Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir. Montesquieu
Siyaset ve hukuk konusunu ele almadan önce, hukuk bir gün herkese lazım olur, anonim cümlesinden başlamak, bu yazının ilk cümlesi için sanırım alınabilecek en doğru karar olur. Zira hukuk bir gün herkese lazım olur ifadesi; hukukun, adaletin, siyasetin, toplum devlet, devlet toplum ve dolayısıyla insanların birbirileriyle ve kurumlarla ilişkisinin sınırlarını belirleyen ve bu ilişkileri düzenleyen manzumenin başlangıç mottosudur (ilkesidir).
Toplum hayatını, insanların birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkisini düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü hem hukukun kendisidir hem de hukuk alanına giren en başat konulardır. Hukuk siyaset ilişkisini, yalnızca kuvvetler ayrılığı gibi bir şablonla açıklamak çarpıcı bir saptamada bulunmanın, spot bir ifade yaratmanın dışında ciddi ve önemli herhangi bir işe yaramaz. Zira devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış anlamına gelen siyasetle hukuk arasındaki tek nokta devletle olan ilişkileri değildir. Yasa yapım sürecinin en önemli ayağı siyaset oldukça ve hukuksal yönden norm koyma gücü daha çok siyaset tarafından kullanıldıkça siyaset hukuk ilişkisi iç içe geçmeye, siyaset bir şekilde hukuk alanına müdahil olmaya, karar alıcı yargıçlar genel siyasal havadan etkilenmeye devam edecektir.
Siyaset ve hukuk, her ikisi birden üst yapı kurumları olsa bile, çok temelden alt yapısal özellikler taşır ve alt yapıyla hem kopmaz hem de sarsılmaz bağlara sahiptirler. Birbirleriyle sıkı ilişkileri olmakla beraber modern ve pozitif hukukun siyasetin uzağında kalması ve hatta siyasetten uzak bir görüntü vermesi, belki de hukukun olmazsa olmazlarından biridir. Hukuk olsun, siyaset olsun bir bütün olarak ele alındığında, aralarındaki sarsılmaz bağlardan, birbirleriyle olan sıkı ilişkilerden bağımsız şekilde değerlendirilemezler. Söz konusu ilişki ve bağlardan kurtulmak için hukukun kendisini siyaset dışı bir alanda konumlandırması yetmez, aynı zamanda siyaset dışı alanda kalması gerekir. Aynı şekilde yargıçlar aldıkları kararlarla ve karar süreçlerindeki tavırlarıyla yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını ortaya koymak, yansız olduklarını hatta yansız göründüklerini açıkça göstermek zorundadırlar. Yargıçların bağımsız, tarafsız, yansız olmak ve yansız görünmek zorunda olması, hukukun siyaset dışı alanda kalması için nasıl ki elzemdir; hukuk sisteminin de kendini böyle tanımlaması, siyasetin türlü baskıları karşısında hukuk normlarına bağlı kalması zaruridir. Hukukun kendisini siyaset dışı alanda tanımlamasına duyulan ihtiyacın esas nedeni, onun karar verme süreçlerinde, siyasetle bağının hiç olmadığı kadar zayıf olması gerektiğinden ve hüküm kurmada, adaleti sağlamada üstlendiği rollerden kaynaklanmaktadır. Siyasetle alabildiğine az ilişkili olması gereken hukukun, siyasetten ayrılmasına ihtiyaç duyması, hukuku siyasal yaşamın günlük çekişmelerinden uzaklaştırır. Bu çıplak gerçek, siyasal ya da toplumsal yaşamdaki çatışmalarda, hukuka aracı, uzlaştırıcı (Ara bulucu) görevi verildiğinde, bu görevin kesinlikle ve tartışmasız biçimde kabul görmesine yardımcı olur.
Hiç şüphe yok ki hukuk; açık, anlaşılır, ikirciklikten uzak olan, suçu ve suçluyu önleyici tedbirleri ve en önemlisi adaleti sağlamayı amaçlayan metinler üzerinden ilerliyor; siyaset ise, her zaman olmasa da pragmatizm (yararcılık) dahil, hamaset, istismar, makas değiştirme gibi pek çok palyatif yol ve yöntemi benimseyebiliyor. Hukuk ve siyaset söz konusu olunca denebilir ki bir taraf normatiftir (düzgüsel, belirlenmiş kalıplar içinde olan) öbürü palyatiftir (anlık, geçici).
Hukuk akılla yürüttüğü süreçler sonucunda kararlar aldığını iddia eder. Bütün hukuk süreçleri de kararlarda akıl ve adalet arar. Bazen yazılı metinler başka şeyler söylese bile hukuk bunları, yani akıl ve adaleti arar. Bir liderin, bir kliğin, bir ekibin, bir zümrenin eğilimleri, görüşleri ve düşünceleri siyaset alanına giren birçok şeyin değişmesine yol açabilir. Hukuk alanındaysa bu oldukça zordur. Zira yargıçlar değişse de kararlar genellikle değişmez. Bu gerçek, yani yargıç değişse de karar değişmez gerçeği hem böyle bilinmektedir hem de böyle olmak zorundadır. Ne var ki iradenin veya irade sahibinin değişmesi siyasal alanı baştan sona yeniden dizayn (tasarım) edebilir.
Siyaset kişisel bir tercihtir ve aynı zamanda iradidir. İnsan çıkarları gereği ya da inandığı ve paylaştığı bir düşüncenin örgütlenmesi nedeniyle siyaset alanında var olur. Akla dayanmak zorunda olan hukuk alanı nettir, hak ve adaleti savunur. Siyaset, doğru ve yanlışlığı tartışılır olan bir fikri savunur. Neticede doğruya ulaşmak istenen bir alanla, doğrulardan bağımsız olarak, tercihen ilerleyen bir alan arasındaki ilişki hem ayırımı hem birliği ifade etmektedir. Heraklitos’tan bu yana Zıtların birliği (Karşıtların birliği) denilen şey belki de tam olarak budur.
Montesquieu; halkı, çoğunluğu, toplumu, topluluğu, grubu, aileyi velhasıl birden çok insanı ifade eden her şeyin çekirdeğinin insan (birey) olduğunu bildiğinden ve buna gönülden inanıp bağlı olduğundan, “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir,” diyor. Fransız düşünürün bu yaklaşımı, bir tek kişiye yapılan haksızlık, bir tek kişiye yapılan hukuksuzluk, bir tek kişinin maruz kaldığı adaletsizlik, bir tek kişinin özgürlüğünü kısıtlamak gibi cümlelerden hareket ederek bunları, bütün toplum için bir tehdittir, genellemesine vardırabiliriz. Bu türden bir saptama, bir mantık silsilesi içinde ve çok kolaylıkla yapılabilir. Albert Camus, “Adalet olmadan düzen olmaz,” dediğinde, aslında Montesquieu tarafından söylenen özlü sözün toplumsal düzen, insanlığın ortak mirası ve ortak geleceği için ne anlama geldiğini en kısa ve özlü biçimde ifade etmektedir. Konfüçyüs’ün “Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner,” sözleriyse Montesquieu’nün ne kadar haklı olduğunu, nerelere dayandığını ortaya koymaktadır. Adalet o kadar önemlidir ki her çağda ona dair özlü sözler söylenmiştir. Konfüçyüs ve Aristo’dan günümüze değin adalet arayışı konusunda insanlar kafa yormuş, mücadele etmiş, norm koymuşlardır. Görülüyor ki, “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun,” diyen Freud’tan; “Adalet önce devletten gelir,” cümlesini kuran Aristo’ya kadar pek çok ünlü ismin adalet kavramıyla yolu kesişmiştir.
Hukuk ve adalet üzerine heybesinde söz bulunan isimlerin sayısını çoğaltmak gerekirse; “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir,” cümlesinin sahibi Eflatun’dan; “İnsanlar ancak adaletle doyurulur,” iddiasında bulunan Ralph Waldo Emerson’a; “Haksızlık yapıp tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir,” diyen Gandhi’ye; ondan da günümüze kadar birçok siyaset ve fikir insanın hukuk ve adalet konusunda anlamlı sözüne rastlamak mümkündür.
Yüzlerce yıl önce, Jean-Jacques Rousseau (1771); yasama, yürütme yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hâkimdir, diyerek iktidar erkiyle hukuk ilişkisini, dolayısıyla siyaset hukuk ilişkisini açıklamıştır. Kamu görevi yaparken yanlı davranan, her bir yurttaşa aynı davranmayan bir siyasetçi, olsa olsa kötü siyasetçi olur. Fakat hukuk alanında karar üreten ve görevi adalet dağıtmak olan bir yargıç yanlı davranıyor ve yanlı görünüyorsa, önüne gelen dosyalara bakarken insanların cinsiyetine, dinine, diline, rengine ve dünya görüşüne göre hüküm kuruyorsa o yargıç vicdanen ve ahlaken yoksun sayılır. Zira siyasetçi seçim yoluyla hatasının bedelini öder ama yargıçlar hayatlara mal olabilecek yanlış karar verdiklerinde geri döndürülemez sonuçlar doğurur. Siyaset ve hukuk alanının bir başka hassas dengesi ve ayrı noktası burasıdır.
Hukuk ve adalete dair bunca söz söyledikten sonra hukukun sözlük anlamlarına bakmak yerinde olur sanırım. Hukuk sözcüğünün birinci anlamı şudur: Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze. İkinci anlamı da bu yasaları konu alan bilim demektir.
Bütün hukuk metinleri; adaleti tesis etmeye, suçlar konusunda caydırıcılığa, bağımsızlığa, tarafsızlığa, yansızlığa bağlı olmaya ve hatta yansız görünmeye, hukuk bir gün herkese lazım olur ilkesine sadık kalmaya, insan hak ve özgürlüklerine saygıyı esas almaya odaklanmak zorundadır. Anılan konuları içeren hukuk metinleri uluslararası çapta kabul görür, evrensel norm niteliği taşır. Hukuk metinleri; haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış olsun her türlü siyasi mülahazadan, dini ve etnik kimliğe dayalı hassasiyetlerden uzak kalmalı, baskı ve kuvvette, vaat ve taahhütte rağmen, siyaset dışında durmayı amaç edinmelidir. Toplum tarafından yetki verilmek suretiyle hukuk düzeni, bunları yapabilecek güç ve kuvvetle donatılmalıdır.
Siyaset dışında kalan bir hukuk sistemi, şüphe olmasın ki bağımsızlık ve tarafsızlık konusunda daha güçlü olacaktır. Zira hukuk kendine özgü steril (arınık) bir alana, özgün bir dile, akla ve mantığa yatkınlığı temel alan net ve hatları belirgin metinlere sahiptir. Hukukun kendine has dili, onu aşikâr bir şekilde siyasetten ayırır. Siyasal hayatın güç odaklı, iktidar hedefli sürdürülmesi, çelişki, çekişme ve yalpalamalarla yol alması, pragmatik ve palyatif yanı, hukukun net ve gayet sarih olan/olması gereken metinleri ve bu metinleri hakkıyla uygulayan yargıçların kararlı tutumları karşısında neredeyse anlamsız ve çaresiz hale gelir.
Hukuk ve siyaset ilişkisinin zorluklarından ve labirentlerinden (dolambaçlarından) biri de devletin hukuk düzenlemelerine yön veren bir odak olmasıdır. Kendisi otoriter olan devletin ya da kurumlarının hukuk alanına dahlini artıran her adım, hukukun gelişimini ve hukukun adaleti esas almasını zorlaştırır. Pozitif hukuk denilen, belli imkân ve zamanda konulmuş kurallar birliği olarak tanımlanan bu esaslı olguyu, her türlü paradokstan, devlet müdahalesinden uzak tutmak, onun tarafsızlığını ve bağımsızlığını güçlendirir. Devletin hukuk düzenini koruması ve kollaması, ona doğrultu ve yön çizmesi anlamına gelmemelidir. Amiyane ifadeyle siyasetin hukuka ayar vermesi, hukuku araç haline getirir ve işlevinden koparır.
Belli imkân ve zamanda konulmuş kurallar birliğinin her biri, hukuk tam ve eksiksiz olana kadar, bu şekilde vücut bulana kadar toplumsal ve siyasal alandaki çatışmanın mutlak tarafıdır ve her zaman bunun tarafı olmalıdır.
Test guncellemdi