Sevgi Bahçesinde Esintiler ve Sevmeyi Sevmek Üzerine | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

Sevgi Bahçesinde Esintiler ve Sevmeyi Sevmek Üzerine

YazarResmi

Yaşamak güzel şey doğrusu

Üstelik hava da güzelse

Hele gücün kuvvetin yerindeyse

Elin ekmek tutmuşsa bir de

Hele tertemizse gönlün

Hele kar gibiyse alnın

Yani kendinden korkmuyorsan

Kimseden korkmuyorsan dünyada

İyi günler bekliyorsan hele

İyi günlere inanıyorsan.

Melih Cevdet

“Deneyimle sabittir ki, en mutlu insan en çok insanı mutlu edendir.”  Karl Marx

“Sevginin ölçüsü, ölçüsüz sevgidir.”  Rhonda Byrne

İnsanlar arası ilişki bağlamında saygı, şefkat, merhamet ve fedakârlık gibi duyguların hepsi, birbirini ve bana kalırsa en çok da sevgiyi besleyen temel insani duygulardır. Pek çok duygunun yanı sıra söz konusu duygular, aynı zamanda sevginin ne ve nasıl olduğunu, neden ve niçin gerektiğini bilince çıkarır. Sevgi denince amiyane tabirle akan sular durur. Akla hemen her biri farklı yazarların elinde ilmek ilmek örülerek sevgi seli olan nehirlerin can suyu taşıdığı sevgi deryası gelir. Doğrusunu söylemek gerekirse bu deryanın ana kaynağı insandır, insanı ve sevmeyi sevmektir.  Sevmenin hafızası, onun en layık şekilde gösterildiği alan da edebiyattır. Başka bir ifadeyle edebiyatın gücüdür ve edebiyat sevgisidir. Stendhal, Kırmızı ve Siyah (Bayan Renal); Gustave Flaubert, Taşra Hayatı-Madam Bovary (Emma); Anatole France, Kırmızı Zambak (Therese); Tolstoy, Ana Karanina (Ana); Balzac, Vadideki Zambak(Kontes Henriette) romanlarının her biri denebilir ki başyapıt. Aynı zamanda kadını ele alan onun erkek egemen sistem tarafından köşeye nasıl ve ne şekilde sıkıştırıldığını, sevgiyi ve sevme duygusunun bütün boyutlarını etkileyici bir anlatımla okurlara aktaran önemli ve psikolojik sosyal eserlerdir. Kadınların özel hayatını, bir dönemin kimi farklı, kimi benzer toplumsal kesimlerini konu eden ama kadın özelinde sevgiyi anlatan söz konusu romanlar, iki önemli edebi akımın (Realizm ve romantizm) temel direkleri gibidir. Söz konusu romanların yazarları, realizmin önemli temsilcileri arasında sayılsa da anılan romanların hepsi romantizmin derin izlerini taşır. Adı geçen romanların yazarları, kendi ülkelerinde ve dünyada edebiyata damgasını vuracak kadar bu işe emek veren, işini iyi yapan ustalıkta büyük isimlerdir. Bana öyle geliyor ki sevgi için yazılacak bir makale, kısa veya uzun bir yazı, bu romanlar ve buradaki anlatımlar anılmaksızın ciddi ve önemli eksikler içerir. Anılan romanlarda; hepsi evli, hepsi kocaları tarafından yeterince sevgi ve saygı görmeyen, buna mukabil âşıklarınca ölesiye sevilen kadınlar ustaca anlatılıyor.

Bu yüzden yazının giriş bölümüne anılan yazarlarla ve onlara ait şaheserlerle başladım. Yazarların her biri bu romanlarda hem büyük bir ustalıkla hem de bütünlüklü olarak ve özellikle hayatın ve tabiatın içinde olan her şeye dair sevginin emarelerini, sevgi duygusunun güçlü enerjisini gözler önüne seriyorlar. Yazının başlığı için de başka bir yazardan ilham aldım. Umberto Eco’nun, ‘Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti (Can yayınları),’ eserinden esinlenerek bu yazını başlığını, Sevgi Bahçesinde Esintiler ve Sevmeyi Sevmek Üzerine olarak seçtim. Başlık sevgi olunca biliyorum ki, kadın ve erkek olmaksızın, dünyaya anlam katan bu iki cinsiyetten esinlenmeksizin yazılacak buncacık satır bulamazdım.

Aslına bakarsanız biraz da bizim cenahın sevgi konusundaki utangaç bakışı nedeniyle bu konuyu ele aldım. Hayatını inandığı idealler uğrunda adayan, insanı insan yapan değerleri savunan, hak ve özgürlükler için mücadele eden, toplum hayatına, halka ve halka ait olana değer veren kocaman bir kitle, bir insana duyulan sevgi söz konusu olunca ürkek, çekingen hatta korkak ve ikircikli davranıyor. Bu konudaki duygularını oldukça mahcup biçimde ve dikkatlice dışa vuruyor. Hiç kuşku yok ki sevgiyi de, nefreti de, ilgiyi de aşırı dereceye vardırmamak gerekir. Övgüyü ve yergiyi de elbette. Karl Marx, “Sevgi; yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir,”*  ifadelerini kullanırken esasen sevginin kaynağına, doğru ve sağlıklı bir iletişime, insan hayatına ve onun geleceğine dair ortak tavır almaya vurgu yapmaktadır. Zira sevgi birlikte ve beraberce sürdürülen yaşam alanlarının en önemli besin kaynağıdır.

Sevginin gücüne ve erdemli bir duygu olduğuna inanan Romalı düşünür Lucius Annaeus Seneca ya da bilinen kısa adıyla Seneca, “Yalnız akıllı bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir,” diyor. İnsanlar istediği kadar hak güneşten daha zahirdir desin, dünya öyle bir yer oldu ki olduğumuz hali değil göründüğümüz hali seviyoruz. Dış başarı, dış göz etkisi, dışarıdan nasıl göründüğümüz, son zamanlarda insanların hayatla ilişkisi üzerinde çok belirleyici oluyor. Kimse gerçek durumla, bir şeyin temel öğesiyle, neyin ne olduğuyla, işin aslıyla nerdeyse hiç ilgilenmiyor. Varsa yoksa insanın dışarıya karşı görüntüsünün ne olması gerektiği ve başkalarınca nasıl göründüğü sevdasıdır. Belki de bu konularda birçok insanın bilinçaltı temizliğine, kendi gerçek durumuyla yüzleşmesine, kendi iç barışını sağlamasına ihtiyacı vardır. İnsanlar yaşam mücadelesiyle birbirleriyle yarışmayı karıştırdığından ve nasıl olduğunu değil, nasıl göründüğünü önemsediğinden, manevi varlığıyla ilgili sorun yaşıyor hem içiyle hem dışıyla bir kavgaya girişiyor. Böyle olunca insan, zihinsel rahatlık, suni (yapay) sorunlardan arınmak gibi alanlarda zorluk yaşıyor. Ortaya çıkan sonuçları bakımından çoğu zaman haksız ve amaçsız olan bu kavga, insanı insan yapan özelliklerin çoğunu flu (Tam olarak görünmeyen) hale sokuyor. Hepsi de insani olan ve birey olmaya yarayan hususiyetlerin, duyguların pek çoğu birbirine karışıyor ve böylelikle duygu durum bozukluğu denen haletiruhiye, insan yaşamına egemen oluyor. Bu fasit daire içinde dönenip durdukça ne olduğu gibi ne de göründüğü gibi olabiliyor insan. Böyle böyle kendi yolunu bulmak ve kendisi için daha iyisini aramak zorlaşıyor. Belki de bu yüzden, Orhan Veli Kanık, “Ağlasam sesimi duyar mısınız/Mısralarımda/Dokunabilir misiniz/Gözyaşlarıma, ellerinizle/Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel/Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu/Bu derde düşmeden önce/(…)” ifadeleriyle, birbirine karışan duygularla sevgiliye yakarıyor.

Elbette birçok şey yapmak için muhakkak bahanemiz oluyor hatta olmalıdır. Ancak sevmek ve diğer insani duyguları koruyup kollamak ve daha güçlü şekilde ifade etmek için bahaneye gerek yoktur, insan doğmak ve insan gibi yaşamak yeterlidir. Paulo Coelho’nun dediği gibi, “İnsan sevdiği için sever. Aşk'ın hiçbir gerekçesi yoktur.” 

Olayların ve bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenimler, duyular, algılar, hisler, doğuştan beşiğe kadarki süreçte insanın hayatını, hayata bakış açısını ve hayatını nasıl yaşayacağını büyük ölçüde belirliyor. Böyle olunca da duyguların ne kadarı doğuştan, ne kadarı sonradan öğrenilen veya edinilendir, bunu anlamak sahiden çok kolay olmuyor. Zira birlikte ve bir arada yaşamaya uygun varlıklar olan insanlar, her an birbirlerinden etkileniyor. Birlikte ve yan yana hatta iç içe yaşadıkları için; isteseler de, istemeseler de etkileşiyor, birbirlerine olumlu ya da olumsuz yönde tesir ediyorlar.

Sevgiyi tartışmak, sevgiyi ve sevmeyi ele almak konusunda daha sağlıklı ilerlemek için sevginin kaynağı ve bilinen, bilinmeyen manaları hakkında tartışmakta yarar görüyorum. Madem yazının başlığını ‘anlatı ormanında altı gezinti’den esinlenerek seçmiş oldum o vakit elden geldiğince sevgi deryasında cesaretle kulaç atmalı, sevgi bahçesinde seyre dalmalı, sevginin önemi ve keşfi için çaba göstermeliyim.

Sevgi inanmaktır, emektir ve başlı başına çaba gerektirir.

Böylesine derinlikli ve hayatın her alanında canlılığını koruyan bir sahada yazı yazmak için çift sürmek, belki de bu işin en kolay tarafıdır. Söz konusu mecrada, hayat boyu insanlığın deneyimlerinden damıtılarak oluşan ve en diri haliyle hep güncel kalan bir hafıza yaşıyor. Anlam ve içerik olarak sevgi nedir, bir tercih midir, farz edilen bir duygu mudur? Yukarıda da belirttiğim gibi bunları tam olarak bilmek, açıklamak mümkün değildir. İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu biçiminde tanımlanan sevgi, gün geçtikçe hava ve su gibi insan hayatında önemli bir yer buluyor. Böyle olunca insaniyet tarihi boyunca yapıldığı gibi sevgi kavramı da kategorik bir kılıfa sokuluyor, şüphe uyandıran ham ve kısır bir tanıma hapsediliyor. Hiç kuşku olmasın ki niteliksiz hatta renksiz görünen ve herhangi bir şekilde bedel ödemeksizin ortaya çıkan ilginin adı sevgi değildir. Sevgi emek ister; emek ise, renktir, alın teridir, bir şeyin içeriğini ve niteliğini anlamak ve kavramaktır. Sevgi şüphe götürmez bir açıklık ve gerçekliktir. Ünlü psikanalist ve psikolog Erich Fromm’un iki veciz sözde belirttiği gibi; “Sevgi, insanın varoluş sorununun yanıtıdır” ve “Birisini sevmek yalnız güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır, bir yargıdır, bir söz vermedir.”

İster sonradan öğrenilsin ister ontolojik ister Allah vergisi ister insan doğası gereği olsun, sevgi, doğal halinde, bütün tabii nitelikleri ve renkleriyle yirmi dört ayar saf (katışıksız) bir sevgi olarak kalmalıdır. Sevgi dâhil hayattaki hiçbir şeyin doğal akışına, son zamanlardaki ünlü ifadeyle hayatın olağan akışına karışmamak gerekir. Jean Jacques Rousseau, “Her şey, yaratıcının elinden çıktığında iyidir; insanoğlunun elinde bozulur. İnsanoğlu bir toprağı, başka bir toprağın ürünlerini beslemeye; bir ağacı, başka bir ağacın meyvelerini taşımaya zorlar,” demektedir.

Saygı, şefkat, merhamet ve fedakârlık duygularının hepsi, sevgi bahçesinin dört köşesidir. Sevgiyi besleyen pek çok duygunun yanı sıra söz konusu duygular, sevginin niteliğini, derinliğini, kalıcı olup olmadığını gösterir. Ham duyguların ve geçici heveslerin sevgiyle ilgisinin bulunup bulunmaması bir yana, sevgi gibi emek isteyen bir duygunun gelişmesi ve yerli yerine oturması noktasında, sevgi duygusuna zerre kadar bir katkısı yoktur. Zira şu hayatta sahte olan ve göz boyamayı amaçlayan hiçbir değişim, insanlar üzerinde büyük bir etki yaratamıyor. Şüphe olmasın ki yapmacıklı insanlar bencil oluyor ve kimsenin ruhuna dokunamıyor. Aynı zamanda tek yanlı ilişkiler ve bencillikle kirlenmiş sevgiler, insanda, fazla bir ilgi uyandıramıyor. Çünkü insan yüreği fark ettiği anda, her türlü hesaptan, çıkarcı hareketten tiksiniyor. Veba adlı romanında, “İnandığın şeye inandığını sürdürmek,” demektedir Albert Camus. Gerçekten de sevgi inanmaktır, emektir ve başlı başına çaba gerektirir. Bana kalırsa bütün bunlarla beraber sevgi, anlayış ister hele de ilgi ister. Zira ilgi, hayatın duygu, iletişim ve dokunma alanları için çok önemlidir. Belirli bir olay veya etkinliğe yakınlık duyma, ondan hoşlanma ve ona öncelik tanıma manasındaki ilgi, aynı zamanda dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi anlamına da gelir. İlginin gücü ve yoğunluğu da pek çok duygu kadar sevgiyi besler, onun gelişmesine katkı yapar. Zira ilgi, aynı anda iki şey arasında bulunan herhangi bir bağlılık demektir.

Yazdıkları romanlarda sevgiyi ele alan, sevgi duygusunu hikâyelerinde ilmek ilmek işleyen pek çok yazar vardır. Mesela dünyayı anlama ve anlamlandırma sürecinde önemli bir niteliğe sahip olan sevme, sevilme, değer görme, fedakârlık, sevmeyi sevmek konuları, usta yazar Dostoyevski’nin Budala isimli eserinde çekirdek yapıyı oluşturmaktadır. Dostoyevski 1868 yılında yazmış olduğu bu eserinde, temelden, Antik Yunan’dan beri hemen hemen bütün filozofların araştırdığı ve çözüm olarak önerdiği sevgi meselesine farklı bir boyuttan yaklaşmaktadır. Diğer yandan birbirlerine besledikleri sevginin gücüyle Milena, Kafka'ya ‘senin’, Kafka da Milena'ya ‘senin’ diyerek mektup yazıyor. Birbirlerine duydukları sevgilerini böyle ifade ediyorlar. Aşkı sorguladığı, özel kıldığı hatta belki de sıradanlaştırdığı için George Bernard Shaw da, aşk, bir kişi ile geriye kalan herkes arasındaki farkın, çok fazla abartılmasıdır, diyor. Görüldüğü gibi özel birine, birlikte yaşamayı ve hayata karışmayı düşündüğümüz bir kimseye veya karşı cinse duyulan sevgi, kendine has özellikler taşıyor. Bazen özeldir, bazen çok özeldir, bazen de özelden de özeldir. Sevdiğiniz insanların sevgisini hissetmek, hayatınızı besleyen güneş gibidir, diyen Pablo Neruda, daha başka bir pencereden, hayatın olanca büyüklüğünü ve genişliğini gösteren bir yerden konuya bakıyor. Neruda’nın anılan bakış açısı, bambaşka bir ufku gözler önüne seriyor.

İnsan yaşadığı hayatta, sevmeye ve başka diğer insani duygulara dair hep yeni tecrübelerle karşılaşıyor. Belki de bunlardan en önemlisi, insanın duygularını ve fikirlerini karşılık beklemeden ifade etmeyi öğrenmesidir. Çünkü böyle düşünen, yani duyguları konusunda karşılık bekleyen biri, zaman içinde duygu ve düşüncelerinin kölesi haline gelir, giderek sevmeyi ve çevresine yapabileceği iyilikleri ve katkıları unutur. İnsan, hayat akıp gittiği için sevmeli, insana, doğaya ve tabiatın dengesi içindeki her şeye saygı duymalı ve değer vermelidir. Hatta insan; yalnızca kendisi gibi insan olduğu için, insana karşı saygılı ve duyarlı olmalı, insanlığın ortak mirası olduğu için insani değerler üzerine titremelidir. Karşılık beklemeden, tabiatı sever gibi, huşu içinde ibadet eder gibi. Hiçbir şeyi olmayan insan durumuna düşmemek için sevmelidir. Yıllar önce bir dostum, büyük zorluklardan, yıkıntıların arasından çıkıp yeniden sıkı sıkıya yaşama tutunmaya çalışırken, “Hiçbir şeyim yok, şu akıp giden sokaktan başka. Sadece bunun için sevdim, sabahları erken uyanmak için bir sebebim olsun istedim. Her sabah onu görüyor, onunla sohbet ediyordum, sevdiğim için kıskandığımı sanıyordum. Şimdi kaldım sokakla bir başıma,” demişti.  Bir hiç uğrunda kapıldığı kıskançlık ve kıskançlığın yol açtığı bazı sorunlar yüzünden, çok sevdiği eşinden ve çocuklarından ayrı yaşamak zorunda kalmıştı. Yeri gelmişken bu ve daha başka nedenler yüzünden hep söylediğim bir noktaya vurgu yapmam gerekir. Kıskançlık tüketir insanı, sevgiye ait bir duygu değildir. Bu kötü duygu, sevgiyi zehirleyecek kadar insan kalbinde yer bulmamalıdır. Zira kıskançlık kemiricidir. Kıskançlık ve tutkulu aşk birbirinin besleyen ve tüketen birbirinin zıddı iki duygudur. Sözü edilen iki duyguda esas alınacak şey, dengeli davranmaktır. Şartlar ne olursa olsun her daim iyilik isteyen sevgiye, olumsuz hiçbir duygunun gücü yetmemelidir. Söz gelimi Ahmet Arif, pek çok zorluk karşısında, “Terk etmedi sevdan beni/Aç kaldım, susuz kaldım/Hain, karanlıktı gece/Can garip, can suskun/Can paramparça…/Ve ellerim, kelepçede/Tütünsüz uykusuz kaldım/Terk etmedi sevdan beni…” diyerek, sevdanın gücünü haykırarak sevgi duygusunun insan üzerindeki olumlu ve güzel etkilerini gözler önüne seriyor.

Doğrusunu isterseniz burada konu edilen şey mahrem boyutlarına varan özel bir ilişki değil, sevgi hissi, sevmek ve sevginin kaynağı üzerinde insan doğasının ve içinde yaşadığı ortamın dönüştürme ve değiştirme kudretidir. Bireyin ihtiyaçları, ontolojik özellikleri, sonradan edinilen ve öğrenilen şeyler, çıkar ve iktidar gibi olguların etkisi, ne kadar ve hangi yönde duyguları şekillendirir. “Geçmişi ve geleceği ile sohbet edebilen bir insan olmak önemli ve anlamlı bir gelişim aşamasıdır,” diyor Doğan Cüceloğlu. Bu anlamlı sözde ifade edildiği gibi, insanın bütün duygu ve düşünceleriyle, değişken ruh halleriyle, hayatına dair eski ve yeni parçalarla yüzleşmesi, onu sevgiyi ve sevgi duygusuna olumlu ya da olumsuz yönde etki yapan başka diğer duygularını anlama konusunda ağırbaşlı ve olgun bir konuma taşır.

Sevgi karşılıksız olmalıdır, çünkü sevgi sağaltıcıdır (iyileştiricidir)

Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı eserinde, sevgiyi, eski bir Fransız şarkısında da söylendiği gibi harika bir cümleyle tanımlıyor. ‘l'amour est l'enfant de la liberté’ “Sevgi özgürlüğün çocuğudur; hiçbir zaman zorbalığın çocuğu olmamıştır.” Kimisi de Charles Dickens’ın “Zaten sevgi her zaman nefretten üstün değil miydi?”  sözündeki gibi, sevginin çok güçlü olduğunu ileri sürse de, ondan daha güçlü ya da en az onun kadar güçlü duygular da var, diyor. İnsanın içini habis bir ur gibi kemiren hırs, öfke ve nefret duygusunun en az sevgi duygusu kadar güçlü olduğunu savlayanlar az değildir. Açık ki sevgi duygusu da, mutluluk arayışı da, hayatı yaşamak arzusu da önünde sonunda bir yolculuktur, sevgi hissi şu hayatta olup biten hiçbir şeyden arınık ve izole (yalıtılmış) değildir. Bundandır ki, Robin Sharma, “Mutluluk varacağın yer değil, yolculuktur,”; Albert Camus ise,  “Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiç bir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir,”  demektedirler. “Seni hep çok sevecek ama verebileceğinden fazla sevgi beklemeyecek karşılığında,” diyen Elif Şafak da sevgide cömertliği hatta yaşam bulması oldukça güç olan kalenderliği öne çıkarmaktadır.

Bazı sözler basit görünürler ama doğruluğun, onurun, dürüstlüğün ve nezaketin, hayatta başarıya ulaşmanın en emin araçlar olduğunu gösterirler. Sevgiyi ifade eden, sevgiyi dillendiren ve sevgiyi yücelten sözler böyledir.  İster dünyaya çıkarcı deyin ister yalancı dünya deyin, şu dünyada bir sürü insan insani değerlere tutunarak başarılı olmanın, müreffeh bir hayat kurmanın olanaklı olmadığını ileri sürmektedir. Yıllar yılı karşılaştığım ve kimi zaman çok yakın çevremden duyduğum belli bir yaklaşım tarzına sahip insanlar, hep şunu söylemektedir. İnsani duygulara bağlı kalarak ilerlemek mümkün değildir. Zira fazla saygı gösterilen ahlâk kuralları, insanın önüne hiç olmadığı kadar engeller çıkarır. Erich Fromm’un ifadesiyle, “Bir insanı, hiçbir sebep yokken yüreğinizde sıcacık hissediyorsanız, işte bu gerçek sevgidir.” Kendileri için bir fayda taşımadığı bahanesiyle küçük bir çocuğun kalbini kıran, yaşlı bir kadına kabaca davranan, iyi yürekli bir ihtiyarın yanında bir parça oturmayı katlanılamayacak bir sıkıntı olarak düşünen kimseler, sevgi yoksunu olmasalar da yeterince sevgi duygusu güçlü insanlar değildir. Hiç şüphe yoktur ki, sevgi duygusu, öfke ve nefret gibi diğer olumsuz duyguların baskısı altında kalanlarla sevgi konusundaki kıt görgülü insanları, karşılıksız sevgi ve sevmeyi sevmek bilinci olgunlaştırır.

Sırası gelmişken ve konu sevmek duygusuyken Erich Fromm’un birkaç aforizmasına başvurmakta oldukça yarar görüyorum. “Sevgi yalnızca duygudan oluşsaydı birbirini ölünceye dek sevmek için söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eyleme yargı ve karar karışmamışsa duygunun ölünceye dek süreceğini nasıl bilebiliriz. Sevgi olmadan insanlık bir gün için bile var olamaz. Sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Güçsüzlük, sevgi üretememektir. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.** Sevgi ancak iki insan birbirlerine varlıkların özünden bağlanır, her biri kendisinin varlığının özünden tanırsa, gerçekleşir. Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Çaresiz birini sevmek, yoksul ve yabancı birisini sevmek, kardeş sevgisinin ilk adımıdır.”

İnsanın kendine odakladığı beğenisi ve sevgi duygusu güçlendikçe başkasını görmesi imkânsızdır. Kendi narsisizminde yaşayanların başkalarını yeterince hissetmesi, başkasıyla bihakkın (gerçekten) ilgilenmesi ve dolayısıyla başkasını sevmesi, engellerle dolu bir yolun yürünmesi kadar zordur.  Sevmek konusunu, Sevme Sanatı adlı bir kitapla kıymetlendiren Alman asıllı, Amerikalı psikanalist ve psikolog Erich Fromm, bu tespite denk düşen şu sözleri söylemektedir: “Sevginin kazanılması için en önemli koşul kişinin kendi narsisizmini (özseverlik) yenmesidir.”

Sevgi duygusundan yoksunluk, geleceği görmeden kendini aciz adımlara mahkûm bırakmaktır. Hayatın acımasız dolambaçları, bir başka deyişle yaşama serüveni, bu güçsüz adımların, karşımıza çıkan engellere, dikenlere takıldığına, insanı şaşılacak düzeyde tanık kılmaktadır. Sevgi ortamına doğru atması gereken adımları atamayan bazı insanların, bir hiç uğruna hayatlarındaki başarı şansını elden kaçırdıklarına dair sayısız örnek vardır. Sevgi, karşılıklı görevler kuramının, karşılıklılık kavramının dışındaki bir duygudur. İnsan, insana dair duyarlılığı, saygıyı, paylaşımı ve etkileşimi karşılıklı düşünebilir ama sevgide karşılıklılık iğdiş eden ve kısırlaştıran bir istektir. Kendini sevgiye baştan alıştırmış kimse, hiç kuşku olmasın ki doğayı ve ona ait olanı seveceğinden, hayat yolunda daha rahat ilerleyecek ve engellerle mücadelede hiçbir zaman insan olma yolundan sapmak zorunda kalmayacaktır. Bu kabil insanlar, olsa olsa özlem ve amaçlarına erişmede biraz gecikeceklerdir ama başarı şansları hep yüksek olacak, başkalarının toplum içindeki yeri sağlam değilken onlarınki sağlamlaşacak hatta belki de kalıcı hale gelecektir.

Sevgi kendin olmaya ve özgürlüğe inanmaktır. Sevgi duygusunda aracıya gerek yoktur

Söz gelimi birbirimizin mutluluğunu paylaşamıyorsak, iyiliğini isteyemiyorsak ne diye annelik, babalık, sevdalık, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık ediyoruz birbirimize. Ne zaman tamı tamına birbirimiz için ağlamayı öğrenirsek, birbirimizin mutluluğuna içtenlikle ortak olursak, birbirimizin sıkıntısını, acısını ve derdini paylaşırsak, birbirimizin tercihlerine ve özgürlüklerine saygı gösterirsek o zaman sahici bir sevgi ortamına katkı yapar, sevginin sevmeyi sevmek anlamında güçlü bir duyguya dönüşmesini sağlarız. “İnsanların ağlamasının asıl sebebi, daha önce hissettikleri bir acının hatırlanmasıdır. İnsanlar o anda hissettikleri acıdan dolayı değil de, geçmişte hissettikleri acının hatırlanması sayesinde ağlarlar,” diyen Arthur Schopenhauer’un bu harika gözlemi, ne zaman toplu bir bilinçaltı temizliğiyle ve el birliğiyle çürütülürse sevgi o zaman kazanır ve birbirimize dair etkin bir ilgi bağı haline dönüşür. Bu konuda farklı bir pencere açan Maksim Gorki;  haklı bulmak, hoş görmek, görmezden gelmek ve bağışlamak gibi davranışların tümünün sevgiye ait olduğunu ileri sürer.  Benzer bir yaklaşım ortaya koyan Kaliforniyalı (ADB) yazar Ava Dellaira, “Gerçek arkadaş, kendiniz olmanız için size sonsuz özgürlük veren kişidir. Özellikle de nasıl hissedeceğiniz konusunda. O anda şöyle ya da böyle hissediyor olmanızı sorun etmezler. Gerçek sevgi bu demektir, bir insanın kendisi olmasına izin vermek,” diyor.

Birçok yazar ve düşünür sevgi duygusu hakkında ahkâm keserek sevginin insan yaşamındaki önemini vurgular. George Bernard Shaw, insan tanrının sonsözü olamaz, diyerek Tanrı’nın gücünü ve isterse mükemmeli yaratabileceğini, felsefi bir yaklaşımla işaret ediyor. Victor Hugo, Sefiller adlı eserinde, “İyi olmak sadece doğal olmakken neden herkes rol yapıyor,” diyor. Zira ontolojik olarak insan çoğunlukla iyidir. Kötülük büyük oranda sonra edinilen şeylerle beraber insana egemen oluyor. Bazı şeylerin önemini alama ve kavrama bilinci, ona atfettiğimiz değerden, göründüğü halinden, yaptığı veya yapacağı katkılardan, gücünden ve etkisinden çok daha fazlasıdır. Babamdan duyduğum bir sözdür: Bir insan yüz insana değerdir. Sevgi duygusu da hayata değerdir bence. Eğer saygı, şefkat, merhamet ve fedakârlık sevginin kardeşleriyse sevgi en kardeş olanıdır. Bu duygular arkadaş ya da eşitlerse sevgi bir adım öndeki, gözde arkadaştır veyahut eşitler arasındaki birincidir ya da en eşit olanıdır. Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan, diyen George Bernard Shaw, sevginin yaşam karşısındaki gücünden, öneminden söz ediyor. Kanımca bütün keyiflerimizin kaynağı olan yaşamın en görkemli ve göz kamaştırıcı duygusu da sevgidir.  Belki de bu yüzden Enis Behiç Koryürek, “Gönlümde sevgi bir tatlı hevesti. Sevgisiz yaşamak bence abesti,” diyebiliyor. Sizi sevmediğimi düşünüyorsanız muhtemelen sevmiyorumdur. Sevdiklerimi şüpheye düşürmem, diyor Bukowski, sevginin insan üzerindeki güçlü etkisini bildiğinden. Sevginin yaşı, zamanı ve hedef kitlesi yoktur. Sevgi zamandan ve zeminden bağımsızdır, insana huzur verir. Sevgi duygusu hem ahlaki hem de vicdani bir eylemdir dediğim her zaman, Blaise Pascal’ın, “Sevginin yaşı yoktur. Her daim gençtir,”  sözündeki haklılık ve doğruluk aklıma gelir. Mesela Albert Einstein, vicdanilik ve ahlakilik konusunda anıştırma yaparak büyük bir cesaretle, “Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi kalplilerse; o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz,” cümlesini kuruyor.

Yeri gelmişken bir anekdot (Hikayecik, fıkra) aktarmak istiyorum. Bir arkadaşımla sevgi üzerine sohbet ediyordum. Arkadaşım bana, Yunus Emre'nin, ‘yaratılanı sev yaratandan ötürü,’ deyişini hatırlattı. Bunun üzerine, bu cümleyi her zaman sorunlu bulduğumu belirterek, Allah’ın varlığından, inanların güzel ve insani duygularından bağımsız olarak sevgiyi ele almak gerektiğinden dem vurarak şunları söyledim. Sevgi insanın doğasında var olan bir şeydir, ontolojiktir. Bilinçle şekillenir, onu tanıyıp kavradıkça daha nitelikli ve kapsamlı hale gelir. İnsan tabiatı, her şeyden önce yemeyi, içmeyi, bir çevreyi, giyimi ve pek çok başka şeyi içerir. O’nun hislerinde, doğuştan var olduğu halde, sosyal bir varlık olarak öğrendiği şeylerden bir tanesi de sevgidir. Sevgi din ya da siyaset işi değildir. Sevgi insani bir duygudur. Allah’tan dolayı insanı sevmek olanaklı olsaydı ve insanlar için yeterli gelseydi, inananlar arasından bunca büyük sorunlar boy vermez hatta savaşlar çıkmazdı. (İki dünya savaşı ve nice bölgesel savaşlar, yoksulluklar, yolsuzluklar vesaire.) Zira Allah katında da insanlar kendi amellerinden, yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumludur. Gene de sevgi duvarını kalınlaştıracağı, sağlamlaştıracağı için Allah sevgisiyle ve rızasıyla insanları sevmek son derece önemli ve değerlidir.

Bilim insanları, anne rahmindeki çocuğun eğitilebildiğini, müziğe ve başka şeylere karşı ilgi duyduğunu ileri sürer. Çocukların kendi arasındaki ilişki, bilince çıkan bir sevgiyi ifade etmese de, sevginin tezahürü, sevginin parçaları ya da sevginin özüdür. Yaratandan dolayı yaratılanı sevmek siyasi bir ifadedir. Ayrıca ne kadarının doğru olduğunu bilmediğimiz Yunus Emre Öğretisi’nin önünü, arkasını yeterince anlamadığımız paragraflarından biridir. Gerçekte insanı sevmiyorsan, onunla yaren değilsen Allah’tan ya da Allah korkusundan dolayı insan sevmenin çok fazla kıymetiharbiyesi yoktur. Bu tür bir sevgi, sahici manada bir sevgi değildir, şekle, şarta ve hatta tercihe bağlıdır. Tabiatı, parayı, mevki ve şöhreti, şatafatı, postu, elma yahut armudu bizi sevdiği için sevmiyoruz ama insanı bir şey (Beklenti, menfaat ya da amaç) için seviyoruz. Bu bir paradokstur ve aynı zamanda anlaşılması ve başarılı bir şekilde vücut bulması zor bir yaklaşımdır. Sevgi karşılıksız ve nedensiz de ortaya çıkan, gelişen bir duygudur. Hatta sevgi; kimseye dokunmak, kimseye karışmak, yön vermek, ilişmek istememektir. Sevgi; şu ya da bu şekilde insanları tarif etmemek, yaşadıklarına göre ayrıma tabi tutmamak, raflara ve kategoriye sokmamaktır. Sevgi konusunda, ille de Allah rızası için bir şey yapmak istiyorsa biri, kulla Allah arasına hiçbir şekilde girmeme düşüncesine sadık kalmalıdır. İnanlar için, insana yapılabilecek en temel iyilik, insanı Allah’a havale etmektir ve Allah yolunda rahat bırakmaktır. İnanlar Allah’ı, dünyevi ve uhrevi mükâfat için sevebilirler ama bu hem sorunlu hem de kısa ömürlü bir şey olur. Allah yolunda gitmekle Allah sevgisi ne zaman yakınlaşırsa, ne kadar içselleşirse o zaman farklı anlamları olsa da birbirine daha çok yaklaşırlar. Hiç şüphe olmasın ki Allah ve Allah yolunun arasındaki ilgi ve sevgi güçlü hale geldiğinde, inananlar için dünya daha güzel bir yer olur. Hemen belirtmeliyim ki yukarıda anılan Allah korkusu, bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı veya üzüntü manasındadır. Yoksa kast edilen korku; gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, solunum ve kalp atışı hızlanması ve benzeri belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu anlamında değildir.

İster Allah rızası için ister başlı başına bir şeyi sevmek olsun, sevgi konusu, oldukça engindir.  Sevmeyi sevmek, alabildiğine felsefidir ve yazmak istenirse daha da uzatılabilecek bir sahadır. Mesela, üç dinin peygamberi için sevgiyi yüceltme dışında, sevgiye dair olumsuz şeyler duymak nerdeyse imkânsızdır.  Peygamberlere bunca iftira edilir, bunca hakarette bulunulur, onların bir gün bu yanlışların, hataların, suçlamaların, belki de günahların sahipleriyle aynı torbaya girdiğini, onlarla aynı kötü, galiz dili konuştuklarını duyup gören, yazıp okuyan olmamıştır. Her türlü zor şartta ve zamanda, onca kötü şey karşısında, iftira eden, kötü söz söyleyen ve suçlayan dili kullanmaya tevessül etmemişlerdir. Böyle bir şey varsa da kuşaktan kuşağa aktarılmadığından, kimse bunu bilmiyor. En eskilerden İsa ve Musa’nın ya da Yehova Şahitleri’nin böyle düşünmüş olacağı sanılmadığından bu alanda da sevgi karşısında bir ayet, söz veya kavram yoktur. Hangi dinde olursa olsun yolunuz gerçekten ve adanmışlık duygusuyla Allah’ın yoluysa sevgi karşılıksız ve beklentisizdir. Diğer türlü sevgi başkalaşır, başka bir amacın aracına dönüşür. Allah’la ilişkinin tek bir aracı vardır, o da Kutsal kitaplardır. Buradaki aracılık da sadece ve sadece öğrenmek üzerinedir, bu da oldukça basit ve anlaşılırdır, yol gösteren, yön bildiren levhalar gibidir. Sevgiye dair; dinler, kitaplar ve Peygamberler hakkında söylenenler, efsane olsa bile çok kıymetlidir ve bunun insanlığa büyük katkıları vardır.

Hassas bir konu olan din alanıyla ilgili bir şeyler söylediğimden elden geldiğince özenli olmam gerektiğini biliyorum. Amacım din öğretisi hakkında laf etmek, bir rota çizmek, yeni şeyler söylemek değil. Sadece, çok özet de olsa sevgi konusunun sorunsal hale gelen yanlarını tartışmak, bilgim elverdikçe ve sevgi duygusunun yüreğimde kapladığı yer, yol gösterdikçe fikrimi paylaşmak, meseleye dair içimi dökmek istiyorum. Sevmenin, sevmeyi sevmenin, karşılıksız, beklentisiz ve içtenlikle sevmenin kitaplar dolusu söz edilecek bir alan olduğuna ve bunu hak ettiğine kalpten inanıyorum.

Sevgi esnekliktir, farklılıkları zenginlik saymaktır

İnsana zarar veren, onu iğdiş eden, tüketen, eşya gibi sahiplenen, kısıtlayan şeyin adı sevgi değildir. Sevmek birlikte çoğalmaktır, birlikte insan olmaktır, birlikte yaşamaktır. Sevmeyi sevmek; merhamet ve fedakârlık duygusunu, şefkat ve saygıyı bir an olsun akıldan çıkarmadan, yan yana ve omuz omuza dayanışmak, anlaşmak ve yardımlaşmaktır.  Sevmeyi sevmek, insanlar arası ilişkinin en şahıdır, mutluluk pusulasıdır. Sevgi duygusunu yüreğinde beslemek; beraber yaşadığımız toplulukla birlikte ve bir bütün olarak hayata yön vermek, birbirine ve farklılıklara saygılı olmak, inançları ve farklılıkları zenginlik saymak, biri diğerinin sırtına basmamak, biri diğerini yıpratmamak, yormamak, mutsuz ve huzursuz etmemektir. Belki de benzer düşündüğü için, yukarıdaki bir paragrafta andığım Maksim Gorki de, “Sevgi demek, haklı bulmak, hoş görmek, görmezden gelmek ve bağışlamak demektir,” diyor. 

 Her türlü bilgiye, birikime, eğitime ve çabaya karşın unutmamalıyız ki sevgi duygusu sorunlu kimseler vardır. Çünkü stres alanları var oldukça ve dünya durdukça hep olacak bu kabil insanlar. Mesele insanın eylemi, davranışı, ameli, vesaire işlemleridir. İnsanın eylemini neyle açıkladığının bir kıymetiharbiyesi yoktur. Eylem, niyeti çürütür çoğu zaman. Zira kasıt olmaması suçu, kusuru ya da mekruh olanı ortadan kaldırmıyor. Sevgi söz konusu olunca niyetle eylemi açıklamak yaklaşımı hem sorunludur hem de kötü örnektir. Çünkü sevgi kategoriktir, ya vardır ya yoktur ya azdır ya çoktur, yani kesin ve nettir. Sevgi duygusu birinde yoğundur ya da değildir, herhangi bir insanda azdır ya da çoktur. Başka birinin sevgisi, tutkuludur ya da yumuşaktır. İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu ne yereldir ne evrenseldir ne özeldir ne de geneldir. Sevgi sadece ve yalnızca sevgidir. İnsanlar bir toprağın ürününü değiştirebilirler ama topraktan toprağa sevgi duygusunu değiştiremezler. Sevgi duygusuna tamı tamına aklı eren, insan olma yolunda ilerleyen biri ya da kendini gerçekleştiren birey; sevgiyi tarif edenlerle, sevgiyi tanımlayanlarla sevginin kendisini, sevginin kaynağını aynı kefede tutmamalıdır. Çünkü bunlar farklı rafların, farklı torbaların konusudur. Sevgi anlayışına sahip olmak, sevgi duymak başka, sevgiyi kendi anlayışının aracı haline getirmek başka bir şeydir. Sevgi üstümüze giydiğimiz herhangi bir kostüm, kendimize yakıştırıp yakıştırmama konusunda keyfiliğe sahip olduğumuz bir kıyafet, canımızın istediğini seçeceği bir eşya, tercihlerle yüz yüze bulunduğumuz herhangi bir alan değildir. Mesela birisi az sever, diğeri tutkulu. Biri yoğun sever, öbürü dengeli. İki kişiden biri hiç sevmez, diğer biri birazcık vesaire sever. Ama birinin sevgi anlayışı hem severim hem döverim olursa o iş artık sevgi olmaktan çıkar. Bu, sevginin farklı duyguların gölgesinde kaldığı bambaşka bir şey olur. Çocuğunu, eşini, etrafındaki herhangi bir insanı; eşyası gibi gören, onu sahiplik duygusuyla seven bir baba ya da bir anne çoğu zaman sorunlarla boğuşur. Bazen dövme eylemi, hakaret etme, aşağılama, sevgi duygusuyla açıklanır. Bazıları zaman zaman arkasında saklandıkları, bir örtü olarak kullandıkları sevgi duygusunu, öfkesine yenildiği için araç haline getirir.  Elbette sırf zaaf gösterdiği ve kendisine hâkim olamadığı için insan, fiziksel şiddet de dâhil değişik sorunlar yaşadığı birini sevebilir ama aynı insan olması gereken makul çizgide kalabilir, zaaflarından arınabilir, öfkesini kontrol edebilir. Bu türden bir kavrayışı, bir anlayışı bilince çıkarabilir. Bir insan sevgi konusunda içtenlikli bir duyarlılığa ve sağlam bir inanma duygusuna ulaştığında, sevdiğini incitmemesi gerektiğini bilir. Aynı insan, kimi anlık hataları olsa da karşısındakiler tarafından affedilmeyeceğine inanırsa olması gereken bilince erişebilir. Bu konuda önemli olan noktalardan biri de kendi kusurları karşısında, insanın başkaları tarafından kendisine karşı gösterilen tavrı normalleştirmesidir. Unutmamak gerekir ki davranış ve duygu durum bozukluğunun pençesinde kıvranan birinin sevgisi, huzurlu ve dengeli birinin sevgi duygusu gibi hissedici, besleyici, sürekli ve kalıcı değildir.

Sevgi, siyasi bir eylem değil, insani bir duygudur

Sevgi hem doğuştan hem Tanrısal hem de sonradan gelişen ontolojik bir histir. Denebilir ki sevgi, siyasi bir eylem değil, insani bir duygudur. Keza sevinç ve neşe hayattaki en güzel an; sevmek hayattaki en güzel duygu; gülmek hayattaki en güzel eylemdir. Bir insan, ne kadar çok şeyi severse sevsin, insanları sevmiyorsa tam iyi insan değildir. İnsanlığın ortak hafızasına, dünyada hiçbir şey, insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez bilinci egemen olmalıdır. Bana sorarsanız bu dünyadaki hiçbir şey sevmeyi sevmekten vazgeçmeye değmiyor. Hiç kimse, dünyadaki hiçbir şey için sevmekten, hele canlıları, insanı, tabiatı sevmekten vazgeçmemelidir. Unutmayalım ki sevmek ve gülmek bizi daha iyi insan yapar. Belki de bu düşüncelerden hareket ettiği için Victor Hugo, “Hayattaki en güzel mutluluk sevildiğinden emin olmaktır,”  diyor. Nazire yapmak amacıyla değil ama inandığım ve benimsediğim için açıklıkla iddia edebilirim ki birini veya birilerini sevmek de bu hayattaki en büyük mutluluklardandır. Güçlü bir sevgi duygusu ve sağlıklı bir bilinç, birçok kötü duyguyu dizginleyebilir. İçimizde bir yerde gizlenen kötü duyguların yok olmasıyla baş edebilir. Hiç kuşku olmasın ki, öfke ve şiddet, sevgi duygusu güçlü olanlar ve insan sevgisi hakkında bilgiyi, bilinci içselleştirenler karşısında geriler, yıkıcı etkisini yitirir. Sevgi duygusu, iyi olsun kötü olsun öteki duyguların kaynağı hatta katığıdır denebilir. Sevgi duygusu, saygıyı, beğeniyi, ilgiyi, hoş görüyü, anlayışı, merhameti, nitelikli hale getirip niceliğe kavuştururken şiddeti, öfkeyi, kini, nefreti, kötülüğü, zaafa uğratır ve zayıflatıp yener. Sevgi ve sevme duygusunun, kötü ve olumsuz bazı duygularla baş etme kudreti, sevginin kaynağından gelir. Baş ettiği bu duygulardan daha güçlü olmasının nedeni, sevginin insana dair, insan olmaya dair en özel ve nadide bir hazine olmasıdır. Çünkü sevginin ve sevmenin kökeninde insan ve canlı yaradılışın gereği olan sahiplenme ve can taşıma duygusu vardır. Rahatlıkla söyleyebilirim ki can taşımak ve türdeş olmak sevgi duygusunu hem gerekli kılıyor hem güçlendiriyor.

Yaşamayı ve doğayı sevmek, bir insanı sevmekle başlar

Bu bölümde, birkaç örnekle sevgi duygusunun diğer duygular üzerindeki olumlu etkisine, kötü duygu ve düşünceleri iyileştirici gücüne değinmek istiyorum. Farklı zamanlarda iki arkadaşım baba oldular. Her ikisinin de insanlara bakış açısı, hayatla ilişkileri, iş tutuş tarzları değişti. Biri baba olduktan sonra kadınlara karşı duygu ve düşüncelerinin değiştiğini, diğeri insanların hepsi hakkında artık daha fazla iyi şeyler düşündüğünü, ikisi birden, birlikte çalıştığı insanlara ve çevrelerindeki insanlara karşı daha hoşgörülü olduklarını söylemişti. Nedenlerini sorduğumda, arkadaşlarım, çocukların doğumuyla beraber başta sevgi duygusu olmak üzere, hayata dair birçok duygu hakkında önlerine yeni pencere açıldığını belirtmişlerdi. Kendi özel durumlarından, baba oğul ilişkisinden kaynaklanan sevgi halkasını, sevgiye ve sevmeye dair insanlık sarmalının, insanlık zincirinin başlangıcı saymaya başladıklarını, sevgi duygusunu artık böyle gördüklerini anlatmışlardı. Bir arkadaşım da baba olduktan sonra, hiçbir şeyi bu kadar seveceğime inanmıyordum. Hiçbir şeyden bu kadar mutlu olabileceğimi düşünemiyordum, demişti. Sırf karşı cinsten birini sevdiği için hayata bambaşka bağlanan kadın, erkek, sayısız insan biliyorum. Birini sevdiği için tabiatı daha çok seven, en uzak durduğu insanları başka gözle gören, güne başka heyecanlarla başlayan, yürüyüşü ve enerjisi değişen sayısız insan tanıyorum. Sırf anne ya da baba oldukları için geleceğe, çocuklara, hayata dair olumlu düşünen, yardımsever olmayı amaç edinen, sosyal destek kurumlarına katkı sunan, başka ailelerin çocuklarına el uzatan, hiç olmadığı kadar empati (duygudaşlık) kuran anne babalar vardır.  Tanıdığım çok sayıda öğretmen, anne baba olduktan sonra öğrencileriyle ilişkilerinin olumlu yönde ilerlediğini, sağlıklı şekilde geliştiğini söylemiştir. Elbette anne, baba olmadan da sevgi duygusu güçlü olan, iyi ve erdemli insan olma yolunda önemli mesafeler katedebilen yığınla insan yaşamaktadır. Ölmekten dahi korkmadan yaşayan fakat evlendikten sonra hayata karşı kedi gibi uysallaşan insanların varlığı ancak sevginin gücüyle, onun olumlu etkileriyle, aşıladığı yaşamak arzusuyla açıklanır. İlhami Berk, “Ne zaman seni düşünsem/Bir ceylan su içmeye iner/Çayırları büyürken görürüm/Her akşam seninle/Yeşil bir zeytin tanesi/Bir parça mavi deniz/Alır beni/Seni düşündükçe/Gül dikiyorum elimin değdiği yere/Atlara su veriyorum/Daha bir seviyorum dağları,” şiirinde, birini sevmekle nice şeyleri sevmenin başladığını haykırıyor, sevmenin gücünü bilince çıkarıyor, anımsatıyor.

Sevgi denildiğinde genellikle akla ilk önce, iki karşı cins arasındaki duygusal çekim ya da aşk gelmektedir.  Sevgi hem gönülden bağlı olma ve ilgi duygusu gibi tariflerin, derin dostluk ve sevecenlik duygusu gibi tanımların kendisidir hem de bunların içine sığmayacak, hapsedilemeyecek kadar geneldir. Zira sevgi; yöneldiği herhangi bir hedefe (sevgiliye, arkadaşa, eşe dosta duyulan sevgi, Allah sevgisi, vatan sevgisi, ebeveyne duyulan sevgi, çocuğa duyulan sevgi vesaire) ve sevgi duygusunun biçimlerine bağlı olarak büyük bir çeşitlilik, yoğunluk ve değişiklik göstermektedir. Ondandır ki yazının başlarında andığım romanların ve romanların usta yazarlarının tek derdi sevgiliye duyulan sevgi duygusu değildir. Söz konusu usta kalemler, bir bütün olarak yaşama ve doğaya hatta hayatın içinde ve tabiatta bulunan her şey dair sevginin emarelerini gözler önüne seriyorlar.

Dostoyevski, “Saygının olmadığı yerde sevgi de kaybolmaya başlar,” diyor. Hiç kuşku olmasın ki saygı, şefkat, merhamet ve fedakârlık gibi duygular, sevginin farklı kılıklardaki yansımalarıdır. Sevgi ve saygı arasında kopmaz ve sarsılmaz bağlar vardır. Sevginin her an ve her şartta kendisiyle kol kola olan ve aynı bahçenin suyundan, havasından, ilgisinden beslenen diğer duygularla sıkı sıkıya ilişkisi olduğunu bilmeden yaşamak; sevgi duygusunun çeperini, kuluçkasını ve daha pek çok yaşam ve gelişim alanını önemsememek, görememek ve tanıyamamaktır. Bu yüzden ve daha pek çok nedenden dolayı anılan diğer duygular da en az saygı kadar sevgiye yakışır ve sevgiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Sevgi yalın anlamıyla yürekte hissedilen bir duygu ve heyecan türüdür. Duygu ve heyecan yarattığı için de yürekte hissedilir. Ezcümle, kolay kolay kendiliğinden oluşmayan ve emek isteyen sevgi, insanın bir şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermesidir. Bireyler arasındaki derin dostluk ve yürekten bağlılık veya başka bir kişi ya da varlığa karşı duyulan ve cinsel yönü olan ya da olmayan güçlü bir yakınlık ve bağlılık duygusu biçiminde açıklanabilecek olan sevgi, birçok içerikle tanımlanmıştır. İçimizdeki enerjiyi, öfkeyle, hırsla, kavgayla, hırgürle boşaltmak yerine, söz konusu enerjiyi sevgi potasında eritmek ve etkisizleştirmek en insani yoldur. Bana oldukça ikna edici gibi görünen bir başka tanıma göre de sevgi, öğrenilen duygusal bir tepkimedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye göre, sevginin tanımı yapılamaz. Sevgi ancak tadılır. Tadan kişi de sevginin ne olduğunu yeterince anlatamaz. Sevginin çok genel bir duygu olduğunu söyleyen Arabi, aynı zamanda, sevgi evrensel bir duygudur. Annenin çocuğunu sevmesi, eşlerin birbirlerini sevmesi, ilâhî bir sır olarak gayesi, “bir tenle bir teni, bir canla bir canı kavuşturmak,” olan sevginin evrenselliğine en güzel örnektir, diyor. Sevgi duygusunun dünya ve hayatla, insani ilişkilerle çok güçlü bir bağ olduğunu ileri süren İbnü’l Arabi, bu özel duygu için, “Sevgi seveni, sevilene bağlayan bir bağdır ve sevgi sevenin var oluşudur,” der. Melih Cevdet Anday ise, “Kuşlar yağmur yağdırır da/Yağmur güneşe vururdu ya/Ben sana gelirdim/Sevincin yarısı ağzımda/Zambağa birikir sabahlar/ Ovalar atlara binerdi/Kulesine koşuşunca deniz/Cebimde geceden yıldızlar/Arılarla ballarla kanımda/Yüreğim avuç olurdu da/Sonra çeşme de olurdu ya/Mutsuz dönüşler ayında/Ben sana gelirdim,” mısralarında, sevgide koca bir dünyayı anar. Sevginin kudreti konusunda bambaşka bir pencere açar.

Eşitlik ve kardeşlik isteği insanları sevme iradesi gerektirir

Sevgi duygusu konusunda çok kafa yorduğuna inandığım Erich Fromm’dan birkaç özdeyiş daha aktarmak, bana öyle geliyor ki konuyu pekiştirebilir, sevginin hikmeti konusunda, biraz ikna edici olabilir. Sevme sanatının uygulanabilmesi, inancın da uygulanmasını getirir, diyor Erich Fromm. Amerikalı psikanalist ve psikolog, sevgi duygusunun genel bir duygu olması gereğinden söz ederek şunları ifade ediyor, Kardeş sevgisi tüm insanları sevmektir ve sevginin tek kişiye ait olmaması en büyük özelliğidir. Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığım anne baba sevgisini ve anne baba olmak nedeniyle kurulan duygudaşlığı çok iyi anlatan Erich Fromm, anne sevgisini özel bir duygu olduğuna olan inancıyla şu düşüncesini ileri sürüyor, “Anne sevgisi koşulsuzdur, koruyucudur, sıcak bir sığınaktır. Koşulsuz olduğu için denetlenemez, ya da elde edilemez.  Sevgi, narsisizmin hemen hemen olmadığı alçakgönüllülüğün, nesnelliğin ve düşüncenin gelişmekte olduğu yerde vardır.”

Birbirimize sevmek lazımdır, sevmek iyidir diyerek, şunu seversek şu olur, bunu seversek bu olur fikrini benimseterek sevgi duygusunun gelişmesine katkı yapılamaz. İçeriksiz, emeksiz ve niteliksiz her şeyde olduğu gibi sadece sözde kalan, içselleşmeyen ve önemli bir geçmişe, emeğe dayanmayan sevgi duygusu da içi boş hatta boşlukta duran bir kavramlaştırma olmaktan öteye geçemez. Sevgi duygusu, onu yeşertecek ve büyütecek olan bir ortamda daha sağlıklı filizlenir. Ona uygun bir bilinç ve anlayışla yerleşir ve zamanla kökleşir. 

Diğer yandan herkes birbirini sevseydi ya da sadece sevmeyi sevseydi dünya nasıl bir yer olurdu, bunca gelişme yaşanır mıydı, insanı yaratıcı kılan daha iyisini yapmayı amaçlayan rekabet, azim gibi başkaca şeyler yok olur muydu sorularına değinmek için başlı başına bir yazıya ihtiyaç vardır. Zira sevgi duygusu; hırs, azim, çekişme, yarışmacılık ve yarışçı kişilik, kıskançlık, imrenme gibi şeyleri yok etmeli mi, onlara egemen olarak onlarla bir arada yaşayabilmeli mi konusu uzunca bir yazıda ele alınması gereken önemdedir.

Son cümle, sevme duygusu kimseye öğretilemeyebilir ama herkese sevginin önemi anlatılabilir. Her yürekte sevgiye yer açılabileceği ileri sürülebilir. Sevgi konusunda herkes biraz nepotizm (Akraba ve yakın arkadaşları kayırma) yapar ama sevmeyi sevmek eyleminde bu mümkün değildir. Esas olan sevmeyi sevmek olmalıdır. Zira anılan şeyin öncesi sevmekle başlar, sonrasına sevgide kalmakla yol alınır, sevgiyi içselleştirmekle varılır.

Not: Yazıda Mem û Zîn, Zembîlfiroş, Siyabend û Xecê, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ve Yusuf ile Züleyha gibi hepsi de bu coğrafyaya ait aşk hikâyelerinin anılmamasının nedeni, genel manada öznesi sevgi olan ve sevmeyi sevmek olan konuya bağlı kalma tercihi ve özenidir.

 (*) İlhan Vardar, ilhanvardar.blogspot.com, 13.03.2013

 (*)“Marx’ın, 1844 Felsefi Elyazmaları’nda yer alan ve genişletilmiş bencillik yerine bir yaşam biçimi olarak aşka işaret ettiği ifadesi tam olarak şöyledir: “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”  https://medyasanat.wordpress.com/2018/03/29/genisletilmis-bencillik/

(**) Bu sözler Erich Fromm tarafından da kullanılmıştır.