Daha İyisini Amaçlamak | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

Daha İyisini Amaçlamak

YazarResmi

(Siyaset alanını, zihin esnekliğini ve bakış açısını geliştirmek)

                                                                          “İnsanlar, kişisel menfaatleri devreye girdiği zaman hainleşir.” Niccolo Machiavelli

Gerek kurumsal gerek kişisel olsun kavram olarak geliştirmek; gelişme işi, serpilip büyüme, ilerleme, tekâmül manasına gelmektedir. Sürekli daha iyisini, yenisini, yararlısını, elverişli olanını aramak, kimi insanların karakter özelliğidir. Bir kısmımız çoklukla hep daha iyisine ulaşmak, daha iyisini yapmak, daha yenisini elde etmek, daha işlevsel olana kavuşmak, daha fonksiyoneline sahip olmak için bir çaba içinde oluruz. Her durumun, her anın, her şeyin daha iyisinin olduğu gerçeğine inandığımız için mevcut durumumuzla yetinmeyiz, pek çoğumuz hemen her zaman daha iyisini, daha fazlasını isteriz. Dahi iyisi için araştırır, daha çok gayret gösterir, sağlıklı ve doğru bilgiye ulaşmak ister, kendimiz donatmaya, yetersiz yanlarımızı geliştirmeye, eksikliklerimizi tamamlamaya çalışırız. Ortalama bilinç düzeyine erişince eksikliklerimizi, hatalarımızı gözden geçirir, kendimizi yeniler, iyi yönde geliştiririz. Geçmişten dersler çıkarır, iyi örnekleri önemser, kötü olanları bünyemize girmesin diye kendimizden uzak tutarız. Gözlem yaparız, muhakeme gücümüzü zorlarız, bize ya da etrafımıza ait sorunlara her açıdan bakmaya çalışırız. Durduğumuz noktadan daha ileri gitmek için farklı parametreleri, fikirlerimizin doğrusunu, yanlışını, değerlendiririz. İyinin yanında kötünün de olabileceğini, kiminde avantajı, dezavantajı olanı, attığımız adımların eksiğini, fazlasını hesaplarız. Açgözlü ya da gözü yukarılarda olduğumuz, aza kanaat getirmediğimiz için değil, fazlasını mümkün gördüğümüz için didinip çırpınırız. Aslında yetinmediğimiz şey, umudumuzun tükenmesi, ufkumuzun kararması, yaşama arzumuzun bir şekilde körelmesidir. Adı ister yetinmemek ister daha iyisini amaçlamak olsun, kısacası arkasından koştuğumuz, odaklandığımız şey, devinim içindeki hayatın en isabetli biçimde sürüp gitmesidir.

İnsanlık tarihi boyunca pek çok alana ilişkin felsefe yapmak ve fikir sahibi olmak birbirini izlemiştir.  Bir şeyin önce temel alt yapısı oluşturulmuş, yani temelleri atılmış sonra duvarları, ardından çatısı örülmüştür. Amiyane deyimle önce senaryo yazılmış, film çekilmiş, sonra amaçlanan şeyler yaşanmış, gerçeğin parçalarına dönüşmüştür. Söz konusu planlı hayatın hatta kaotik, girift ve içinden çıkılması güç alanın birçok baş ağrısı vardır. Siyaset felsefesi, toplum sosyolojisi, değerler ve ahlak, bireylerin birbiriyle ilişkisi ve insan ihtiyaçları söz konusu alanın belli başlılarındandır. Aynısının aynısı olan girift ve karmaşık alanların sayısını artırmak işten bile değildir. Yığınla karmaşık ve karışık sorunları olan şu dünyada; görevler ve roller aldığımız, sorumluluklar üstlendiğimiz kurumlar, bir bakıma aynamızdır, içinde yaşadığımız evimiz gibidir. Kurumlar, insanların büyük ya da küçük olsun, hedef ve amaçlarının üzerinde asgari temellerde uzlaştığı araçlarıdır. Aynı zamanda söz konusu kurumlar, insan birikiminin ve deneyiminin müşterek havuzlarıdır. Hep bir şeyleri olsun isteyen bireylerle doyumsuz kurumlar arasında fark yoktur. Oburca sanayileşeme isteği, sınırsız mülkiyet hırsı, kurumsal kimlikle sarsılmaz ve kopmaz bağları olan insan aklının ürünüdür. Zira insan egosunun doyumsuzluğu ve sınırsızlığı, hiçbir şeye ve hiçbir şeyle yetinmiyor.

Konumuzla doğrudan ilişkisi olmamakla beraber, insan doyumsuzluğu ve ortaya çıkan adaletsizlik arasındaki ilişki hakkında bir iki örnek vermekte yarar görüyorum. Çok sayıda ayakkabıya sahip biriyle hiç ayakkabı satın alamayan birinin ayakkabı yoksunluğu, yoksulluğu arasında; birden çok evi olanlarla evi olamayan ya da ev satın alamayan insanlar arasında sıkı bir ilişki vardır. Birilerinde birden fazla şey oldukça ve bu şeylerin çeşit ve adet sayısı durmadan arttıkça, başkaları yoksullaşır, yoksunlaşır ve her zaman hayatın nimetlerinden daha az yararlanmak zorunda kalır. Hiç kuşkusuz ki dünyadaki adaletsizliğin tek nedeni egemenler değil, gelirleri biraz artan insanlar da tüketim anlayışlarıyla ve mülkiyet hırslarıyla bu işe çanak tutuyorlar.

Yeniden konumuza dönersek, insan egosu gereği hep daha çok şey, hep daha fazlasını istiyoruz. Kimimiz bencil olduğu için, kimimiz sorumluluk duyduğu için, kimimiz daha iyi yaşamak istediği ve daha iyi yaşamayı hak ettiğini düşündüğü için mevcut olanla yetinmiyoruz. Bize dayatılan haksızlıklarla, kader diye sunulan kölelikle, geçmişten beri kavga ve mücadele ediyoruz. Bu, aynı zamanda bize biçilen kostümlerle ve hiçbiri bizi ifade etmeyen rollerle, özgürlüğümüzü ve kişiliğimizi sınırlayan cendereyle yetinmemektir. Daha iyisini aramak ve yetinmemek üzerine yukarıda saydığım kriterleri (ölçüt) çoğaltmak mümkündür. Konumuz kurumsal ve bireysel gelişim olduğundan, mevcut durumla yetinmemek anlamında geliştirmek, daha iyisini amaçlamak ve siyaset arasındaki ilişkiye değineceğim. Elden geldiğince öneriler yaparak, kişi ya da kuruma dair geliştirmeyi ve daha iyisini amaçlamayı odağa koyarak yazının başlığındaki konuyu tartışmaya çalışacağım.

İş tutuş tarzının, yönetim yeteneğinin, doğru bir koordinasyonun, ortak aklın ve koşulların, daha iyiye dönük gayretlerin ve bu amaçla sürdürülen arayışların, geliştirmek ve daha iyisini amaçlamak çabası üzerinde ciddi bir etkisi ve önemli bir katkısı olduğu aşikârdır. Anılan konuların tümüne değinirsem, yazıyı yazmak da, onu okumak da oldukça sıkıcı hale geleceğinden, bilgim yettikçe ve özetle daha iyisini amaçlamak, yetinmemek, geliştirmek ve zorlukları aşmak mevzuuna, geçmişten günümüze ortaya konulan teorik, pratik yaklaşımlara değineceğim.

Hiç şüphe olmasın ki, daha iyisini amaçlamak konusundaki her çaba; bizi de, içinde bulunduğumuz kurumları da ileriye taşır, bizi düne göre daha başarılı hale getirir. Bu özelliğimiz, içinde bulunduğumuz kurumlara yansıdığı gibi kurumların iyi özellikleri de bize yansır, bizi etkiler. Kurumlar geliştikçe içinde görevler, roller alan, sorumluluk üstlenen bireyler; bireyler geliştikçe içinde çalıştıkları, görev ve roller aldıkları, sorumluluklar üstlendikleri kurumlar gelişir. Buradaki kurum ve birey ilişkisi, iç içe geçen, birbirinden beslenen doğrudan ve dolaylı bir ilişkidir.

Örgütsel yapılar ve kişilikler arasında kopmaz ve sarsılmaz bağlar vardır. Etiğin kendisi ve etik değerler, kişisel değerler ve yapısal özellikler taşıyan değerler, en az değer yargıları ve toplumun geniş çoğunluğunca kabul gören ahlak kuralları kadar korunmayı hak ederler. Kendi değerleri ve ayırt edici bir hafızası olan kurumlar, daha sağlıklı gelişeceği gibi daha iyisini amaçlamak yolunda ciddi ve önemli kurumsal kimlik kazanırlar, bireysel kimlik için ortaya örnek niteliğinde çerçeve koyarlar. Deneylerden, birikimlerden oluşan kurumsal hafızalar, bireylerin hafızalarını zenginleştirir, onları ortak akıl yönüne kanalize eder, yığınsal yarara açık sağlıklı ve yararlı bir havuz oluşturur.

Daha iyisine ulaşmak ve daha iyisini amaçlamak için hem kurumsal hem bireysel yönden ve hem de ortak bir hafıza yaratmak açısından yapılacak yığınla şey vardır. Kısaca bunlara değinmek gerekirse, çaba gösterirken rahatlık bölgemizden, konfor alanımızdan çıkmak belki de en başta gelen davranış olmalıdır. Zira bu, kendimizi ve kurumlarımızı geliştirmek için kesinlikle ihtiyacımız olan bir şeydir.  Bana göre çok yerinde kullanılmadığı halde, yapılması gerekenlerin başında gelen konulardan biri de şudur. Hem eleştirilere açık olmalıyız hem de eleştirilere kulak vermeliyiz. İstediğimiz faydaların bilincinde olarak, bunları görerek ve göstererek irade gücümüzü yükseltmeli, yapılacak iş ve işlemlerde özgür irademizle başlayabilmeli ve karar vermeyi, kararlar almayı becerebilmeliyiz.

Toplumsal yaşamın girift ve karmaşıklığı nedeniyle ne kadar çaba gösterirsek gösterelim kör noktaları bulmak her zaman zordur. Bunun için muhakkak geri bildirimler ve amaç birliği yaptığımız yakın çevremizden destek almalıyız. Benzer kurumların aynı alandaki faaliyetlerine, tutumlarına, reflekslerine her fırsatta dönüp bakmalıyız. Bilgi her ne kadar evrensel gibi gözükse de bilgiyi işleme, bilgiye ulaşma, bilgiyi kıymetlendirme ve etkili hale getirme son derece öznel bir durumdur. Kuşku olmasın ki kitaplar da yaşanmışlıklar ve bilgi depolarıdır. Kitaplardan ve özellikle uğraş alanımızı ilgilendirenlerden faydalanmanın sayısız yolu vardır ve mutlaka onlardan yararlanılmalıdır. Zira kitapların doğası, hele kitap iyiyse insana inanılmaz bir gelişim olanağı sunar. Bu nedenle sürekli ve her gün kitap okumalıyız.  Aynı amaçlarla genç yaştakilerin, yeni başlayanların ve henüz geç kalmadığını düşünenlerin, yapabiliyorlarsa yeni bir dil öğrenmeleri gayet iyi olur. Verimli olmanın ve etkili siyaset üretmenin birçok başkaca yolu, hiç üstünde durmadığımız püf noktaları vardır. Bu yollardan biri de ruh ve beden sağlığımıza dair pek çok ayrıntıya kulak vererek sağlıklı ve kaliteli bir yaşam alışkanlığı kazanmaktır. Günümüzün iyi ve verimli geçmesini istiyorsak erken uyuma ve erken uyanma alışkanlığı edinmeliyiz. Birbirini besleyen erken yatma ve erken kalkma alışkanlığı, zihin dinginliğini, zihinsel ve bedensel gücü olumlu yönde etkiler, zihnimizi ve bedenimiz beslemeliyiz. Her konuda bilgi sahibi olmaya odaklanmak yerine, yeteneklerimizi keşfetmeli ve yeteneklerimizi geliştirmeye çalışmalıyız. Söz gelimi yetenekli olduğumuz ya da kendimizi yatkın saydığımız bir alanda, yeni kurslara katılmalıyız.

İçinde yer aldığımız kurumların bütünsel kimliğimizi, kim ve ne olduğumuzu yansıttığından şüphe duymamalıyız. Yeterince atak olmayan bireylerin, dinamik kurumlar ve hareketli örgütler yaratması olanaksızdır. Hantal ve yorgun kimselerin kurumları hızlı ve koşar adım iş yapamazlar. Kiloları fazla olan, sağlıksız beslenen ve yeterince uykusunu almayan bir insan, rahat ve tempolu yürüyemez. Riskler, kaygılar, korku ve cesaret konusunda da kurumlar ve kurumlar içinde yer alan kişiler arasında derin bağlar vardır. Hem kurumsal kaygılarımız hem bireysel durumumuz nedeniyle bilinçli ve inançlı bir şekilde cesur kalmalıyız. İnsani bir duygu olan ancak insanı iğdiş eden korkuyu, bilinçten aldığımız cesaretin güçlü potasında eritmeliyiz. İçimizde korkuyu yaşatarak, korkuyu üreterek sağlıklı bireyler olamayacağımız gibi, sağlam kurumlar ve yapılar da oluşturamayız. Hatta sağlıklı kararlar alabilmek için bile olsa korkularımızın üstesinden gelmeliyiz. Kendimizi isteklendirmek, çalışkanlık kültürü kazanmak, zihinsel açıdan diri kalmak ve zihinsel rahatlık için egzersiz yapmalıyız. Yaptıklarımızla, amaçlarımızla ve yapmak istediklerimizle geleceğe, bizden sonraki kuşaklara miras bırakmalıyız. 

Kurumsal kimlikleri ilerletmek, onları gündem belirleyen niteliklere bürümek, saygın ve etkili hale getirmek, ortak akılla ve kolektif yönetişimle olanaklıdır. Kendimizi ve kurumsal yapıyı geliştirmenin en kolay yolu hiç kuşkusuz çevremizle birlikte harekete geçmektir. Bunu yaparken hedeflerimizi gözden geçirmeli, bireysel ve kurumsal açıdan zayıf yanlarımızı keşfetmeliyiz. Hemen her dönem kurumlarda çalışma programı yapmalı, bireysel işlerde yapılacaklar listesi kullanmalıyız. Zira kurumlar ve örgütler de bireyler gibi hata yapabilirler, yanlış kararlar alabilirler. Hatalarımızı kabul etmeli, yanlışlarımızdan dönebilmeli, bu yönlü öz eleştirileri erdemlilik saymalıyız. Unutmamalıyız ki hatalarını kabul etmeyen, hatasının farkında olmayan, yanlış yapmaya devam eder. Hem kurumsal hem bireysel olarak performansımızı olumsuz yönde etkileyen kötü alışkanlıklarımıza, bağlılıklarımıza veda etmeliyiz. Zor ve can yakıcı da olsa tutulduğumuz kimi şeylere, kolayımıza gelen kimi hallere veda edebilmeliyiz. Yeni alışkanlıklara, yeni deneyimlere, yeni yöntemlere sahip olmalıyız. Zira daha iyisini amaçlamak; yenilenmek, yeniye yönelmek, yenisini keşfetmekle mümkündür. Karakteristik olarak olumsuz insanlardan, kötü düşüncelerden, karamsarlıklardan uzak durmalıyız. Hayatın zorluklarla dolu olduğunu bilmeliyiz. Zor insanlarla, çözümü kolay olmayan sorunlarla başa çıkmayı öğrenmeliyiz. Toplum hayatını, siyasetin teori ve pratiğini, diyalog yöntemini, arkadaş çevremizden, dostlarımızdan, başka çevrelerden tanıdığımız insanlardan, program ve proje ocaklarından öğrenmeliyiz, istişare gibi alışkanlıklar edinmeliyiz.

Günümüz kitle iletişim ortamında hem kurumsal yapılarımızla hem ilişki ağımızdaki tek tek bireylerle yaygın ve etkin biçimde dijital dünyayı anlamaya çalışmalıyız ve bu yeni dünyayı mümkün olan en geniş manada kavramalıyız. Bunu yaparken elbette sosyal medyadan yaralanmalıyız ama o mecrada olabildiğince daha az zaman geçirmeliyiz. Strateji konulu ve zihin geliştirici oyunlar öğrenmeliyiz. Kendimizi geliştirmek istediğimiz alanda öncü olan kişileri mutlaka takip etmeliyiz, onların literatürlerini (Edebiyat, kaynak), yol ve yöntemlerini düzenli şekilde izlemeliyiz. Zamanı doğru ve verimli kullanmak, egemenlerin yarattığı gündemin arkasından sürüklenmemek için televizyon izlemeyi azaltmalıyız. Zira genel yayın yapan büyük çaplı televizyon ve gazeteler, egemenlik sitemlerinin, iktidar bloklarının en önemli propaganda araçlarıdır.

Unutmamalıyız ki arkalarına bakanlar, asla önlerini göremezler. Geçmişin yüküyle yaşamak gelecekte işe yaramayan bir şeydir. Sürekli geçmişle övünerek, geçmişin başarı hikâyelerine sığınarak varılacak bir yer yoktur. Geçmişe geçmiş demeyi, geçmişten kalan yanlışlara yaşanmışlıklar gözüyle bakmayı ve onlardan dersler çıkarmayı becermeliyiz. Kendimizi iyi hissetmek, sabırlı kalabilmek ve kendimizi daha iyi dinlemek ve yaptığımız işlere odaklanmak için bile olsa nezaketi öğrenmeliyiz. İnsan olduğumuzu, etten ve kemikten yapıldığımızı, gücümüzün ve enerjimizin bir sınırı olduğunu unutmamalıyız. Bu yüzden de yaptığımız iş, üstlendiğimiz görev ne olursa olsun, birazcık ara vermeyi, dinlenmeyi ihmal etmemeliyiz. Bir süre dinlenmek, dışarıdan izlemek, olup bitenleri dış gözle yorumlamak çoğu zaman iyidir.

 Hayatımızı derli toplu, planlı ve programlı yaşamak, nereden gelip nereye gittiğimizi bilerek yaşamla ilişkilenmek son derece önemlidir. Bunun için, azami düzeyde disiplinli olmalıyız. Daha iyiyi amaçlamak ve geliştirmek için hem teoride hem pratikte gelişime bağlı kalmalıyız. Kurumlar ve kişiler olarak gelişim kavramını sürekli akılda tutmalıyız. Kendimizi ve kurumlarımızı geliştirmek uzun vadeli bir iş olduğundan, en başından itibaren bu yolculuk için kendimizi hazır hale getirmeliyiz. Hayata uzun soluklu bir şey, zorluklarla, engellerle dolu bir yolculuk gözüyle bakmalıyız. Mücadelemizin uzun erimli olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Unutmayalım ki ancak uzun mesafeli bir yolculuk olduğunda, daha fazlasını yapabiliriz. İşte bu yüzden kendimizi geliştirmek için çıkacağımız bu yolu uzun mesafe yolculuğu olarak görmeli ve buna sıkı bir şekilde hazırlanmalıyız. Öğrenmek, hayatımızın bir parçası olmalı, öğrenmeyi asla bırakmamalıyız. Kendimizi, içinde görevler aldığımız kurumlarımızı geliştirmek konusunda bilmemiz gereken bir diğer önemli husus ise, öğrenmenin geçici bir heves olmaması gerektiğidir. En azından bunu geçici bir heves olmaktan çıkarmalıyız, öğrenmek bir süreç olmalı ve öğrenmek işini bilinçli ve sistematik bir uğraş haline getirmeliyiz. Söz gelimi her gün yeni şeyler öğrenmeliyiz. Bir müzik dinleyerek, bir kitap, bir köşe yazısı okuyarak, bir sanat galerisini ziyaret ederek veya bir video ya da film izleyerek. Her nasıl ve ne şekilde yaparsak yapmalı ama her gün yeni bir şeyler öğrenmeye çalışmalıyız.

            Denebilir ki yukarıdaki öneriler seçkisi, daha iyisini amaçlamak için üç aşağı beş yukarı hesabıyla, rahatlıkla genel kabul görecek türdendir. Ayrıca hepsi de siyaset zemini ve insan gelişimi için gerekli ve yararlı maddelerdir. Kimine iddialı görünse de her şeye rağmen siyaset sahnesinde olmak, aynı zamanda birey olmak açısından önemli bir duyarlılık noktası yakalamaktır. Bu noktanın kişisel gelişimle muhakkak bir ilişkisi vardır ama bu noktanın ileri aşamalarından biri, asla tek başına kalmak ve tek başına hareket etmek arasındaki bir yer değildir. Zira siyaset bireysel değil, kolektif bir iştir ve kurumlarla yapılır. Ya kurumlarımızı güçlendirecek ve büyük denklemin içine gireceğiz, onun önemli bir parçası olacağız ya da zamanla cılız ve zayıf yapılara dönüşen kurumlarımızın ortadan kaybolmasını izleyeceğiz. İkincisi birey olarak bizim de tükenişimiz ve aynı zamanda kendimizi ararken zaman ve zemin kaybedişimiz anlamına gelmektedir. Kant, “Ahlak sadece ne yaptığınızla değil, onu neden yaptığınızla da ilişkilidir,” demektedir. Bu özlü cümleden hareketle söylemek gerekirse, siyaset sadece ne yaptığınızla, ne düşündüğünüzle değil, neden ve nasıl yaptığınızla ilişkili bir faaliyettir.

Grupsal, kişisel ve geleneksel pozisyonlarda ısrar etmek, ideolojik dar bir çevreden memnun olmak duygusu, önünde sonunda bireysel düşünce tarzını ve bireycilik tavrını kaçınılmaz kılacaktır. İçinde yer aldığımız kurumlarımız, örgütsel yapılarımız küçüldükçe geride kalanlar olarak, daha çok tekil düşünüyor, çevremizde çıkarlarını gözetmek zorunda kaldığımız insan sayısı azaldığından daha fevri ve bireyci hatta bencil oluyor, giderek sadece kendimizi savunur duruma düşüyoruz. Böyle böyle hem birbirimize mecburiyet manasındaki bağlılığımız artıyor hem birbirimizin her türlü zaaf ve hataları karşısında tutumumuz esniyor hem de giderek laçkalaşma ve bozulmalar başlıyor, kurumsal kimlikler için olması gereken kararlılıktan uzaklaşıyoruz.

Kurumsal hafızayı geliştirmek, kurumu diri ve sürekli yenilenebilir halde tutmak, kurumsal kimlik ve kurumsal gelişme bakımından önemlidir. Açık ki, bir dizi örgüt ve kurum eliyle var olan siyasal yapılar güzergâhı, açık ve kesin olarak sınırlanmış politik fikirleri somutlaştırmaya izin vermenin, toplumun yaşamını organize etmenin bir yoludur. Aynı zamanda siyasal zeminler, belirli durumlarla ve gereksinimlerle şartlanmış toplulukların beraber hareket alanıdır. Bununla birlikte siyaset dünyasının ve siyaset sahnesinin konsepti (kavram) oldukça geniştir. Öte yandan hiç kuşku olmasın ki modern toplumun siyasal kurumu olan ve en güncel duran partilerde yer alan insanların arasındaki ilişkileri düzenleyen süreçler, kurallar ve normlar üzerinden ilerlemektedir. Dolayısıyla toplumlar, ortaya çıkardıkları kurumları kadar; kurumlar da içinde yer alan kişiler kadar gelişkin, gelişmiş ya da yenilikçi olabilirler.

Yukarıdaki sayısız örneğe ve öneriye rağmen, aşağıda ifade edilen başlıklar anılmaksızın siyaset alanını, zihin esnekliğini, bakış açısını geliştirmek ve daha iyisini amaçlamak konularını yazmanın işimi zorlaştırdığını belirtmem gerekir. Her biri tek başına bir tartışma ve makale konusu olan küresel egemenlik sistemi, iktidar bloku, egemenlik bloku, bölge veya ülke denklemi, güç dengeleri, mevcut dünya düzeni içinde ya da paralelinde görevler ve roller almak, paydaş veya payanda olmak alanları muhakkak çok önemlidir ve bir şekilde ele alınmalıdır. Ancak yazıyı uzatmamak ve konuyu dağıtmamak için şimdilik başlığa sadık kalmak ve çerçeveyi dar tutmakla yetiniyorum. İstenirse önümüzdeki günlerde anılan konulara dair kısa veya uzun değerlendirmeler yapmak elbette olanaklıdır.