendini devam ettirmek için sürekli olarak gerçekleri gizliyor, yalan ve algı yoluyla toplumu kandırıp uyutarak egemenliğini pekiştiriyor. İktidar ve muhalefet oyunu sahnelenmeden önce; tarih boyunca görünürlüğü esas alan eylemlilik ve siyasal aktivite, hep güncel olanı yakalamayı, onunla ortaklaşmayı, güncelle gündem arasında ilişki kurmayı amaçlamıştır. Bir kesimin kontrolüne karşı, başka bir kesimin deşarj alanı, kendini ifade hatta var etme noktası olarak algılanmıştır. Egemenler ve işbirlikçileri kendi iktidarları açısından yakın ve görünür bir tehlike arz etmedikçe eylem ve eylemsi olan her şeye izin vermiş hatta dışarıya karşı farklı bir görüntü sergileyeceğinden kimilerini teşvik bile etmiştir. Yeri gelmiş daha fazlasına imkân tanımış, yeri gelmiş daha etkin olanına fırsat vermiş, yeri gelmiş daha kıpırtı halindeyken eylemi boğup engellemiştir. Hasar kontrolü yapabildiği ve yoluna devem edebildiği, kısaca olup biteni kontrol edebildiği sürece eylem ve eylemlilik, aktivite, egemenlerin işine gelmiştir. Egemen zümre, ne kadarına ihtiyaç duymuşsa o kadarını yapmıştır.
Denebilir ki egemen güçler; potansiyel eylem alanlarını, toplumun sinir uçlarını, dinleri, etnik ve mezhepsel hassasiyetleri, bile isteye kaşımış, kışkırtmış ve hatta bazen yara haline getirmiştir. Zira yerel düzeydeki ya da dünya çapındaki egemenler, hiç olmadığı kadar kontrol ettikleri günümüz ortamında, sevk ve idarelerindeki eylemliliği severler. Onların sevmediği eylemsizliktir, suskunluktur, köşede bucakta kalan sessizliktir.
Unutmamak gerekir ki, iki kutuplu dünyanın kendisi bile egemenlerin ve onların yerel işbirlikçilerinin puslu ve yığınla berbat işin sahnelendiği oyun alanına engel olamadı. Eylemlerle, ülkeler düzeyinde birlikte hareket etmekle, görece askeri güçle, her türlü teknolojiyle dahi bunu yapamadı. Bir şekilde, sol koldan ve sosyalizm tarafından yol alanlar da Küresel Egemenlik Sistemi’nin egemenliğine boyun eğdi, onların boyunduruğuna girdi.
Eylem ve eylemlilik kavramını, sosyal ve siyasal süreçlerden ve sürecin aktörlerinden bağımsız ele almak olanaksızdır. Toplumsal güçlerin, siyasal kurumların zihnine ait politik kaslar, bazı alanlarda az gelişirken bazı alanlarda çok gelişiyor. Toplumun yararına işlerde sınırlı çalışan kaslar, kişisel yarar ve debdebeli hayat söz konusu olduğunda hız kazanıyor, ışıldıyor, ‘harikalar’ yaratıyor. Bu kabil siyasal kurumların ve siyasi kadroların ortaya koyduğu görkemli işlerin hemen hepsi, egemenlerin değirmenine su taşıyor. Küresel Egemenlik Sistemi’nin gücünü ve etkisini pekiştiriyor.
Şüphe olmasın ki, niyetten ziyade, hareket ve eylem arasındaki ilişki, eylem isteğini ve eylemlilik konusundaki kararlılığı belirler. Belki de bu gerçeğin farkında olduğu için Amerikalı iş insanı ve mucit Thomas Edison, yapabileceğimiz şeyleri yapmaya başlarsak, kendimizi hayretler içinde bırakacak sonuçlar alırız, demiştir. İnsanlar kıyıda oyalanarak kolay kolay yüzmeyi öğrenemiyor, denize dair korkusu varsa kıyıda kalarak yenemiyor.
Gelinen aşamada, başlığa ilişkin son bir cümle kurmak gerekirse hiç kimse, yapamayacağı şeyler yüzünden yapabileceklerinden geri durmamalıdır ve ayrıca amaçlar uğrundaki her türlü eylem; otoritenin uygulamalarına, olasılık dâhilinde, kestirilebilir ve kesin olanların tümüne karşı vücut bulmalıdır.
İttifaklar***
Konuyu detaylandırmadan önce güzergâh boyunca birlik ve ittifak kavramlarını, birbirinin yerine veya birbiriyle sıkı ilişkiler bağlamında ele alacağımı belirmekte yarar görüyorum. Birden fazla kişinin ya da kurumun anlaşması, uyuşması, bağlaşması veya bir konu hakkında oy birliğine varması ittifaktır. Birlik ise, bir ana düşünce çevresinde toplanmak ve belli bir topluluğun yararlarını korumak için kurulmuş siyasal yapı veya örgüt demektir.
İttifak ya da ittifak etmek, kalıcı birlikler, daha kapsamlı anlaşmalar, program ve tüzük gibi siyasi yapıların ruhu sayılan hayati alanlarda bir ve beraber olmak için ilk adımdır, başlangıç noktasıdır. Diğer yandan, çoğu zaman durumu idare etmek, dış seslere kulak vermek, yeni bir merkez yaratmak, çekim ve cazibe yeri olmak, adından söz edilen odak haline gelmek amacıyla da ittifak kurulur. Ne yazık ki yapılan bu türden ittifaklar, çoklukla gerçek hedeflerine ulaşmadan sakat, zayıf, güçsüz hatta güdük doğarlar. Bu süreç, bir bakıma tamamlanmamış bir yolculuk ya da gidilememiş menzil gibidir. ‘Tek yumruk olmak’, iri ve diri hale gelmek hamasetinden etkilenerek, birlikten kuvvet doğar vecizesine uyarak vücut bulan ittifaklar, genellikle aynı söylemin girdabında boğulan yapılara dönüşüyor. Hatta kimi zaman bu kabil ittifaklar; en başta nefret dili, karşıt, öteki, dahası düşman yaratıyor.
Fransız şair, yazar ve düşünür Paul Valery, ”Bir toplum, kendi başına yaşamayan insanların bir araya gelmesidir,” der. Birlik veya ittifak dediğimiz şey de aşağı yukarı böyledir. Kendi başına bir şey yapmayan ya da yapamayan hatta yapamayacağına inanan kesimlerin bir araya gelmesi, beraber davranması, gücünü birleştirmesi, birbirine benzemesi, biri neyse diğerinin de o olması durumudur. İki şeyin aynı olma durumu, kimi zaman yarar sağlasa da siyasal bütünleşmeyi ve birleşmeyi amaçlamadıkları ve başaramadıkları zaman, genellikle sorun üretirler. Birlik ya da ittifak, çoğunlukla başlangıç anı itibariyle iyi niyetli bir girişim ve arayıştır. Bir şeye, özellikle de otoriteye karşı, karşıt olana karşı kolay lokma olunmayacağı durumunu ve görünümünü güçlendirmektir.
Genellikle iyi bir iş gibi görünen ve hayırlı bir talep gibi algılanan birlik, ekseriya istenen amaca hizmet etmemiş, aksi yönde, beklenmedik yeni sorunlar yaratmıştır. Siyasal yapıların iş yükü yönünden, yorucu ve uğraştırıcı dertler ilave etmiştir. Kimi sözlüklerde, tek ve bir olma durumu veya vahdaniyet olarak açıklanan birlik kavramı, bağlılık, benzerlik, bağlantı, bir taneden oluşan, ana düşünce etrafında buluşulan vesaire vesaire manalara da gelmektedir. Aynı zamanda bölünmezliği, yalınlığı ve bütünlüğü içeren birlik, özellikle zayıflayan ya da zayıflamakta olan örgütler bakımından bizatihi amacın kendisi, siyaset yapmanın motivasyonu (isteklendirme) haline gelmiştir.
Bir işi yapmak ve herhangi bir ana düşüncede buluşmak için anlaşmak, birlikten kuvvet doğar vecizesindeki gibi güçlenmek anlamında hayırlı yanları olmasına rağmen, birliğin hangi zamanda, hangi zeminde ve kiminle yapıldığı çok daha önemlidir. Bazen siyasi yapıların çekirdek ve çeperinin arzusu, bazen siyasal çevrenin baskısı, birlik ya da birlik söylemini önemli yapar. Bu durumlarda zarf mazruftan daha kıymetli olur. Şüphe yok ki, inanç, iş ve eylem temelli olarak toplu veya beraber davranmak, daha büyük güç sağlar ama bunu uzun süreli hale getirmek, kalıcı kılmak, şartlara uygun ve koşullara göre evirtmek neredeyse imkânsızdır.
Örgüt ağları, örgüt düzeyleri ve kadroları bakımından iyice serpilen, prestij (saygınlık) yakalayan ve görünür olan politik yapıların ittifakı daha kalıcı ve etkileyici olur. Söz gelimi asla bir araya gelmemesi gerekenler veya birbirine benzemezler bir araya gelmemelidir. Hiçbir siyasal adım, sadece mecbur oldukları için birbirleriyle bir araya gelmek isteyen güçlerin değirmenine su taşıyarak beyhude çabalara feda edilmemelidir. Mecburiyet, siyaset kurumunun temel araçlarında biri değildir. Bununla birlikte siyaset teorisi, kesin bir biçimde, siyaset zeminine dair mecburi hallerin neler olduğunun ortaya koyamamıştır. Bunu toplumla açık ve seçik bir şekilde paylaşmamıştır. Bana kalırsa sadece modern ve nispeten demokratik siyasi yapılar bu durumu önceliyor.
Siyaset kurumu, geçmişte kimi düzen partilerinin yaptığı gibi yapmamalı, siyasi ilke ve prensipleri hiç yerinde gören adımlar atmamalıdır. Özetle; her görüşten insana ve her inançtan kimseye, sırf görüntü vermek ve renklilik adına kucak açmamalıdır. Bu gibi durumlara muhatap olmak, siyasi bünyede bunlara yer vermek, olsa olsa günü kurtarmaktır. Başka bir deyişle birbirine benzemeyenlerin aynı torbaya girmesidir. Siyasi görüşleri ve doğrultuları aksi istikamette olan, farklı görüş ve hedeflere sahip insanlarla iş birliği yapmak, bir şeyi çekiştirerek işlevsiz veya kullanılmaz hale getirmektir. Diğer yandan tümüyle konservatif (tutucu-koruyucu) siyasi yapılar önermek, siyasal esnekliği görmezden gelmek, modern siyasetin ihtiyaçlarına sırtını dönmek, toplumdaki çeşitliliği ve renkliliği görmezden gelmek olur. Farklı sosyal çevrelerden ve toplumsal kesimlerden gelen ama dengeli, gelişebilen, iç sorunları çağırmayan, uyum içinde çalışan, gereksiz parti içi gündemler yaratmayan insanlardan oluşan yapılara ihtiyaç vardır. Zira çoğulculuğu esas alan modern siyasetin ve çağımız politik ikliminin en gözde siyaset tarzı, kitle çizgisidir, halkın, halkların partisi ve yığınların hareketi olabilmektir.
Birlik söylemi, kimi zaman parti içi iktidar ve muhalefetin kendini devam ettirme argümanıdır (tez-sav). Kimi zaman da ekip ve arkadaş grubu olmanın, başkalarına göre farklılığı ortaya koymanın ve kendini farklı bir yerde konumlandırmanın, içeriye ve dışarıya karşı savununun kavramdır. Hatta birlik işine kafa yoran kimileri için bu, neredeyse başlı başına bir faaliyet alanıdır. Elbette belli bir düzeyde siyaset yapan kimseler için, kimileyin bu da gerekebilir. Zira siyaset ve siyaset alanına giren her şey harekettir. Bu bölüme dair bir uzalaşma cümlesi kurmak gerekirse birlik ya da ittifak söylemine uygun davranıp doğru hamle yapabilmek nüanslara (ince ayrım) bağlıdır.
Aslına bakılırsa görünür kalmak, kendini sürdürüp devam ettirmek, kendi hat ve istikametinde kararlı durmak, kendine ait çekirdek, çeper ve çevreyi korumak son derece önemlidir ve saygıyı hak eden bir politik faaliyettir. Örgütlülüğün ve anılan konuların toplumsal yararı sonsuzdur ve sadece bu yararlar nedeniyle bile olsa partilere, örgütlere ihtiyaç vardır. İlle de siyasal iktidar olmaya gerek yoktur. Bir arada kalmak ve birlikte hareket etmek, örgütlü olmak, geniş örgüt ağlarının içinde yer almak veya onların çekirdeği, bir parçası olmak, güvenlikli ve etkili bir siyasal yaşam açısından son derece önemlidir. Bunun yanı sıra, örgütsel kültürü ve politik değerleri korumak, devam ettirmek, kadroların tecrübesinden, birikiminden, yanılgı ve yanlışlarından dersler almak, örgüt hafızası ve örgüt havuzuna sahip olmak siyasi yaşam açısından olmazsa olmazdır.
Araçların amaca dönüşme tehlikesini hesaplamak
Moliere, Kibarlık Budalası adlı eserinde, kendinden üstün olanla ittifak daima bela getirir, demektedir. Taktik ve stratejik açılardan daha güçlü siyasi topluluklara karşı yapılan birlik ve ittifak gibi hamleler, siyaset teorisi bakımdan önemli olduğu kadar, hayli ciddi işlerdendir. Belli amaçlar uğrunda, zamana ve zemine uygun olarak atılan bu tür adımlar hem yüksek bir dikkat hem de bağlaşıklarla yaygın biçimde somut ve sıcak bağlar kurmayı gerektirir. Kanımca bu yolu önerenlerin temel nedeni, ulusal, sınıfsal ve toplumsal sorunları bulunan ve çözüm gerektiren bütün alanlar için ağırlıklı olarak birlik ve ittifak kavramlarının içerdiği çözüm üretme gücü ve çare bulma umududur. Bu kesime göre karmaşık olan ve sorunsal haline gelenler de dâhil, insanlığa dair bütün sorunlar, birliğin büyüsü karşısında çözüm bulur. Sorun tarafları, birlik ve ittifak parametreleriyle çözüm iradesine boyun eğerler. Moliere’le benzer bir şeklide, Semerkant’ın yazarı Amin Maalouf da aynı adlı kitabında, ölümle ittifak yapan hiçbir dava haklı olamaz, diyerek hem sağlam bir değeri ortaya koyuyor hem de ittifak yapılan şeyin ve ittifakın bedelinin ne olması gerektiği hususunda uyarıda bulunuyor. Aslında Moliere ve Maalouf, ikisi birden değerlerin önemini vurguluyor, onlara dikkat çekiyor. İlişkili olunan öğelerle ne için ittifak edildiğini, anılan öğelerin kim olduğunu, bilinçle ve bilerek adım atmanın gereğini, açık bir ifadeyle ortaya koyuyorlar. Çünkü belli konularda ve çerçevesi açıkça çizilmiş alanlarda, birbirine yakın görüş ve düşünceler etrafında bir araya gelmek, birlikte hareket etmek, hükümetleri yöneten çıkar odaklı koalisyonlarda bile yürütülmesi çok zor olan ortaklıklardır.
Keskin, net ve köşeli bir cümleyle ifade etmem gerekir ki ittifak; bir mücadele aracı olarak, mücadele evrelerinin, mücadele süreçlerinin amacına dönüşmemelidir. Bu tarz riskler içermemelidir.
Müşterek bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların yahut kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül, teşkilat olan örgüt, gelgelelim her hal ve şartta söz konusu tanıma bağlı kalamıyor. Koşullar, siyasal iklim, kadro yapısı, yılgınlıklar ve umutlar, yönetme ve yönetilme tarafındaki hareketlilik, örgütün şekil ve şemalini belirliyor. Örgüt ağı denilen ve aynı zamanda bir kuruluşa bağlı alt bölümlerin bütünü anlamındaki yapıların hemen hepsi, ne yazık ki bu süreçlerden etkileniyor. Gündemleri belirleme, tayin etme ve süreçleri oluşturma kudretine sahip olanların arkasından sürüklenen her türlü ittifak ve birlik arayışı, önünde sonunda ve büyük bir olasılıkla bir şeye payanda (destek) veya bir şeyin arkasına takılıp kuyruk olmak zorunda kalır.
Arka planında siyasiyat (siyaset işleri) olan ve bir hat ya da çizgi yaratma amacına matuf örgütlenme teorisi, her türlü koşulda örgüt kültürü yaratmak ve geliştirmek gereğini vurgulamalıdır. Kitle bağı ve geniş bir örgüt ağı olmaksızın örgütlenmek ve örgüt kültürü yaratmak olanaksızdır. Peki, örgüt kültürü nedir, ne demektir. Çalışan personelin davranışlarını ve çalışma yerinin genel görüntüsünü şekillendiren, simgeler ve semboller aracılığıyla öğrenilebilir ve öğretilebilir olan, kuşaktan kuşağa aktarılan, değişebilir nitelikteki değer, düşünce ve kurallar bütünü denilen örgüt kültürü, aynı zamanda karakterdir, kimliktir. Ayrıca denebilir ki parmak izi niteliğindedir ve sizi başkalarından ayıran önemli bir hususiyettir.
Ne düzeyde bir ihtiyaç olduğuna bakılmaksızın siyaset kurumunun ittifak ve birlik arayışı, çoğu zaman çevre-merkez, çekirdek-çeper ilişkisinden bağımsızdır ve günlük mülahazaların etkisindedir. Bu da, yapılan işin, kurulan anlaşma ve uyuşmanın başarısını olumsuz yönde etkiler, işi daha başında zayıf düşürür. Zira zayıf ve güçsüzlerden güçlü yaratmak mucize aramak gibi oldukça zor bir şeydir. Ne kadar sıfır toplarsanız toplayın, günün sonunda elde edeceğiniz şey sıfırdır. Bu iş, görme ve duyma engelli yüzlerce insandan, gözleri görebilen ve kulakları duyabilen birini çıkarmanın neredeyse imkânsız olması gibidir. Diğer yandan örgüt ağını ve örgüt düzeyini, örgüt çevresini, kitle bağını vesaire vesaire geliştirmek yerine, hazır olan örgütsel yapılarla çatı örgütü oluşturmak, iş ve eylem merkezli birliktelikler, iş birlikleri kurmak hem süreci oyalamaktır hem de idare-i maslahat etmektir(işleri öyle veya böyle idare etmek).
Adı ister ittifak ister birlik çalışması ister güç ve eylem ortaklığı olsun kötünün iyisi ve kötü arasındaki seçimlere zorlanmak zorunluluk veya kader değildir. Güçlenmek, yılmadan ve korkmadan çalışmak, bir yerlere dayanmadan var olmayı esas almak, sanıldığından daha az maliyetli ve daha az yorucudur. Düzenin dümen suyuna girmeden, onun sunduğu iktidar olanakları karşısında zaafa düşmeden, egemenlerin emrindeki iktidar bloğunun bir parçası ve sürdürücüsü olmadan, kendini bir davaya adayarak ve kararlılıkla inanarak bir yolda yürümek mümkündür.
İttifaklarla ve farklı politik çevrelerle yapılan ortak işler, siyasi kurumların öznel faaliyeti, temel ihtiyaçları yerine geçmemelidir. Zira bunlar, başkalarıyla, farklı siyasal ve kültürel ortamlarla yapılan ortak organizasyonlardır. İttifak ve birlikte hareket etme söylemi, suni veya sahte gündemlerle ortaya çıktıkları için, çok defa yıpratıcı ve tüketici dış müdahalelerle, kimileyin de tuzaklarla doludur. Herhangi bir siyasal kadro bilmelidir ki, parti dışı faaliyetlerin hemen hepsi, parti içi sorunlar üretir ve parti kadrolarını yorup yıpratır. İlgili partilerin yönetimlerini tartışmalı hale getirir. Parti dışı faaliyetlerle partili kitleyi meşgul edip oyalamak, harekete geçirmek neredeyse imkânsızdır. Hiç kuşku olmasın ki toplumsal hayatı düzenlemekte ve toplumu dizayn etmekte başvurulan kavramlara ait bazı iş ve içerikler, egemenlerin kurduğu tuzaklardır. Toplumsal ihtiyaçlar dışında, zaman ve zemin gözetilmeksizin yapılan ittifaklar ve aynı amaçta olmayanların ortak demokrasi mücadeleleri de bunlardandır. Bu gibi zamansız şekilde ve koşullara rağmen ortaya çıkan işlerde, asıl amaç düzen dışı politik yapıları tanzim etmektir. Bu amaç uğrundaki oldubittiler, ya ayrıştırıcı olarak böl ve yönet politikasına hizmet eder ya birleştirici olarak ittifak kesimlerini ve ortak mücadele güçlerini tek elden kontrol altına alır. Açıkça ifade etmem gerekir ki, henüz yeterince örgütlü olmayan ve örgüt ağını yaygınlaştırmayan bir siyasal odak, sahte ve suni gündemlerden uzak durmalıdır. Zira kendine güvenen ve inananların, hak ve özgürlükler yolunda birlikte siyaset yapan kadroların sahte olan hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Birlik ve demokrasi söylemi, sadece bir kesime ait (demokrasi, özgürlük, hak ve adalet talepleri olanlar) kavramlar değil, söz konusu kavramlar, bugün halk yığınlarının ihtiyaçlarından çok, küresel ve yerel egemenlerin kendi güçlerini tahkim etmelerine, iktidarlarını pekiştirmelerine ve daha çok servet yapmalarına yaramaktadır. Bazı kavramlar vardır ki herkesin doğrusu farklı olan kavramlardır. İşte birlik, demokrasi, ittifak gibi söylemler de herkesin doğrusu farklı olan kavramlardandır.
İletişim kanalarını açık tutmak, komşu kapının aralıklı olması gibidir
Fransız analist Jean Pierre Monmarson, toplumsal hayatta en yararlı erdem, hoşgörüdür, diyor. Siyasi partiler ve birlikte hareket eden siyasi yapılar pekâlâ birlikte iş yapabilir, hoşgörü çerçevesinde diyalog kurabilir, demokratik nezaket kuralları doğrultusunda başka yapılarla ilişkilenebilir. Açık ki siyasette; hamaset diline başvurmadan, insanları kandırmadan ve insanların umutlarını sömürmeden de dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak için istenirse her zaman abartılı bir anlatım yolu bulunur. Keza tumturaklı cümleler de. Toplumu ikna amacıyla gidilecek yol ne kadar uzun olursa olsun bunu için daima geniş bir alan vardır. Siyasette iletişim kanalarını açık tutmak, komşu kapının ve komşuya kapının aralıklı olması gibidir. İyi ilişkiler içinde ve iletişim kanalları açık olan iki veya daha fazla sayıdaki komşular yönünden ihtiyaç duyulduğunda içeri girmek, yardım talep etmek, bir şey istemek, herhangi ihtiyacı karşılamak, yeni bir başlangıç gerektirmediğinden eldeki fırsat gibidir.
İttifak ve iş birliği, örgütsel bağımsızlığı ve örgütlerin öznel esnekliğini, olması gerekenden fazla etkiliyorsa, birlik hiçbir tarafın işine yaramıyorsa, bir artı bir, en azından bir buçuk etmiyorsa, bir araya gelenler gerçekte isteyerek, severek, iş birliği yapmıyor ve birlikte hareket etmiyorsa orada sorun vardır. Birlik içinde olanlar, ittifak edenler, iş birliği yapanlar kendi özgün yapılarının değirmenine su taşımaya devam ediyorlarsa, ittifak veya iş birliği güçleri içten içe ve hizipleşerek birbirleriyle yarışıyorlarsa, dünün alışkanlıklarına ait olan karşı dil siyasetini ve ötekileştirme gibi davranışlarını sürdürüyorlarsa iş birliği ve ittifak, amacının dışındaki bir şeye dönüşmüştür. İş birliği ve ittifaklar, eğer bazen kimi adımları atmaya mani oluyor ve yapılacakları engelliyor, bazen de örgütlerin özel süreçlerini, günlük, aylık ve yıllık iş takvimlerini rehin alıyorsa, birlikte olma düşüncesine, ortaklık amaçlarına ve hayatın olağan akışına aykırılık meydana gelir. Bununla birlikte parçaları ve öğeleri arasında toplum bilimi kurallarına göre uygunluk ve yasallık durumu olmayan sorun niteliğinde karmaşık bir şey ortaya çıkar. Şekli ilişkiler, nezaket, diyalog, dayanışma, anlaşma ve eylem birliği ayrı, kendini tanımlamak, bir kalıba sokmak, herhangi proje etrafında ortak programlar yapmak ayrıdır. Sadece bir tarafın istemleriyle oluşan ve gene sadece bir tarafın istemleriyle bozulan ortaklık, zaten gerçek anlamda ittifak yahut iş birliği değildir. Deneyimler göstermiştir ki siyasal gündemle somut bağlar kurma temelli iş birliğine odaklanan arayışlar tercih edildiğinde daha sağlıklı ve etkili işler gerçekleşir.
Her etkinlik bizimdir ama bazıları sadece bizimdir mantığından hareket etmek, kendi özgün gündemine bağlı ve sadık kalmak, örgütsel istikrar, örgütsel çıkar ve örgütün devamlılığı ve ayırt edici örgütsel kimlik için önemli bir parametredir. Bu nedenlerle sadece kendisi ve kendisine ait olanlara odaklanan ittifaklar ve işbirlikleri başarılı olabilir, hedeflenen amaca şu ya da bu düzeyde bağlı kalabilir. Bu kabil ittifaklar, öngörülen maksat yolunda mesafe kat edebilir. İş birliği ve ittifaklar, ulaşmak istenen sonuçlardan ve söz konusu olan menfaatlerden bağımsız olarak söylemek gerekir ki, herhangi şeye beslenen karşılıksız sevgi değildir, bir içeriğe ve niteliğe dayanan politik faaliyettir. Söz konusu olan, yapılması tasarlanan eylemlilik ve ulaşılacak bir noktaysa egemenleri rahatsız eden, bütün kesimleri beraber davranan, yapılara odaklanılmalıdır. Her türlü muhalefeti ve her türlü marjinal (uçta) hareketi, kontrol altına almak isteyenlerin çabalarını boşa çıkarmanın yolu, kıskançlıkla korunan güçlü ve etkili örgütlerdir. Hakeza egemenlerin aykırı yapıları denetlemelerine ve kontrol altına almalarına karşı durmak, ancak örgütün geleneksel konumunda direnmekle, kurucu irade ve kurucu program ısrarıyla mümkündür. Herkesle en esnek ilişkiden yana tavır koymak, beklenen faydanın aksine hiç kimseyle sağlıklı, yararlı ve geliştirici bir ilişki kuramamak demektir. Klişeler üzerinde ilerlemek, klişelerle iş yapmak hem doğru ve gerçekçi hem de süreçleri ters yüz etme potansiyeli içerdikleri için gerekli değildir.
Hiç kuşku olmasın ki ittifak, hâkim güç, iktidar ve itaat gibi kavramların tümü, günümüz modern yaşantısının ve modern siyasetin en temel sorunudur. İtaat ve iktidar kavramlarının etkilerinin toplumsal yaşamın her zerresine sirayet etmesi, kendini gerçekleştiren bireyler ve özgürlüğe inanan herkes açısından temel bir soruna işaret ediyor. Bir sorunsala, yanı çözümü belli olmayan duruma dönüşme potansiyeli taşıyan etkinlikler, karar alıcı politik grubun muhakkak uzak durması gereken işlerin başında gelmelidir. İtaate Karşı adlı, oldukça sıra dışı eserinde, iktidar, ittifak ve itaat konularına değinen İsviçreli yazar, psikanalist Arno Gruen, itaatsizlik korkusu zalimliğe boyun eğmeye yol açar. İnsan zalimle ittifak kurdukça da sevgiyi, şiddet ve hor görmeye değişir, diyor. İster bu yaklaşımı abartılı bulun ister benimseyin, söylenen söz, yabana atılamayacak kadar kıymetlidir. Denebilir ki ittifak süreçleri çoklukla acı veren yaralar, kötü izler bırakır. Kimi zaman siyasete egemen olan hamaset dilinin baskısıyla birçok konu gibi ittifak ve birlik söylemi de rayından çıkarılarak bambaşka bir zemine taşınmaktadır. İnsan onuruyla aynı anlama getirilen veya insan onuru kadar gereksinim duyulan ittifak ya da birlik çabasının, bir felsefe, bir davranış biçimi halini alarak bir yığın sosyal ve siyasal olguyla ittifak kılıfına girdiği asla unutulmamalıdır.
Tanrı ve Canavarların Düşleri adlı eserinde, “İki düşman arasındaki ittifak, iki taraftan en az güvenilir olanın sözünde durduğu kadar güçlüdür,” diyen Amerikalı yazar Laini Taylor, ittifakın geleceğine ve güvenirliğine yafta takıyor, kendince ona ömür biçiyor.
Yaşlandıkça bütün dikkatini, enerjisini sağlığına veren bir insan gibi, zayıf düştükçe ve gücünü kaybettikçe parti ve örgütler de enerjilerini, yoğun mesailerini ittifak ve işbirliği konularına yöneltirler. Güven ve kabullerden, ön yargılardan çok, ittifak konusunda ilerlemeyi sağlayan yahut başı çeken motor güç neyi amaçlamıştır, ne arzu etmektedir, hangi niyettedir, bunlar önemlidir. Nihayi tahlilde bakılması gereken yerler bunlardır.
Sağcı radikal liderler, özellikle toplumsal karışıklık dönemlerinde sık sık iktidara gelirler, diyen Gruen, bu liderler itaat beklerler ve kendilerinin gücün simgesi olarak gösterilmesini isterler. Bunun başarılı olması da bize itaate karşı olan ihtiyacın kültürümüzün temel taşı olduğunu göstermektedir, cümlesiyle algı ve algıların yönetilmesi sürecinin iktidar olgusuyla ilişkisini ortaya koyuyor, öznesi olunan kültür ortamına dikkat çekiyor. Konuya bu açılardan bakıldığında bir kez daha algıların, algı yönetiminin, gerçeklerin ardına gizlenen gerçeklerin, uydurulmuş hakikatlerin toplumsal süreçlerin tümüyle çok sıkı ve kuvvetli bağı görülür. Kısaca işin kendisinden, içeriğinden ve boyutlarından çok, egemenler için ne olursa üzerinde konuşulur, kitleler ne ile oyalanır, hangi malzemeler spekülasyonun (kurgu, saptırma) konusu olur bu önemlidir.
Son söz yerine, insanlık bir gün mutlaka her duygu, düşünce ve davranışı amaçlara bağlamak zorunda kalmadan yaşamayı öğrenecektir.
(*) Eylemlilik, ittifaklar, hâkim güç, iktidar olgusu, demokrasi mücadelesi ve değereler alanını eleştirel bir yaklaşımla inceleyen sunum niteliğindeki yazım, 3 bölümden oluşan makaleye dönüştürülmüştür.
(**) Tao Düşüncesi'nin kurucusu kabul edilen önemli bir Çin düşünürüdür.
(***) İzlediğim yol boyunca siyasal ve etimolojik açıdan birbiriyle gâh çok ayrı gâh çok yakın iki kavramı, ittifak ve birlik söylemini bir başka söze yol açmak için söylenen söz yerine, yani girizgâh olarak kullandım. Günümüz siyaset zemininin araçları olarak zaten birbirine çok yakın olan iki söylemin bir arada ele alınması hem işime geldi hem böylece daha az yazıp çizmek zorunda kaldım. Aynı düzlemdeki iki kavramdan hareket edip daha az zaman harcayarak bilgim elverdiği ve olabildiği kadar konuyu ele aldım. Bununla birlikte birbirinden az bir ara ile ayrılan iki kavramı biraz sınırları zorlayarak ve biraz da ortak olgu kabul ederek bunu yapmaya çalıştım.
NOT: Yazının ikinci bölümünde hâkim güç ve iktidar olgusu ele alınacaktır.