“ATEŞ- KAN- BARUT GÜNLERİ”NDE DİPLOMASİ VE ASIRLIK KÜRT ÇAĞRISI… | Kovara Deng | DENG Dergisi
Kapat

“ATEŞ- KAN- BARUT GÜNLERİ”NDE DİPLOMASİ VE ASIRLIK KÜRT ÇAĞRISI…

YazarResmi

Bilindiği gibi II. Abdülhamid istibdatına son vererek 1908’de II. Meşrutiyet yönetimini kuran İttihat ve Terakki Hareketi’nin beş kurucu üyesinden ikisi Kürt aydınıydı. Bunlardan biri Malatya/Arapgirli Dr. Abdullah Cevdet (Karlıdağ) Bey, diğeriyse Diyarbekirli Dr. İshak Sükuti Bey idi. Abdullah Cevdet, 1930’lu yıllara kadar yaşamış ancak İshak Sükuti 1912’de vefat etmişti.

Hareketin temel amacı, 1878’de I. Meşrutiyet Meclisi’ni dağıtan Abdülhamid yönetimine son vermek ve Osmanlı’nın “İttihad”ı yani “birliği” ve “Terakkisi” yani “birlikte ilerlemesi” ekseninde yeni bir “meşruti devrim” gerçekleştirmekti. Örgütün Diyarbekir’deki şubesinin adı da Osmanlı-Kürd İttihat ve Terakki Cemiyeti idi.

Abdülhamid istibdadına son verilmesi ve Meşrutiyet Devrimi’nin ilan edilmesinden sonra Dr. Abdullah Cevdet Bey, özelde hemşerilerine, genelde tüm topluma yönelik bir “Hutbe” yayımlıyor ve bunu kitapçık olarak bastırıp yayıyordu (1909).

Bu söylevde, “Hemşerilerim ve ey Türkiyeli vatandaşlar! Bugün Hürriyet Bayramı’dır, haydi herkes barışın!” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyordu:

“Umum vatandaşlar; Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi hasılı Müslim ve Gayrımüslim bütün vatandaşlar, birbirinizi kucaklayın. İlim, hüner, sanat tahsiline, şirketler te’sisine el birliğiyle ve karşılıklı yardımlaşmayla çalışın. Birbirinizin lisanlarını öğrenin. Ecnebi lisanlarını, Fransız, Alman, İngiliz lisanlarından hiç olmazsa birini mutlaka çocuklarınıza öğretin...” (M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-I, Özge yay. Ank.1994, s. 17-18).

Avrupa demokrasilerini ve özgürlükleri yakından gözlemlemiş, seçkin bir Osmanlı ve Türkiyeli aydın olarak Dr. Abdullah Cevdet, özgürlüklerin insan ve toplum yaşamındaki kaçınılmazlığını içselleştirdiği için hutbesini/söylevini şu sözlerle noktalıyordu: “Hürriyet canımızın canı; hürriyet, hayatın hayatıdır.”

Meşrutiyet Devrimi, ilk dönemde diğer halklar gibi Kürtler’de de büyük bir umut ve sevinç yaratmıştı. Kurulan iki meclisli (Meclis-i Mebusan ve A’yân Meclisi/Senato) Parlamento’da Kürtler de yerlerini almışlardı. Keza, 1865’te Dersim’de kurulan Kürd-Ermeni İstiklal Komitesi’nin ardından 1900 yılında kurulan Kürd Azm-i Kavî Cemiyeti’nden sonra 1908-1920 yılları arasında 20 dolayında Kürt demokratik örgütü kurulmuştu ki, bunların içinde siyasi partilerin yanısıra kadın ve gençlik örgütleri ile çok sayıda kültür-eğitim derneği kuruluyordu. Yine bu örgütlerin 15 dolayında Kürt kimlikli gazete ve dergisi bulunuyordu. (Bu periyotlar için bkz. Malmisanîj-M. Lewendi: Li Kurdistana Bakûr û Li Tirkîye Rojnamegeriya Kurdî; Özge Yay.; Ankara; 1992).

Fakat bu umutlu bekleyiş fazla sürmemiş, iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası yönetiminin Selanik Kongresi ile hemen tümüyle Balkanlı ve Kafkasyalı “Türk- İslamcı” kadroların eline geçmesiyle başta Dr. Abdullah Cevdet Bey ile Ağrı Hareketi’nin lideri İhsan Nuri Paşa olmak üzere yurtsever Kürt aydınları bu partiden koparak Kürt demokratik örgütlerine geçmişlerdi.

Bu yönetimin Alman militarizmiyle birlikte girdiği I. Dünya Harbi yıllarında “etno-dinsel arındırma/tektipleştirme/Türk İslamlaştırma” politikası ekseninde uyguladığı soykırım, katliam, sürgün ve asimilasyon politikaları çelişkileri iyiden iyiye artırmıştı.

Mütareke ve “Milli Mücadele” Dönemeci

İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti’nin Alman militarizmiyle birlikte yenilmesi üzerine iktidara gelen Hürriyet ve İ‘tilaf Partisi, Kürtlerin kopuşunu engellemek için kolları sıvamış ve en büyük Kürt örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti yöneticileriyle, “Kürdistan’a özerklik verilmesi” temelinde anlaşma yapıyordu. İngiltere Hükümeti de bu temelde görüşmeler yapmış ve taahhütte bulunmuştu.

Padişah görevlendirmesi ve İstanbul’daki İngiliz işgal güçlerinin izniyle İstanbul’dan ayrılarak Samsun üzerinden Kürdistan’a geçen Mustafa Kemal’in asıl amacı ise Kürt halkının desteğini sağlamak ve Rojava bölgesinde Fransızlar‘a karşı “çete savaşı”na başlamış olan sivil kuvvetleri yanına almaktı. O dönem Halep vilayetine bağlı olan Maraş, Antep, Urfa, Antakya bölgesindeki çetelerin önemli bir bölümü Kürt çeteleriydi. Sadece Antep’teki 16 çetenin 12’si Kürt çetesiydi.

Nitekim, 1919-1920’lerde imzalanan Erzurum, Amasya, Sivas Kongre Protokolleri; 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa); Mustafa Kemal’in Meclis konuşmaları; 1922’de Meclis’te görüşülen “Kürt özerkliği”ne ilişkin kanun tasarısı; buna bağlı olarak bizzat “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzasıyla cephe komutanlıklarına gönderilen genelgeler; 1923’te yeni devletin eşitlikçi yapılanması konusunda gazetelerin baş yazarlarına İzmit’te yapılan açıklamalar ve nihayet “Türk ve Kürt delegasyonu” adına Lozan’a katılan Kürt kökenli İsmet (İnönü) Paşa’nın iki halkın eşitliğine ilişkin söylemi, Ankara Hükümeti’nin izleyeceği yeni politikanın ana hatlarını oluşturuyordu.

Koçgiri Süreci

Dersim/Koçgiri bölgesinden 1920/21’de yapılan resmi başvurular da esas olarak bu vaatlerin güvenceye alınmasını hedefliyordu.

1918- 1921 yılları arasında Kürdistan Teali Cemiyeti gibi dönemin en etkin demokratik Kürt örgütlerinde yer alan Vet. Dr. Mehmet Nuri Dersimi, Koçgiri Konfederasyonu’nun liderlerinden Alişan Bey, kardeşi Haydar Bey ve şair Alişêr Efendi gibi aydınların önderliğinde Koçgiri halk hareketinin gerçekleştirilmesi aşamasında, Cemiyet Merkezi’nin çalışmaları doğrultusunda birtakım diplomatik girişimlerde bulunulur.

Kürt delegasyonu adına Paris Barış Konferansı’na katılan Şerif Paşa, sonradan Said-i Kürdî gibi kimi Cemiyet üyelerinin tepkisiyle görüşmelerden çekilse bile, Sevr Barış Antlaşması’nın 62-64. Maddeleri uyarınca “özerk bir Kürt yönetimi”nin kurulması kararlaştırılmış olduğu için, hem Ankara’da açılan Meclis’in bu karara uyup uymayacağı soruluyor hem de daha güçlü ifadelerle, iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Kürdistan Teali Cemiyeti arasında varılan anlaşma gereğince “Kürdistan’da kurulacak özerk yönetim” kararına M. Kemal Hükümeti’nin de uyup uymayacağı soruluyordu. 5 Maddelik “Muhtıra- Mektub”un içeriği şöyleydi:

“1- Kürdistan özerk yönetimine olur veren İstanbul Saltanat Hükümeti’nin bu konudaki kararını Mustafa Kemal Hükümeti’nin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması,

2- Kürdistan özerk yönetimi hakkında M. Kemal Hükümeti’nin görüş noktasının ne olduğu konusunda Dersimliler’e acele cevap verilmesi,

3- Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan bölge hapishanelerindeki Kürt tutukluların derhal serbest bırakılması,

4- Kürt çoğunluğu bulunan bölgelerde Türk hükümeti yöneticilerinin çekilmesi,

5- Koçgiri bölgesine gönderildiği haber alınan askeri birliklerin derhal geri alınması (15 Kasım 1920)”

Bu diplomatik girişimin asıl öncüleri Dr. Nuri Dersimi ile Alişêr Efendi idi. Ancak, Muhtıra- Mektub’u asıl kaleme alanın, daha önce Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim’in Ağdat’taki evinde bir özel “mektep” açmış olan, Nuri Dersimi’nin babası İbrahim Efendi olduğu belirtilmektedir.

Koçgiri Aşiret Reisi Alişan Bey’e ve Nuri Dersimi’ye, ilk Meclis’e katılmaları için M. Kemal’den davet gelmiş, ancak “Kürt hareketini pasifize etmeyi” hedeflediği için bu davet kabul edilmemişti. Nitekim, üstteki diplomatik girişimden sonra Nuri Dersimi tutuklanarak, Divriği Hapishanesi’ne atılmış; ele geçirilemeyen Alişêr hakkında da Meclis gizli toplantılarında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. (Bu gizli celse görüşmeleri için bkz. M. Bayrak: Dersim- Koçgiri; Özge yay. Ank.2012, s. 183- 205).

Koçgiri’ye ilişkin pek bilinmeyen bir diplomatik girişime de, Kürt ulusal hareketindeki tanıklıklarından tanıdığımız aydınlardan İsmail Hakkı Şaweys yer vermektedir.

Buna göre, Dersim/ Koçgiri Kürtleri’nin güçlü göründüğü bir dönemde, 10 Mart 1921’de Mustafa Kemal, Sivas Valisi aracılığıyla taleplerin bildirilmesini ve korunan Ermeniler’in teslim edilmesini ister. Onlar da, telgrafla şu cevabı verirler:

“Temiz bir kalple görüş ve düşüncelerimizi aşağıda geçtiği şekilde size sunuyoruz:

  1. Savaş ve kan dökmek Kürt ve Türk’ün çıkarına değildir;
  2. Mustafa Kemal Paşa, Sivas ve Erzurum Kongrelerinin kararı üzerine Kürdistan’ın sınırlarının büyük ölçüde ayrılması gerekiyor;
  3. Hükümetin kararıyla Kürdistan idari, ekonomik ve bilgi açılarından bağımsız olmalı ve Türkiye ile aynı olacak şekilde bakılmalı;
  4. Osmanlı’nın eski siyaseti Kürdistan için canlandırılmamalı. Kürd’ün hakları tanınmalı. Türk nasılsa Kürd’e de o şekilde bakılmalı ve devlet işlerine katılmalı;
  5. Koçgiri Kürtleri’nin isteklerine karşı güç kullanmanın sonucu kötü olur. Değil sadece Koçgiri, ağır vergi yükü altında hepimizin hayatı zehir oldu. Biz bütün Kürtler, okulsuz, hastanesiz ve doktorsuzuz. Dünya Savaşı evimizi viran etti. Bundan dolayı Kürdistan’ın yeniden yapılanmaya ihtiyacı var;
  6. Bütün mahkumlar bırakılmalı. Türk askeri Kürd’e düşman gözüyle bakmamalı. Biz zorunlu ve meşru olmadığı sürece kan dökmeyiz.
  7. Yanımızdaki Ermeniler’in hepsi çocuk, kadın ve yaşlılardır. Silahsızlar, bize sığındılar ve de masumlar. Bundan dolayı onları teslim etmeyiz.” ( Bkz. Sabah Galib: 1919- 1923 Yılları Arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün Kürt Meselesi Karşısındaki Tutumu ve 1922 Tarihli Kürt Otonomisi Kanunu’nun Metni; Birnebun, Sayı: 39/ 2008).

Bu diplomatik girişimler devam ederken, Ankara Hükümeti bir oldu-bitti yaratıp, Sivas’taki Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa öncülüğünde, subay üniforması giydirilen Topal Osman’ın milislerinin de yardımıyla Koçgiri’de büyük bir katliam gerçekleştirir… (Bu konuda bkz. Dönemin Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran: Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları; Çağdaş yay. İst. 1982, s. 69- 88).

Sevr Antlaşması sonrası, kısa adı “Kürdistan Komitesi” ya da “Azadi” olan Kürdistan Bağımsızlık ve Kurtuluş Komitesi Genel Merkezi’nce bir “Deklerasyon” yayımlanır. Bunun maddeleri şöyledir:

  1. Kürdistan Komitesi, hiç bir devletin âleti değildir. Gayesi, meşru olan ulusal haklarını elde etmektir. O da:
  1. Milli sınırlarının ayrılıp belirlenmesi, hizmet ve içişlerinde bağımsız bir merkeze ve bağımsız bir yönetime sahip olması;
  2. Ulusal sınırlar içinde Kürtçe’nin resmi dil olarak kabulü;
  3. Kendi memurlarının kendilerinden olması;
  4. Jandarma teşkilatının Kürtler’e ait olması;
  5. Kürt erlerle subayların müşterek orduda özel kıtalar oluşturması, Kürt dilinde talim ve terbiyeye tabi tutulmaları.
  1. Ulusal gayenin husulüne kadar mücadeleye devam edilecektir. Dış ve iç zararlarla akan kardeş kanlarının maddi ve manevi sorumluluğu, Ankara’ya aittir.
  2. Komite, davayı barış yoluyla halle hazırdır.
  3. Akıtılacak kan oranında Kürtler’in ileri sürecekleri şartlar ağırlaşacaktır.

(Bkz. M. Bardakçı’dan aktarılarak, Hakkı Devrim: 80 Yıl Önceki Kürt Talepleri; Radikal gaz. 19 Ağustos 2009).

Meclis’te, başta Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey ile Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey olmak üzere, başkaca Kürt milletvekilleriyle Türk vekiller arasında yoğun tartışmalar yaşanıyordu. Diviriği’de tutuklanmış olan Nuri Dersimi, Hasan Hayri Bey’in girişimleri sonucu serbest bırakılırken; tartışmaların odağında olan Alişêr, Dersim’e sığınmış olduğu için gıyabında yargılanır ve cezalandırılmaz…

Mustafa Kemal’in “İkili” Politikası

Her Kürt talebine bir “dış mihrak” yaftası yapıştırmayı alışkanlık haline getiren İttihadçı- Kemalist zihniyet, burada da aynı yola başvurarak, konuyu Meclis gizli oturumlarında tartışma ve zaman kazanma yolunu seçiyordu. Oysa, üstteki talepler daha Aralık- 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti ile dönemin iktidar partisi Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasında bir protokole bağlanmış; yeni Kuva-yı Milliyeci Kemalistler de aynı doğrultuda Kongre kararları almışlardı.

Ankara Hükümeti, Kürtler’i oyalamak için bu arada “1921 Anayasası”na da “vilayetler esasına uygun bir muhtariyet” ilkesini koyar. Ertesi yıl da buna uygun olarak Meclis gizli görüşmesinde Kürdistan’a “muhtariyet” verilmesine ilişkin bir karar alır ve bir “Genelge” yayımlar. (Söz konusu Kanun tasarısı ve Genelge için bkz. Kürtler’e Mahalli İdare, 2000’e Doğru Dergisi, Eylül- 1987; Prof. Dr. Robert Olson: Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri ve Şeyh Said İsyanı/ 1880-1925; Özge yay. Ank. 1992, s. 244- 246; Murat Issı: Yunan Belgelerinde Kürtler’e Özerklik, Kürt Tarihi, Sayı:6/ 2013 ).

Bunların tümünün, Kürtler’in oyalanması amacını taşıdığı, ancak Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra ortaya çıkacaktır…

Mustafa Kemal, bir yandan Kürtler‘in desteğini sağlamaya çalışırken bir yandan da İngiliz yetkililerin Kürd Cemiyeti  temsilcileriyle “Kürdistan’a özerklik verilmesi” temelindeki  mutabakat metnini bir Fransız periyoduna sızdırarak, Fransızlar‘ın İngiltere’ye tepkisini çekmeyi başarıyor ve Amerikan asıllı Fransız ajan-gazeteci Madam Gaulis ve İngiliz temsilciler aracılığıyla 1921 ve 1922 yıllarında her iki devletle de gizli anlaşmalar imzalıyordu. Böylelikle Kürdistan’ın güney ve batı bölümlerinin bu devletler arasında bölünmesi koşuluyla, Ege’de Yunanlılar‘ın, güneyde İtalyanlar‘ın ipi çekilmiş oluyor ve Kemalistlerin işi kolaylaşıyordu.

1921-1922 yıllarında Ankara Hükümeti’nin İngiliz ve Fransız hükümetleriyle imzaladığı gizli anlaşmalar, hem İngilizlere bırakılan Güney Kürdistan’da hem de Fransızlara bırakılan Güneybatı Kürdistan’da -yani Rojava’da- tepkilere yol açmıştı. Osmanlı/Türk yönetimi bir yandan askeri kanaldan Güney Kürtlerini İngiliz yönetimine karşı kışkırtarak güç kazanmaya çalışıyor, bir yandan da Mustafa Kemal’den çok önce Fransızlara karşı isyana duran Rojava Kürtlerini oyalamaya çalışıyordu.

Ancak 1922’de bu gizli anlaşmaları haber alan Çiyayi Kurdan/Kürd Dağı bölgesi Kürtleri, Ankara’ya gelip bir Mutalebât (Talepler Listesi) hazırlayarak Meclis’e veriyordu. Bu “muhtıra mektupta”, adeta bugünkü trajik gelişmeler görülürcesine bölünmeye şiddetle karşı çıkılıyordu. Dönemin Başbakanı İsmet Paşa ise, uyarı amaçlı bu muhtıra- mektubu Lozan görüşmeleri sırasında, “Kürtler’in ayrılmak istemedikleri”nin kanıtı olarak sunuyordu…(İlk kez Osmanlıcadan çevrim yazısını yaparak yayımladığımız bu önemli belge için bkz. M. Bayrak: Milli Mücadele Yıllarında Kürddağlı Kürtler’in Dayanışma Deklerasyonu ve İstekleri; Kürdoloji Belgeleri- II, Özge yay. Ank. 2004, s.231- 262).

Bu gelişmelerden sonra 6 Mart 1923’te Meclis’te bir konuşma yapan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, “Türk’le Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bu nedenle, herhangi biri diğerine ihanet ederse ikisi için de akıbet yoktur” diyerek tarafları uyarıyordu. O zaman bu sözler ayakta alkışlanıyor ancak iki yıl sonra, 1925 Hareketi bahane edilerek Yusuf Ziya Bey, birçok Kürt Azadi Cemiyeti üyesiyle birlikte idam ediliyordu…

Legal örgütlenmeler yasaklandığı için Miralay Cibranlı Halit Bey başkanlığında kurulan Kürdistan Azadi Cemiyeti’nin, bugün elimizde çok sayıda aktif yöneticisinin

ismi bulunmaktadır. Örgütün en aktif şubeleri İstanbul, Erzurum ve Diyarbekir şubeleridir ancak Kürdistan’ın birçok ilinde örgütlüdürler. Harekette yer alan kimi Kürt

aydınları anılarında belli isimler verseler de, en ayrıntılı listeyi Batılı arşivlerden yararlanan Kürdolog Prof. Dr. Robert Olson, ilk kez Türkiye’de yayımladığımız sözkonusu çalışmasında yayımlıyor ( Bkz. S. 247- 250). ( Bu konuda ayrıca bkz. Zinar Soran: Civata Azadiya Kurd/ Kürt İstiklal Cemiyeti, Çira Dergisi, Sayı:1-2/ 1995; Dr. Oğuz Aytepe: Kürt İstiklâl Komitesi, Tarih ve Toplum, Mayıs- 1998; Dr. Naci Kutlay: Azadi Örgütü I/ II, Öz- Po., 20/21.2.2004 M. Emin Sever: Kürt Tarihinden Bir Kesit: Azadi Örgütü ve Cibranlı Halit Bey; Bîr Dergisi, Sayı:2/ 2005; Hüseyin Akar: Tarihin Karanlık Sayfalarına Yolculuk/Hasan Hayri Bey Neden İdam Edildi?, Dersim’de İklim, Sayı:59/ 2011; Sedat Ulugana: Cibranlı Halit Bey, Politik Art, Sayı:88/ 2012; Tahsin Sever: Kürdistan İstiklal Komitesi (Azadi) Lideri Cibranlı Halit Bey; Kürt Tarihi, Sayı:18/ 2015).

Ankara Hükümeti’nin Fransız ve İngilizlerle gizli anlaşmalarından sonra, Kürtler yönünü Sovyetler Birliği’ne çevirirler. Nitekim, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, 1923’te İstanbul’da Sovyet temsilcileriyle görüşür ve 1924’te Komiteya Merkeziya Kurdistan’ın proğramını Sovyet yetkililere sunar. 25 Maddeden oluşan Proğramda, Kürtler’in demokratik talepleri açıkça ortaya konur. (Proğram için bkz. Kürt İstiklal Komitesi Proğramı/ Kısm-ı Siyasi, Tarih ve Toplum, Sayı:173/ 1998)

Cibranlı Halit Bey’in öncülüğünü yaptığı Erzurum Komitesi de 10 maddelik bir karar alarak, bunu taraflara bildirir. Ancak Sovyetler Birliği, Ankara Hükümeti’ni Fransa ve İngiltere’ye, daha doğrusu Batı’ya kaptırmak istemediği için -Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katlinde olduğu gibi- geri durmayı tercih eder. Komite’nin karar ve şartlarında; Kuzey, Doğu, Güney ve Rojava’daki Kürt illerini içine alacak bir Kürdistan kurulması ve Komünist/ Sosyalist öğretinin yayılmasına karşı çıkılmaması öngörülüyordu. (Bu diplomatik girişimin ayrıntıları için bkz. Osman Aytar: Sovyet Arşivini İnceleyen Dr. Fevzi Namlı İle Röportaj/ SSCB, Şeyh Said’e Neden Yardım Etmedi; Nuroj gaz. Sayı:31/ 1997).

İngiliz arşivlerinde çalışan İhsan Şerif Kaymaz ise, 1 Ağustos 1924 tarihinde Diyarbekir’de bir “Türk- Kürt Kongresi” yapıldığını bildiriyor. Buna göre, Ankara yönetiminden 6 istekte bulunulur. Türk tarafı, ilke olarak bu talepleri kabul eder ancak bundan somut bir sonuç alınamaz. (Ayşe Hür: Kürtler’e Özerklik Sözü Verildi Mi?; Taraf gaz. 19 Aralık 2010).

Bu aşamada, Halil R. Bedirxan ve M. Cemil Salim öncülüğündeki Kürt Ligi tarafından Ekim-1924’te Cemiyet-i Akvam’a (Milletler Cemiyeti) Kürt taleplerini içeren bir “Memorandum” verilir. (Bkz. Nuri Şemdin: İsveç Devlet Arşivlerinde Kürtler; Bergeh, Sayı:1/ 1989).

Ordu Müfettişliğince, Dahiliye Vekaletine yazılan 18.2.1925 tarih ve 148 sayılı şifrede ise; Kürt millicilerinin bir “Federasyon” planından söz ediliyor. Bu şifrede; Diyarbekir’de Kürtçülük veya muhalefetle tanınmış kimselerin, “Kürdistan’a istiklal merkezi temin ve Türk hakimiyetinde bulunmak ve aynı zamanda Hükümet ve Reisicumhuru da tanıyarak Federasyon tarzında yönetim ile herhangi bir yabancı saldırı karşısında memleketi ortaklaşa dışarıya karşı savunmak ve ulusal

gelişmelerini sağlamak” amacında oldukları bildiriliyor. (Bkz. M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri, Özge yay. Ank. 2. Bas. 2013, s. 260- 261).

Burada, herhangi bir Türk- Kürt Kongresi’nden değil, Kürt millicilerinden ve muhalif kesimlerden söz ediliyor. Dolayısıyla, üsttekiyle aynı olgunun kastedilip edilmediğini tam olarak bilemiyoruz. Burada, üzerinde durulmaya değer bir başka belge ise, Genç eski Mebusu Hamdi Bey tarafından M. Kemal’den başlayarak ilgili makamlara verilen 28.5.1924 tarihli ihbar mektubudur. Söz konusu mektupta; geçmişten beri Kürt ulusal hareketinin içinde bulunan “ Bidlis mebus-u sabıkı Yusuf Ziya, Erzurum mebus-u sabıkı Süleyman Necati, Dersim mebus-u sabıkı Hasan Hayri ile Erzurum’da bulunan Miralay Kürt Halit Bey ve Muş’lu Hacı Musa Bey ile Şeyh Şerif Efendi’nin gizli faaliyetler içinde bulundukları” bildiriliyor ki, bu, Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey’in de en azından 1924’ten itibaren ihbar edildiğini ve bu gerekçeyle diğerleriyle birlikte idam edildiğini gösteriyor. (Bkz. Age, s. 218). Ajan- provokatör olarak harekette yer alan Bnb. Kasım da, bunların “Kürt istiklali” amacına vurgu yapar.

1924 yılına ilişkin önemli bir diplomatik belge de, Kürt Özgürlük Komitesi’nin (Cıwata Azadiya Kurd), Türkiye’deki gelişmelerden duydukları rahatsızlığa dair İngiliz yetkililere verdikleri bir rapordur. 1925 Kürt İsyanı’na giden süreci özetleyen bu Rapor, son derece önemlidir. 1924 Anayasası ile “Türk- İslam” ideolojisini ortaya koyan anlayışı eleştiren 11 maddelik Rapor şöyledir:

“1- Yeni azınlıklar yasası şüphe yaratmıştır. Türkler’in Kürtler’i Batı’ya sürmeyi ve yerlerine Türkler’i yerleştirmeyi planladığından korkulmaktadır

2- Türkler’le Kürtler’i birbirine yaklaştıran son kurum, halifelik, kaldırılmıştır.

3- Okullarda ve mahkemelerde Kürtçe konuşulması kısıtlanmıştır. Kürtçe eğitim yasaklanmış ve bu da Kürtlerin eğitimsiz kalmaları sonucunu doğurmaktadır.

4-(Kürdistan) kelimesi, (daha önce coğrafik bir terim olarak kullanılıyordu) coğrafya ders kitaplarından çıkarılmıştır.

5-Kürdistan’daki bütün üst düzey yöneticiler Türk’tür. Yalnızca alt düzeydeki görevlere, dikkatle seçilmiş Kürtler atanmaktadır.

6-Vergiler gene verilmekte fakat bunlarla kıyaslanabilir yararlar Hükümetten sağlanamamaktadır.

7-Hükümet, 1923’teki TBMM seçimlerine, Doğu illerinde müdahale etmiştir.

8-Hükümet, sürekli olarak aşiretleri birbirine karşı kışkırtmaktadır.

9-Türk askerler, sık sık Kürt köylerini basıp hayvanları götürüyorlar; ürünlerin karşılığı hiç, bazen de yetersiz ödeniyor.

10-Orduda Kürtlerin rütbeleri düşüktür ve geri hizmetlerde görevlendirilmektedir.

11-Türk hükümeti, Alman sermayesini kullanarak, Kürtlerin maden zenginliklerini sömürüyorlar.” (Bkz. Prof. Dr. Martin van Bruinessen: Ağa, Şeyh ve Devlet/ Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi; Özge yay. Ank. 1992, s. 454-455).

Bundan sonra, 1927’de resmen kurulan Kürt Özgürlük Örgütü XOYBÛNun, gerek 1925 Kürt Milli Direnme Hareketi, gerek doğrudan örgütlediği Ağrı- Zilan İsyanı, gerekse Cumhuriyet’in Onuncu Yılı dolayısıyla çok sayıda diplomatik girişimlerine ve düşüncelerini, taleplerini ortaya koyduğu, değişik dillerde kaleme alınmış çok sayıda “broşürlü diplomatik girişimler”ine tanık oluyoruz. Bu aşamada, muhalif hareketler “ateş- kan ve barut siyaseti” ile bastırılmış ve gerek Kürt coğrafyasında gerekse Avrupa ve Amerika’da Kürt diplomatik faaliyetleri yoğunlaştırılmıştır…

Dr. Sekban’ın Anlamlı Çıkışı: “Kürdler Türklerden Ne İstiyor?”

Yine 1923 yılı içinde, sonradan “150’likler” içine alınacak olan ünlü Kürt aydını Dr. Mehmed Şükrü Sekban, Ankara Hükümeti’nde Bayındırlık Bakanı olan hemşehrisi Fevzi Pirinççizade aracılığıyla Hükümet’e bir “muhtıra-mektup” göndererek Kürtler‘in isteklerini ve Kürt sorununun demokratik çözümünü başlıklar halinde ortaya koyar.

“Kürtler Türkler‘den Ne İstiyor?” başlıklı bu muhtıra-mektupta; Kürtlerin Türklerle eşit yaşaması talebi açıkça dile getirilir. Mehmet Şükrü Sekban Bey, Kürt halkı adına isteklerini, Türk yönetimlerinin adeta bir kutsal metin gibi sundukları “Misak-ı Milli”ye ve “1921 Anayasası”na dayandırır. Misak-ı Milli’nin 1. maddesinde şöyle denmektedir: “Bir takım dinsel ve kültürel bağlarla bir diğerine bağlı ve aynı amaç ile dolu unsurlardan oluşan ve işgal çizgisinin ötesinde ve berisinde oturan Osmanlı ve Müslüman çoğunluğunu kucaklayan topluluklar, birbirlerinin ırksal (milli) haklarına ve toplumsal koşullarına karşılıklı saygılı olmak koşuluyla hiçbir bahane ile fiilen ve hukuken ayrılmayı kabul etmezler.” (M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-I, s.36)

Kürt aydını Sekban’ın ikinci ölçütü ise 1921 Anayasası’nın 22. maddesidir. Bu maddede ise şöyle denmektedir: “Aralarındaki ekonomik, toplumsal ve dilsel ilişkilere göre iller birleştirilerek Genel Müfettişlik bölgeleri oluşturulur.”

Sekban, bu maddelerden yola çıkarak önerisini şöyle koyuyor:

“Mesele basit. Çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bölgeleri 22. maddenin öngördüğü üzere birleştirelim ve Genel Müfettişlik kuralım. Bu genel müfettişliklere aynı yasanın 23. maddesini olduğu gibi uygulayalım. Bugünkü İller İdaresi Kanunu’nun içeriği de amacı sağlar. Yalnız bu kanunda vurgulanmayan bir maddeyi ekleyelim: Genel Müfettiş Kürt olmalıdır. (...) Genel Müfettişlik bölgesinde yapılacak genel seçimlerde seçilecek milletvekilleri Genel Müfettişlik yönetiminde İl Büyük Genel Meclisi adıyla toplanarak kendi sınır ve yetkileri içinde yasaların ve düzenliğin yanı sıra Genel Müfettişlik bütçesini düzenleyecek ve yürütülmesini belirleyecektir. Bu Meclisin yetkileri bir Eyalet Parlamentosu (Landtag) niteliğinde olacaktır. Türkiye ve Kürdistan’a ilişkin diğer konular için Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi’ne Kürt milletvekilleri önceden olduğu gibi devam edeceklerdir.” (Bkz. Age, s. 36-37)

Kürt aydını Dr. M. Şükrü Sekban, daha 1923’te Ankara Hükümeti’ne sunduğu raporda Kürt ulusal-demokratik haklarının bu yolla verilmesi halinde yaratacağı yararları da şöyle belirtiyor:

“Başta 1921 Anayasası olmak üzere mevcut devlet yasalarının metin ve ruhuna uygun ve Misak-ı Milli’nin kapsamına denk düşen bu önerim kabul edilirse, bütün Kürt yurttaşları büyük bir içtenlik ve bağlılıkla ülkeyi ve ortak milli amaçları gerçekleştirmeye son derece büyük bir çaba ve gayret gösterirler. Kürt Misak-ı Millisi olarak da adlandırılan ve adlandırılmaya da layık olan istekler -ki ‘Kürt, diline hakim ve emeğine sahip olmalıdır’ cümlesiyle özetlenebilir- bu suretle gerçekleşerek iki kardeş millet arasındaki tarihi dostluk bağları bir sözleşme ile güçlendirilmiş olur.”

İşte tarihin haklı tanıklarından Dr. Mehmed Şükrü Sekban’ın, daha 1923’teki çözüm önerileri...

1925 “Kürt İhtilali”nin Ardından Kürt Ulusal İstekleri

"Kürtlerin ülkesi ve milletiyle dörde bölünmesi” ile sonuçlanan yani bedeli Kürtlere ödetilen Lozan Antlaşması‘nın imzalanmasından bir yıl sonra, yani 1924’te, “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter” sloganıyla “Kürt sorununu süngüyle çözme” edebiyatı başlamıştı. Kürt aydınları haklı olarak bu politikayı “ateş, kan ve demir siyaseti” olarak nitelendiriyor ve buna karşı çıkıyorlardı. Nitekim, bu politikalara bir tepki olarak yine Kürt aydınlarının oluşturduğu Kürd Cemiyeti’nce, “gerçekte bir ihtilalden çok bir devrim” olarak nitelendirilen “1925 Büyük Kürt Ulusal Ayaklanması” gerçekleştiriliyor ve iki yıl önce Meclis’te sözleri ayakta alkışlanan yukardaki sözlerin sahibi dahil onlarca Kürt aydını idam ediliyor ve sayıları on beş bini aşan yurtsever Kürt de katlediliyordu.

Katliamdan kurtulup ülke dışına çıkan Kürt aydınları, “Kürd Cemiyeti” adıyla örgütleniyor ve 20 Mayıs 1926’da dönemin Başbakanı İsmet Paşa’ya son derece önemli bir “muhtıra” göndererek durum belirlemesi yapıyor ve “Kürd Metalib-i Millisi” başlığı altında “Kürt Ulusal İstekleri”ni iletiyorlardı. Bu son derece önemli ve ayrıntılı diplomatik belgede bugünü görürcesine bir de uyarı yapılıyordu:

“Eğer genç Türkiye Cumhuriyeti ve muhterem yöneticileri Türk ve Kürtlerin bir arada yaşamasını gerçekten istiyor ve Kürtlüğün kuvvet ve kudretinden yararlanmayı ve Kürtlükten çok Türklüğün varlığını sağlamlaştırmayı ve en azından Kürt milletini kazanmayı hedefliyorsa, tek çözüm yolu ve ilaç 20. yüzyıl uygarlığının ulus ve özgürlük prensiplerine saygı ve uyma ile Kürtlerin yaşam hakkını kabullenmek ve bu suretle Avrupalılara, dost ve düşmana karşı olgunluğunu ve siyasi yeterliliğini göstermektir.” (M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadeleleri; Özge Yay.; Ankara, 2013; s.498). Aksi takdirde neler olabileceği de adeta sonraki acılı süreç önceden görülmüşçesine tek-tek sıralanıyor:

“Mevcut politikanın yürütülmesinde ve kalıcılaştırılmasında direnilirse, Kürtlük âleminden vazgeçmiş Türklüğün, yalnız bugün için değil yarın da güçlükler ve korkunç durumlar karşısında kalmayacağının güvencesini kim verebilir?

Bu anlayış ve sorumlulukla, acı gerçeğe İhtilalin son demlerine kadar direniyorduk ve kesinlikle kan dökülmesinden yana değildik. Ne yapalım ki, bıçak kemiğe dayandı, acı gerçek dolayısıyla Şubat- 1925 İhtilali‘ni yapmakla milletimizi savunmaya mecbur kaldık. İhtilalde yer alan kişilerin, nefis savunması ya da kişisel çıkarlar için değil; Türk ve Kürt milletinin karşılıklı haklarına saygılı olmak kutsal idealleri uğruna hareket ettiklerine lütfen inanınız. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde yeni esasları belirlenen Teşkilat-ı Esasiye Kanunnamesi’nde (Anayasa) Türk ve Kürt milletlerinin ulusal sınırları içinde hür ve serbest yaşayacaklarına ve birbirlerinin haklarına karşılıklı saygılı olacaklarına dair açık bir madde yok mudur?

İşte İhtilalciler onu, Türk milletinin liderlerinin Kürtlüğe reva gördüğü medeni ve milli hakları istemek ve savunmak amacındadırlar.” (Age, s. 494-495)

1925 Kürt İsyanı’nın bastırılmasından sonra 1926 yılında Fransa’dan, Kürt Cemiyeti adına Kürt ulusal istekleri konusunda dönemin Başbakanı İsmet Paşa’ya gönderilen ve bugüne de ışık tutan bu son derece önemli “Muhtıra- Mektup”ta; 1925 İsyanı’nın gerçekte bir inkılâb ve ihtilâl hareketi olduğu, hatta bir ihtilâlden çok da bir devrim ve ulusal ayaklanma olduğu vurgulandıktan sonra şöyle deniyordu:

“Biz Kürtçüler, Kürtlüğün hayat ve bekasına suikast edilmemek şartıyla müthiş ve müfrit Cumhuriyet ve uygarlaşma taraftarıyız ve tam anlamıyla sapkınlık ve efsane kaynağı olan istibdadın ve zorbalığın aleyhtarıyız.” (Age, s. 498)

Tersi durumda ne olacağını da o günden söylemiş ve uyarmışlar:

“ Aksi takdirde, mevcut politikanın ve durumun devam ettirilmesinde ısrar edilirse, Kürdistan veya Şarki Anadolu kıtası büyük bir kin ve kırgınlık yuvasına dönecektir…”

Devletin Kürtler’le Ölümcül Dansı Yada “Şark Islahat Planı”

Dönemin Kürt Cemiyeti ve aydınlarının yaklaşımı ve uyarıları böyleydi. Ancak, Kemalist yönetim; Fransızların, İngilizlerin ve Hamidiye Alayları artığı “Kürt milisleri”nin yardımıyla İsyanı bastırdıktan sonra zafer sarhoşluğuna kapılarak İttihad- Terakki’den miras aldığı “Kürt kimliğini ve haklarını ateş- kan- barut” yoluyla yok etme siyasetini daha açık ve daha katı biçimde yürürlüğe sokuyordu. Bu politikanın ana belgesi, 1925’te gizlice hazırlanıp yürürlüğe konan “Şark Islahat Planı”ydı. Bu açıkça “Kürt kimliğini yoketme ve Kürdistan’ı sömürgeleştirme” planıydı. Dahası, Plan’ın askeri yönetimler yoluyla yani “süngü” aracılığıyla hayata geçirilmesi öngörülüyordu. Başvurulacak diğer siyasal ve kültürel politika ise “zoraki asimilasyon”du…

Bu amaçla, “Şark İlleri Asayiş Müşaviri” sıfatıyla Kürdistan’da görevlendirilen atamalı profesör ve resmi raportör Hasan Reşit Tankut; görevlendirildiği 1925 yılından başlayarak, gerek Şark İlleri Umumi Müfettişi İbrahim Tali’ye gerekse Hükümet’e “Etno- politika” adı altında “Türkleştirme Raporları” hazırlıyordu. 1928 yılında, İttihadçı Mois Kohen (Tekin Alp) da “Türkleştirme” adlı bir kitap hazırlamıştı.

Adı geçen kitabın daha önsözünde Türkçülerden Aka Gündüz’ün şu sözlerine yer veriliyordu: “Türkiye’de, Allah’ın hakiki kılıcı Halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde…Bu kılıç ile bu kalem izdivaç ettiler (evlendiler). Bu izdivaçtan bir cemiyet (toplum) doğdu ki, adı Türk Milleti’dir”. (M. Bayrak: Age, s.525)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bu Türkleştirme Raporu’nda resmi ideolojisini ve gerçek kültür politikasını ilk kez yüksek sesle dile getiriyordu: “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun bireyleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olurlarsa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar güçlü olur.” (Age, s. 526)

Peki, 1926 yılında Kürt aydınlarının kendisine iyi niyetli bir muhtıra verdikleri Başvekil İsmet Paşa ne diyor: “Vazifemiz bu vatan içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır.” (Age, s. 526)

Türk resmi ideolojisinin kuramcılarından, dönemin anlı- şanlı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise 1930’da şu demeci veriyordu: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türkler’e hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikatı böyle bilsinler.” (Milliyet, 19 Eylül 1930)

İşte, temelleri “Şark Islahat Planı” ile atılan böylesi bir “Kürt politikası” başlamış ve devam ediyordu… Bu, “Kürtler’e Sıkılan Kurşun, Kürtler’e Kurulan Tuzak, Kürtler’e Vurulan Kelepçe” olduğu kadar “Devletin / Kemalizmin/ Resmi İdeolojinin Kürt Planı, Kürt Oyunu, Kürt Çıkmazı”ydı aynı zamanda…

Xoybûn Dönemeci

Başlangıçta Kürt aydınlarının bireysel ve grupsal girişimleri olarak ortaya çıkan bu yarı- diplomatik girişimler, 1927’de Xoybûn (Xwebûn/ Hoybun)‘un kurulmasıyla daha sistemli bir hale dönüşür. Bilindiği gibi, geçmişi 1917/18’e kadar götürülen Xoybûn; esas olarak Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası ve Kürt Bağımsızlık Komitesi’nin kendilerini feshederek katılımıyla 1927’de resmen kurulur.

Kuşkusuz, Xoybûn öncesi örgütlerle bağlantılı içerde ve dışarda birçok diplomatik girişimden söz edilebilir. Sözgelimi, Sevr Konferansı’na Kürt temsilcisi olarak katılan Şerif Paşa’nın Konferansa 1919’da sunduğu “Memorandum”dan başlayarak; Emin Ali Bedirxan yönetimindeki Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti’nin 1920 tarihli “Beyannâme”sine; Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi olan Koçgiri liderlerinin 1920/21’de Ankara’daki M. Kemal Hükümeti’ne çektiği telgraflara; faaliyetleri yasaklanan bu örgütlerin Kürdistan’a gönderdiği Kemal Fevzi, Müküslü Hamza, Bedirxan’lar, Ekrem Cemil gibi aydınların öncülüğündeki heyetlerin yanısıra Bozan Şahin Bey gibi aşiret reislerinin çalışmaları bu eksendedir.

Sözgelimi, Serbestî Gazetesi’nin 1 Mayıs 1919 tarihli sayısında şu habere yer verilmektedir: “Kürdistan Teali Cemiyeti merkezinde dün yapılan toplantıda, Yönetim Kurulu Kürdistan’a Kürt aydın ve düşünürlerinden oluşacak bir aydınlanma heyeti gönderme kararı almış olup, izlenmesi gereken politikayı belirleyecektir” (Age, s.104).

Modern Kürt milliyetçiliğinde ve Kürt sorununun dünyaya tanıtılmasında bir dönemeç niteliği taşıyan Xoybûn (Hoybun) Örgütü, özellikle 1928- 1938 yılları arasında Osmanlıca/ Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce ve Fransızca olarak çeşitli broşürler yayımlar ve 1948 yılına kadar çeşitli uluslararası platformlara, Kürt sorununun demokratik çözümü için “Memorandum”lar sunar. Resmen kurulduktan hemen sonra yayımladığı “Türkiye’de Kürtler’in Katliamı”ndan başlayarak, “Kürt Sorununun Kökeni ve Nedenleri” konusunda birçok dilde yayımlanan broşürlere, Cumhuriyet’in 10. Yılı dolayısıyla 1933’te “Türkiye Reisicumhuru Mustafa Kemal’e Gönderilen Açık Mektub”a ve 1948 tarihli “Kürtler’in Durumu ve İstemlerine İlişkin Memorandum”a kadar Kürt diplomasi tarihinin kilometre taşları döşenmişti.

XOYBUN ve sürgündeki Kürt Aydınlanma Hareketi’nce yürütülen bu diplomatik faaliyetler, Kürt halkının ne denli haklı bir mücadele sürdürdüğünü tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Burada son derece özet olarak verdiğim “asırlık” birkaç belge bile kimin haklı kimin haksız olduğunu tüm açıklığıyla ortaya sermiyor mu?..